Sokakta bir kadın.
Tükenen bir ezgiden kaldırıma mıhlanmış, kötü anlar yakmış vücudunu.
Bir kadın sokakta.
Göz bebekleri omurgasından yorgun, dili sağır yüzünde ağrı.
Bir kadın.
Orada veya burada, üç yıl önce bir saat sonra.
Yine adını koyamadığı o kör kuyuda. Çok ağlamış, çok gülmüş.
Kadın.
Bir rüyanın acabasını kovalarken, göye sarılamadan daha
Başkası ağlamasın diye gülmenin hasarını teselli edecek ninniyi, söylememişken.
Yine üzerine toprak serpilmiş.
DUVAR
Belki bir nefes alırım diye atmıştı kendini tenha evlerin arasına sıkışmış upuzun sokaklara. Yürüdü sokak boyunca. Bir sokak lambasının gölgesine bir solukluk ilişi verdi. ‘’ Kimse beni görmesin, bir parça sessizlik ’’ Ama sokak lambaları bu yalnızlığa karşı çıkarcasına, kocaman bir sahne sundu ona. Sahnede tek oyuncu, aç gözlü seyirciler vardı karşısında.
‘’Ufacık bir hatamı bekleyen binlerce göz. Kalabalıklar işte. Beyinleri olmayan ama kolları çok olan kalabalıklar’’ dedi kadın. Kalktı oturduğu kaldırımdan, hızlanan adımlarla yol boyu yürümeye devam etti. Sokakta hafif bir rüzgar okşuyordu tenini, kadife bir şal gibi sarıyordu bedenini. Kalp atışı hızlanıyordu.
‘’Kış günü üşüteceğini sandığım bu esinti sarıp sarmalıyor beni.’’
Bir an duraksadı. ‘’Gerçekten üşümeyeyim diye mi bu sarıp sarmalama?’’ Yere sürterek ilerlediği ayakları birden telaşını yitiriverdi. Sokakta çınlayan gürültünün sebebini ayakları olduğunu düşündü, durduğunda kesilmeyen sesler korkuttu. Bir nefes daha hissediyordu arkasın da ‘’ Hayır bir değil… iki yada üç’’ Giderek arttığını düşündü. ‘’Ne zamandan beri bu kadar gürültülü soluklanıyor insanlar?’’
Sokak lambası onay verir gibi iki kez yanıp söndü. Korkusu her dakika fazlalaşıyordu. Gerçekten sesler mi vardı, yoksa korkunun tarif edilemeyen bir oyunumuydu bu.
Üzerin de çok düşünmediği bir kararla ayağını havaya kaldırdı, yeni bir adım için hazırlandı. Artık mevsiminden bile çekindiği gökyüzü hiç olmadığı kadar, karaydı bu gün. Öyle ağır bir karaydı ki, dizlerini bastırıp havadaki aciz bacağını tekrar eski yerine getiriyordu. Hemen öteki bacağının yanına. Sokak lambası üç kez yanıp söndü. Vücudunu sarıp sarmalayan rüzgar, kafatasına adamın tırnaklarının geçmesiyle hücre demirine, gökyüzü başındaki gardiyana dönüştü. Her bir nefes duvara yeni bir çentik atıyordu. Sokak lambası hiç durmadan yanıp sönüyordu. Vücudu henüz olayın ciddiyetini kavrayamamıştı ki biraz daha korkuyla hızlandırıyordu nefesini.
Duvara birinci çentik.
Artık yerde sürüklenen ayakları değil bedeniydi, sokak lambası söndü. Ağırlaşmıştı vücudu hızlı yapacağı hamleyle ayağa kalktı, gök gürültüsünü andıran kahkaha ile arkasından dizlerine gelen tekme ardından diz çöktü buz kesmiş yere. Öyle bir çarpıştı ki dizlerini, tüm evlerin duvarlarına ayrı ayrı ulaşıp tekrar geliyordu kadının kulağına. Sert bir rüzgar şimdi de tokat gibi iniyordu sırtına. Önce göğsü sonra yüzü hissetti yerin soğuğunu, cılız bir haykırışa teslim oluyordu dudakları, bir kalas kapatıyordu ağzını. Gözlerinden süzülen yaşlarla İçine içine basıyor çığlıklarını. ‘’ Çentikler dolunca kesecekler mi nefesimi bitecek mi?’’ Sonra bacak arasına gelen darbeyle karanlığa teslim etti gözlerini, nefesleri bir gölgeyi karartacak kadar kudretliydi, elleriyle kulaklarını kapayıp bastırmaya başladı. Kendi nefes alışını bile duymak istemiyordu.
Duvara ikinci çentik.
Aslında her şey her zamanki gibiydi, yolda tek başına yürümenin bu denli tekinsiz olduğunu unutmuştu. Korktu, dişleri dişlerini döverken bağıramadı. Zorlukla, bacakları kan kaybederken koşamazdı. Üstüne devrilen bir tonluk kalası itemedi, ezildi. Güçsüzlükle açtı gözlerini, kulağına bastırdığı ellerini yavaşça gevşetti. Çok geçmeden bir kalas daha devriliverdi üstüne her bir dişini ayrı ayrı hissettiği bir ayakkabı tabanı keskin bir acı bıraktı alnında. Yine, yine ve yine. Bir çentik, bir çentik daha…
Artık doluyor duvar…