1. Asıl Adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür
Mehmet Raşit Öğütçü (Orhan Kemal), 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğmuştur. Babası Abdülkadir Kemali Bey, hukuk eğitimi almış, annesi Azime Hanım ise Rüştiye mezunudur ve 2 yıl kadar öğretmenlik yapmıştır. Babası 1920-1923 döneminde Kastamonu Milletvekilliği yapmıştır. 26 Eylül 1930’da, Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuştur. Yanı sıra Ahali Gazetesi’ni çıkarmıştır. Gazetede siyasal eleştiriler yapmaya başlamış. Yaklaşık 3 ay sonra Cumhuriyet Fırkası kapatılınca, Abdülkadir Kemali Bey hükümete karşı muhalefetini sürdürse de, başına kötü işlerin geleceği ile ilgili aldığı duyumlar nedeniyle Suriye’ye kaçmıştır.
Bakın Orhan Kemal o günleri nasıl anlatıyor :
“… Babasından ayrılan çocuklar babasız kalışlarına üzülürler… Ben tersine… Adeta evin içinde krallığımı ilan etmiştim… Güneş battıktan sonra eve futbol topumla döndüğüm zaman nerede kaldığımı, niçin geciktiğimi, dersleri bırakıp yine mi futbol oynadığımı soran olmuyordu…. Yaş 15-16 idi… Bütün merakım futboldu. Okula falan atmışım tekmeyi tam bir başıboşluk içindeyim. Fakat bu saltanat uzun sürmedi. Babam bizi yanına aldırdı.”
2. Lübnan Günleri ve İlk Aşkı Eleni
Orhan Kemal annesi, kardeşiyle beraber Beyrut’a gider. Tabii ki okulunu da yarım bırakmak zorunda kalmıştır. Babası Lübnanlı olmadığı için avukatlık yapamamaktadır. Eşinin bilezikleri satarak lokanta açarlar. Orhan Kemal’in işi lokantada garsonluk, bulaşıkçılık yapmaktı. Ama lokantada işler iyi gitmez ve kapatmak zorunda kalırlar.
Orhan Kemal, şimdi hayatın zorluklarını yaşamaktadır ama o, bu zorlukları hayata kahrederek değil, hayatın iyi ve kötü yönlerini bir arada görerek, ona sıkı sıkı tutunarak yaşamaktadır. Aslında bu tutum, onun romanlarının temel özelliklerinden biridir. Bir basımevinde işe başlar. Kol kuvvetine dayanan, zor bir iştir. Ama ilk aşkı Eleni’yi tanımasına neden olur. Eleni yandaki çikolata fabrikasında çalışır. Kendisi gibi işçidir.
“Bir gün Eleni’ye ayağımdaki eski pantolondan utandığımı söyledim. ‘Sen ne utanıyorsun, zenginler utansın. Aldırma böyle şeylere, boşver’ dedi. Bendeki ilk sosyal uyanış galiba bu Rum kızı ile başladı.”
Aşkları uzun sürmez, kız işten çıkarılır ve Orhan Kemal onu bir daha görmez.
3. Adana Günleri ve Eşi Nuriye Hanım
Adana’ya döner. Yine bir işçi kıza gönül vermiş ve onunla evlenmeyi düşünmüştür. Ama kız okumasını istemiş ve Orhan Kemal de orta son sınıfta yarım bıraktığı öğrenimini tamamlamak amacıyla İstanbul’a, halasının yanına gitmiştir. Çok geçmeden sevgilisinin başkalarıyla gezdiği haberini almış, hemen Adana’ya dönmüştür. Hem İstanbul’daki öğrenimden, hem de sevgilisinden olmuştur.
İşte bu dönemde Orhan Kemal kitaplarla tanışmıştır. Adana’da Giritli’nin Kahvesi’nde bilinçli işçi arkadaşlar edinmiştir. Bu arkadaşları sayesinde okumanın tadını almış ve okuduğu kitaplarla da kafasında oluşan soruların cevabını bulmaya, bilinçlenmeye başlamıştır. Giritli’nin kahvesinde tanıdığı, dost olduğu İsmail Usta, Mehmet Raşit’in hayatını değiştirir. Cemile romanındaki İzzet Usta aslında İsmail Usta’dır.
