Tehlikeli topraklardasın azizim. Burası benler ülkesi, nice meleğin cesedini kaldırdı kirpiklerim. Hepsi farklı adımlarla geldi, aynı törenle uğurlandı. Ziyaretçisi üç gruba ayrılır toprağımın, iyileştirmek için gelenler / iyileşmek için gelenler/ yanlışlıkla gelenler.Birinci grup çok güldürür beni. O ne kendini beğenmişlik, benim bıçakla deştiğim yaramı senin iyileştirmek de ne haddine? Aynı kibirle uzar inceden, dillerde ‘’Ben bunu hak etmedim’’ler.
İkici gurup hep üzer içten, bu kadar mı kırdılar seni be yavrum, kendi yaralarına bu denli körlük, illa kalbine tokat mı atsın kahramanlarım? Yaralarını hayal kırıklıklarına sarıp uzaklaşırlar. Dillerde “ben çok sevdim ama olmadı”lar.
Geldik son ve en sevdiğim gruba, nevi şahsına münhasır serseri mayın gibidirler. Olmadık yerde bir derdine derman olurken beklemediğin anda nefesini keserler. Nerden nasıl geldiğini anlamazsın, kendileri de bilmez zaten. Hep bir çelişki hep bir kararsızlık, ne kalmasını becerebilirler ne de tamamen gitmesini. Sesi soluğu kesilir, tam bitti sanırsın sonra bir taşın altından seslenirler, hayrete düşersin. Önceleri makbuldür hoşuna gider, sonra bir gün sökeyim böyle misafirin ıstırabına da dersin. Var olmayı beceremeyenin yokluğu da zor olmaz aslında. O da zaten hiç gelmemiş gibi sessizce gider.
Şimdi bir daha düşün, fethedemeyeceğin bu zehirli topraklara dokunmak istediğinden emin misin?
Buyur tanış o zaman, burası benim içim, sınırsız boşluğum, düş içime. Meziyet düşmekte değil azizim, ruhu parçalamakta hatta lime lime etmekte, ölmekte, sonra geri kalmakta… Becerebilir misin? Sahi siz kaç kez öldünüz? Hiç mi? Neyse sen kal, önce topraklarımı keşfet, sonra düşerim, yani düşersin, belki birlikte düşeriz.
Eski bir radyoyum ben aslında, görüntü var ses yok. Kütlem nefesim varsa bir raf, yoksa dokuz tahta kendi ritmime yetişemiyorum. Hiçliğimle oluşturduğum kalemi ellerimle yıktım. Bak dilimi de akrep soktu, damağımda kan tadı… Aman yorulmaktan da yoruldum artık tutmak değil niyetim, tutunmak istiyorum birine. Sahi, siz beni tutabilir misiniz? Hani böyle sendelesem aniden başım dönse… Düşsem, sonra geri kalksam… Kalkarken sizi boğsam, sonra sevsem acıyan yerlerinizi sarsam, biraz acıtsam kalbinizi savurup saçsam, sonra sizi biraz hırpalasam azizim…
Çok mu aradınız beni, çok mu beklediniz, çok mu acı çektiniz, bende geçer mi sandınız? Kapı mı? O hep açık, sen kapa kapıyı ve git istersen. Öyle aniden bütün grupların toplamını kaldırmaz bünyem. Şimdi biraz dağınığım, biraz karışığım, zaten hep karışığım azizim. Fikrimde fişini çekemediğim bir mikserle dolaşıyorum. Fazlayım, duygum fazla, algım fazla, bir sevgi selim var akıp giden… Sen git istersen. Yanlış yerde belki yanlış zamanda geldin toprağıma. Kan lekeleri, yaralar, yaralılar, buralar çabuk toparlanmaz. Ya da dur kapı arkasında zile bas, bekle. Az, çok ne kadar bekleyeceğini de bilmiyorum aslında. Bekle kapı arkasında, arada ses ver, bana da nefes lakin çok yorgunum. Gidiyor musun? Hemen mi? Biraz kalsaydın bir kahve, sigara? Kahve de sigarasız içilmez aslında, pardon sormadım? Kahve ve sigara sever misiniz? Lafa mı tuttum? Aman zaten aniden oldu gelişiniz, evet evet, sen şimdi git istersen. Aklım bulanıkken, kalbim karışıkken. Ben sevmem zaten kısa süreli misafirlikleri… Sen şimdi git-me istersen. Neyi tartışıyoruz ki azizim, su akar yatağını bulur. Yolunu muydu? Aman ne fark eder? Ben bir şey arıyordum aslında ya da gelsin diye bekliyordum. Ne aradığımı neyi beklediğimi de bilmiyordum. Öyle bir şey arıyordum ki sevmenin ötesi, konuşmanın ötesi, sevişmenin ötesi. Öyle bir şey ki, her şeyin ötesi, fazlası… Sonra gökten düşer gibi girdin haneme, gönlüme, kalbime, kanıma, iliklerime, dikkat et, dilime…
Dilimde akrep!
Buralar azizim, eskiden çoraktı. Uyumadığım gecelerde su verdim. Bak bu bahçe, toprak, kavak, papatyalar… Senin gelişinle yeşerdi kavak aşka kanıp. Karton kanatlarını esnet, vakit aşka düşme vaktidir. Bu baş dönmesi, sözcüklerin bu denli oynaşması, bu koku, korku, bu ten, gülüş başım dönüyor. Düşüyor muyum? Siz düştünüz mü? Düş-elim, elimi bırakma. Başım dönüyor… Bu kalp atışı! Yo hayır, reddediyorum. Bu sarhoşluk tenden değil candan, bir hayli candan…
Azizim ben size “Aşık” oldum galiba!