Orhan Kemal Adana’da babaannesiyle yaşamaktadır. Milli Mensucat Fabrikasında işe girmiştir. Önceleri katiplik yapmış ama sonra katiplikten alınıp ambar memurluğuna verilmiştir. Fabrikada çalıştığı yıllarda yaşadığı, gözlemlediği çoğu şey daha sonra eserlerinde yer almıştır. Murtaza da aynı fabrikada çalışmaktadır, o da kendisi gibi dürüst bir insandır. Boşnak güzeli Cemile de burada çalışmaktadır.
Aynı fabrikada işçi olarak çalışan, göçmen kızı Nuriye Hanım’la ile tanışır:
“… Adam sen de… Ben yirmi iki yaşındayım, sevgilim on dördünde… Sarhoşum ve dünyada yalnız ona aşıkım…”
1937 yılında evlendiler. Nuriye Hanım’ın hayatı da onun gibi çok zorluklarla doludur. Zaten Orhan Kemal, Nuriye Hanım’a olan aşkını ve onun çocuk yaşta sırtlandığı zorlukları Cemile olarak romanlaştırmıştır. Baba Evi ve Avare Yıllar’ın devamı niteliğindeki bu roman Küçük Adamın Notları üst başlığı altında yayımlanmıştır.
4. Hapishane Günleri ve Şiirler
Evlendikten bir yıl sonra ilk çocukları Yıldız dünyaya geldi. Doğumun hemen arkasından askere çağrılır. Orhan Kemal, Nisan 1938’de askerliğini yapmak üzere Niğde’ye gider. Tezkere almasına sadece kırk gün kalmışken bir ihbar üzerine tutuklanmıştır. Nazım Hikmet’in, Maksim Gorki’nin kitaplarını okuduğu ve komünizm propogandası yaptığı gerekçesiyle mahkemeye sevk edilmiştir. Karısına yazdığı mektupta şöyle der:
“Çok gençsin. Zaten hiçbir şey veremedim sana. Şimdi de beş yıllık mahkumiyet girdi araya. İstersen ayrıl benden, kendine yeni bir yol çiz, beklemekle geçirme en güzel yıllarını. Çünkü karıcığım, biliyorum ki, buradan çıktıktan sonra daha da zor ve yoksulluk içinde geçecek hayatımız.”
Nuriye Hanım da, “Razıyım ne gelmişse başımıza ve ne gelecekse…” der.
Orhan Kemal ilk şiirlerini Kayseri Cezaevi’nde yazmaya başlamıştır. 25 Nisan 1939’da Duvarlar adlı şiiri Yedigün’de Reşat Kemal imzasıyla çıkmıştır. Babası Abdülkadir Kemali Bey, 8 yıllık sürgünden dönmüştür. Oğlunun Adana Cezaevi’ne nakli için uğraşsa da, Bergama Ağır Ceza Reisliği’ne atanınca da, oğlunun Adana’da yalnız kalmasını istememiş ve Bursa Cezaevi’ne naklini sağlamıştır. Bu durum Orhan Kemal için büyük bir şans olmuştur.
5. Nazım’la Tanışma ve Düz Yazıya Geçiş
Aralık 1940’ta Nazım Hikmet de Çankırı Cezaevi’nden Bursa Cezaevi’ne nakledilmiştir.
Nazım Hikmet’in “Biliyor musunuz, yalnızlığı hiç sevmem. İdareden izin alsak, ben de sizinle bu koğuşta kalsam…” teklifi sonucunda Orhan Kemal’in Nazım Hikmet ile 3.5 yıl sürecek olarak oda arkadaşlığı başlamıştır.
Orhan Kemal şiirlerini Nazım Hikmet’e okuduğunda, o büyük bir açıksözlülükle beğenmediğini belirtmiştir. “Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz? Duyduklarını, duyamayacağın bir tarzda yazıp komikleştirmekle kendinize iftira ettiğinizin farkında değil misiniz?” Orhan Kemal bu eleştiriye çok alınmıştır.
Orhan Kemal, öğrenimini orta sonda bırakmış olsa da okuduğu kitaplarla kendi kendini geliştirmiştir. Onun okumaya olan merakı ve ilgisi Nazım Hikmet’in dikkatini çekmiştir. Nazım Hikmet, Orhan Kemal ile yakından ilgilenmiş, ona öğretmenlik yapmış, programlı olarak felsefe, edebiyat, toplumbilim, siyasetbilim, Fransızca çalıştırmıştır. Benzer şekilde Çankırı Cezaevi’ndeyken birlikte kaldığı Kemal Tahir’in sanatsal gelişimine de katkıda bulunmuştur.
Nazım Hikmet Kemal Tahir’ e yazdığı mektupta ondan sıkça bahsetmiş. “Raşit Kemali’den her gün biraz daha memnunum. Münasebetsizlikler etmiyor değil, ediyor. Hem de bol bol. Hık demiş, birçok huyu, senin iki sene evvelki, hatta bazen Çankırı’daki burnundan düşmüş.”
Nazım Hikmet arkadaşlarına sadece manevi değil, maddi destek de sağlamaya çalışıyordu. Hapishanede dokuma tezgahı kurmuştu. Devamını Orhan Kemal’in yazdıklarından okuyalım:
“Bu tezgah işinin ne sermayesinde, ne de tasarısında hiçbir ilgim olmadığı halde, Nazım bana da pay ayırmıştı. Bir pay bana, bir veya iki pay Kemal Tahir’e, iki pay Piraye Yenge’ye, bir pay da kendisine…”
Orhan Kemal şiirin yanında düzyazı da yazmaktadır ama bunlar deneme niteliğindedir.. Nazım Hikmet, bir gün Orhan Kemal’in çalışmaları arasında bir roman denemesi bulmuş ve çok beğenmiştir. Orhan Kemal’e “Bırak şiiri, miiri birader, hikaye yaz roman yaz sen” demiştir.
Düzyazıya geçiş Orhan Kemal için bir dönüm noktası olur. Nazım Hikmet, Orhan Kemal’in Güllü ve Asma Çubuğu adlı 2 öyküsünü, İkdam Gazetesi’nden arkadaşı Kemal Sülker’e yollar. Sülker de öyküleri Orhan Kemal takma adıyla yayınlar. Orhan Kemal, 26 Eylül 1943’te tahliye olur. Arkadaşı, hocası Nazım’a şu şiiri yazar:
“Prometenin çığlıklarını
kabakıyım tütün gibi piposuna dolduran adam
Sen benim mavi gözlü arkadaşım, Kabil değil unutmam seni.
26 Eylül 1943
Seni yapayalnız bırakıp hapishanede
Bir üçüncü mevki kompartmanında pupa yelken koşacağım memlekete.”
6. Baba Evi, Ekmek Kavgası, Avare Yıllar
Adana’ya döner hamallık, sebze nakliyeciliği, karşısına hangi iş çıkarsa yapmaya çalışır. 1944’te doğan oğluna Nazım Hikmet’e sevgisinden Nazım adını verir. Orhan Kemal, hikaye yazmaya devam etmiş, bu hikayeler çeşitli dergilerde yayımlanmıştır. Ama Kasım 1944’te dönemin seçkin edebiyat dergisi olan Varlık’ta Revir Meydancısı Yusuf başlıklı hikayesi yayımlanmış. 1945’te Varlık Dergisi okurlarınca “En beğenilen hikayeci” seçilmiştir. Artık okur ve edebiyat çevrelerince tanınan bir yazar olmuştur. Ama geçim sıkıntısı hiç bitmemiştir.
1949 yılında Orhan Kemal’in iki kitabı birden yayınlanmıştır. Kitaplardan ilki, yazarın ilk romanı olan Baba Evi, diğeri ise ilk hikaye kitabı Ekmek Kavgası’dır. Ertesi yıl da yazarın ikinci romanı yayımlanmıştır: Avare Yıllar.
Ekmek Kavgası’nın içerdiği onsekiz hikayenin hepsi de insanların gerçek savaşını, ekmek kavgasını anlatmaktadır. Hikayelerde ele alınan insanlar halktan kişilerdir. Kişilerin hemen hepsi gözü gönlü tok, kanaatkar ama insanca yaşamak isteyen ve bunun için çalışmaktan kaçmayan insanlardır.
Baba Evi, Küçük Adamın Notları üst başlığını taşıyan üçlemenin ilkidir. Kemal bu romanında çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını anlatır. Yazar her ne kadar kitabın önsözünde romanın otobiyografik kahramanının, kendisi olduğunu gizlemek amacıyla küçük adamı Adana kahvelerinden birinde tanıdığını belirtmiş olsa da anlatılan kişi kendisidir.