Sizi biraz sevebilir miyim? Sevmenin birazı olur mu bilmiyorum. Yani varsa da ben biraz sevemiyorum. Şöyle ömrüme katmak istiyorum sizi, uzun uzadıya zamana yayarak, genişleterek alanımı, anları çoğaltarak…
Eee, o zaman “Aşk”ın yularını çeken, ben başka yerde değilim. Senin elindeyim, gecemi gündüzüme katmak sonsuzluğa yol almak istiyorum.
Çek o zaman…
Elini değil.
Yuları!
Tamamlanıyorum diyorum, eksik parçam yarım kalanım derken yarım bir adam oluyorsun… Peki, sen doğru adam değilsen ben bütün bunları nasıl hissettim? Eğer sen doğru adamsan şu anda neden burada değilsin? Geceleri artık uyuyabilir miyim? Bu ara zamansızım zaten, hep zamansızım, ya erken giderim ya geç kalırım hayata… Evli birine aşığım ben, vallahi zina yapmadım. Hayallerim suçlu benim, aslında ben çok mazbut çok masum bir genç kadınım. Zaten ben aşka aşığım, aşkın evli olduğu ispat edilemez. Belli ki birileri seni bana yasaklamış. İnsanın duygusunu yasaklamakta hangi duygusuzun haddine? Yanlış, doğruyu bulmak için yapılır. Ben şimdi hangi doğruyu bulmak için bu yanlışı yapıyorum? Rahatsızım biliyorum, hiçbir şey tamam değil, hiçbir zaman tamamlanmış değilim. Rahatsızım biliyorum, yaşamak bana çok soru sorduruyor. Aklım hep karışık, sakin olamam ben. Duramam seni yorarım, git istersen ya da kal, sende beni yor.
Ey aşk! Hak ettiğimi ver bana. Ne kadar süreceği umurumda değil. Hem zaten aşka zaman biçilir mi? Ben sana aşık oldum galiba, aşkın doğrusu seninle yaşanmalı… Tabi varsa. Sahip çık bu duyguya, bu duyguyu erkekçe kavra!
Sorular aşkın katilidir azizim. Yaşamak çok soru sorduruyor, ha öyle mi, tamam, deyip geçilmiyor ve her soru azizim, daha büyük cevaplar istiyor. Çelişiyor yaşamla senaryolar, roller karışıyor ve duvarlar azizim, her soruda daha çok yükseliyor. Işığım kesiliyor. Bahçemdeki papatyalar kanmışlıktan boyun büküyor. Göğe çekiyor sonra kanım, yanlış gökyüzünde doğru yıldız kümesinin en ucuna asılıyorum ayak bileğimden. Yerçekimsiz artık kaygılarım. Yine nerede yanlış yaptığımı taktım koluma, sohbet koyu “Yanlış anlamışımdır”, “Yok canım anlamamışımdır” kafam duvar! Sevdiğim, bir bardak suya misafirlikte… Nitekim, hiç ekşimeyen olmuş midemi bırakmayan küçük sinekler. Ve ben bu tada kendimi sadece uzak hissediyorum. Sorular azizim sorular, bahçedeki kavak ağacını da geçti…
Bekle.
Bekliyorum cümle kirliliğinde…
Bekle.
Susma! Ben kirpiklerinin yüzüme değişini gördüm. Adıma yazılmışlığını okudum adından. Ellerinin titreyişi sızlandı tenimde, yüz defa yanıldım dediysem de bin defa inandırdın beni. Sessizliğin inkâr, yapma! Böylesini uydurmuş olamam. Kabuslara sığmayacak sessizlik hayal ürünümü? Susma!!!
— Tamam, sorular aşkın katilidir. Sonra bir bakarsın aşk ölüvermiş…
— Ölüm hep peşimizde, bana yeni bir şey söyle!
— Ağaçların yapraklarını döktüğünü bilirim.
— Bana yeni bir şey söyle!
— Teninin kokusunu bilirim, ölümcüldür.
— Bana yeni bir şey söyle!
— Tamam peki, ne yaz yağmuru fazla sürer, ne kış güneşi, ne gece, ne de gündüz…
— Peki aşk?
…
Bakın azizim, burası benim gözlerim. Sizde de var bir çift, zihnime kazılı unutulur gibi değil. Ben bir süredir benimkilere bakamıyorum, bir bakar mısınız belki sözlerinize karışmıştır? Bu sabah kontrol ettim izi bende… Ama siz aramızdaki topraklara taştan duvarlar döşemişsiniz, gördüm. Gerek yoktu zahmet etmişsiniz, zira istenmediğim iklimde açmaya hiç niyetim yok. Uykusuzluğun kırkını zorladığım kırık beyaz gecelerim, ağlak sabahlarım var. Korktukça bir kibrit söküyorsun gövdemden, ama ben senin dünyandaki cehennemin olmayacağım. Karton kanatlarını esnet, vakit azat vakti. Düşeceksin göğe… Bilmem kaç yüz milyon kibrit göz kırpacak sana, kavak bedenimden.
Kapatıyoruz!
Gözlerim mi?
Kalsın sizde, ganimet niyetine saklayın delik cebinizde…