Orhan Kemal, Küçük Adamın Notları üst başlığı altında yayımlanan ikinci kitabı Avare Yıllar da, baba evinden ayrıldıktan sonra başıboş geçip evlilikle son bulan ilk gençlik yıllarını anlatmıştır. Üçlemenin üçüncü kitabı Cemile, bizim edebiyatımızda ilk olarak fabrika işçilerinin hayatını vermeye çalışmış bir romandır. Yani, fabrika insanlarının yaşayış tarzlarını. Aşkları, ekmek kavgaları, neşeleri, kederleri…
7. Murtaza
1949 yılında 3. çocuğu Kemali dünyaya gelir. Artık geçim sıkıntısı inanılmaz boyutlardadır. Bu nedenle ailesiyle beraber 1950’de İstanbul’a göçerler. Zor günlerdir.
“… 1953 kışı… Vakit gece… Nuriyeyle çocuklar her zamanki örtülerinin üzerine evde ne kadar battaniye, kilim varsa almış, birbirine sokularak uykuya geçmişlerdi. Ben uyanık, yalnız o gece değil, günler, haftalar gözüme uyku girmiyor… Ufacık, kutu gibi iç içe iki odada oturuyoruz. Aylık kira otuz mu, kırk mı ne? Bu parayı bile ay başı gelince veremiyorum. Kimi zaman iki, üç ay borcum oluyor… Çocukların ayağında ayakkabıları yok. Palto falan lüks bizim için. Evin reisi kim, ben. Ama cepte dolmuş, otobüs, tramvay parası yok. Soba, odun kömür hak getire. Bu işlerin altından nasıl kalkacağım? Adana’dan İstanbul’a gelişime bin pişmandım ama kalsaydım ne olacaktı… Beni işimden çıkartmışlardı. Göçmek zorundaydım.”
Yine 1952’de ilk önce Vatan Gazetesi’nde tefrika olarak yayımlanan Murtaza, kitap olarak basılmıştır. Aslında Orhan Kemal, Fabrika İnsanları adında büyük bir roman tasarlamıştır. Ama bu çalışmasını bir türlü yayımlama olanağı bulamamıştır. Yayınevlerinin önerisi ya da isteği üzerine kitabı parçalara ayırarak yayımlamıştır. İşte Murtaza bu parçalardan biridir. Murtaza büyük ses getirir. Yazar roman kahramınıyla ilgili şöyle der:
“Murtaza, komik bir tip olmakla birlikte, örneğin, bir soytarı mıdır? Kendi kendimi hemen yanıtlamışımdır: Hayır! Peki, nedir Murtaza? Murtaza bence, elleri üzerinde yürümeyi olağan saymaya başlamış bir toplum, belki de bir dünyada, ayakları üzerinde yürüyen, bakışlarını da böyle yürümeye zorlayan, kendi kendine inanmış bir kişidir. İçinde yaşadığı toplumla her an zıtlaşan, bitmez tükenmez çelişmelere düşen bir adam için, toplum kalın bir çizgiyle kabaca ikiye ayrılmıştır: Varlıklılar, yoksullar…”
Orhan Kemal bu dönemde de yoğun bir çalışma temposu sürdürmüştür: Bereketli Topraklar Üzerinde, Dünya Evi, Hanımın Çiftliği, Arka Sokak… Arka Sokak hep yoksul insanları, işçileri, kötü yaşamları anlattığı gerekçesiyle kovuşturmaya uğramıştır. Yargılama sırasında yargıç iddia makamına uyarak konuları neden hep fakir fukaradan, işçilerden aldığını; Türkiye’de varlıklı insanların, iyi yaşayanların olup olmadığını sormuştur. Orhan Kemal’in yargıcın sorusuna verdiği cevap, gerçekten de kendini anlatmaktadır:
“Ben gerçekçi bir yazarım. En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından haberim yok.”
Orhan Kemal bu davadan beraat etmiştir.
8. Dördüncü ve Son Çocuğu Işık Öğütçü
1957’de 4. çocuğu Işık dünyaya gelmiştir. Oğlunun doğumu üzerine şunları yazar:
“1957 Türkiyesi’nin pahalılığı ile alay eder gibi, dördüncü çocuk babası olarak yeni güne giriyorum, hayırlısı…”
Orhan Kemal, bu yıllarda roman, hikaye ve oyunların yanı sıra senaryo da yazmaya başlamıştır. Orhan Kemal, Lütfi Akad için hazırladığı senaryo çalışması Gurbet Kuşları filme çekilmeyince, hemen romana çevirmiştir. Suçlu, Vukuat Var, Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici ve Oğulları gibi bir çok romanını oyun olarak tekrar kaleme almıştır.
9. Son Aşkı Ülkü
1965’te Bir Filiz Vardı romanı basıldı. İlk romanlarından sonra kendinden çok bahsetmeyen Orhan Kemal bu roman ile otobiyografik romanlarına dönüş yapmıştır. Filiz (asıl adı Ülkü), yazarın son aşkı olmuştur. Orhan Kemal 1960 yılında 47 yaşındayken, Ülkü ile genç kızın çalışmakta olduğu İhsan Özmanav’ın kitabevinde tanışmıştır. 17 yaşında, zeki, alımlı, ince bir kızdır. Orhan Kemal bu tanışmadan sonra kitabevine daha sık gitmeye başlamıştır.
“… akşam, sabah, akşam, derken öğlenleri de eklendi. Elimde değil gitmemek. Onun çalıştığı kitapevinin yakınlarından geçmemek elimde değil.”
Kısa bir sürede daha sık görüşmeye başlamışlardır. İlkin Orhan Kemal bu durumu adlandıramamış ve günlüğüne şunları not etmiştir:
“Onu seviyorum demeye utanıyorum. O kadar çocuk ki. Beni bu kıza bağlayan ne?”
Orhan Kemal’in Ülkü ile ilişkisi günden güne ilerlemiş ve sonunda Orhan Kemal Beyoğlu’nda Alyon Sokak’ta Ülkü ile birlikte bir ev tutmuştur. Yıllardır kocasına destek olan ve Orhan Kemal’in romanlarındaki fedakar, çalışkan, anaç kadın tipinin temsilcisi Nuriye Hanım bunu duyunca sarsılmış, fakat bir süre sonra durumu sessizce kabullenmiştir. Orhan Kemal bu dönemde özellikle de yakın dostlarının ağır eleştirilerine maruz kalmıştır. Eşinin, ailesinin durumu, arkadaşlarının eleştirisi ve geçim sıkıntısı gibi nedenlerle Orhan Kemal, Ülkü’den ayrılmak zorunda kalmıştır. Ülkü 1963 yılında bir başkasıyla evlenmiştir.
10. 2 Haziran 1970’te Aramızdan Ayrıldı
Orhan Kemal, 1967 yazında eşiyle denize girerken bir kriz geçirmiştir. Denizden dönünce Bab-ı Ali’ye gitmiş ve orada bir kriz daha gelmiştir. Arkadaşları onu hemen doktora götürmüştür. Doktor hastanede kalması gerektiği konusunda ısrar etse de Orhan Kemal doktora ancak ertesi sabah hastaneye yatabileceğini söyleyip kafasındaki işleri halletmek üzere doğruca eve gitmiştir.
“… O gece, sırtüstü uzandığım yerden oğlum Kemali’ye, çıkmış, çıkacak kitaplarımın listesini yazdırdım. Borçlarımı, alacaklarımı not ettirdim. Hastaneye gitmek var, çıkmak olmayabilirdi.”
Tedaviden sonra düzeldi. 1970 yılında eşi Nuriye Hanım’la beraber Bulgar Yazarlar Birliği’nin daveti üzerine Sofya’ya gitti. Fakat rahatsızlığı orada da tekrarlamış, geçirdiği kriz sonrasında Sofya Hükümet Hastanesi’ne yatırılmıştır. Önceleri durumu iyi görünse de, kısa bir süre sonra konuşamaz olmuştur. Doktorlardan istediği bir kağıda şunları yazmıştır.
“… Eşe dosta selam… İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım, kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir…”
Orhan Kemal 2 Haziran 1970’te saat 21:15’te 56 yaşında hayata gözlerini yummuştur.
“İnsan dediğin cart diye ölmeli, altına oturak falan sürülmeden… Her şey birdenbire olmalı… Böyle ölmek isterim… Kimseye muhtaç olmadan” demişti. Öyle de oldu.
En küçük çocuğu Işık Öğütçü, 2000 yılında babasının anısını yaşatmak amacıyla, Akarsu Caddesi No:30 Cihangir’deki binanın 1. katında Orhan Kemal Müzesi’ni oluşturdu. Orhan Kemal’in kitaplarının yanı sıra eşi ve kendisine ait özel eşyalar da sergilenmektir.
Kaynak
Rahşan Yıldız Eyigün – Orhan Kemal’in Hayatı, Eserleri ve Orhan Kemal Uyarlamalarının Türk Sineması’ndaki Yeri, www.orhankemal.org