Hayat ne kadar karmaşık. ilişkiler hep inişli çıkışlı. Köpeğim cesur on sekizimi doldurup yetimler yurdundan ayrıldığımdan beri yanımda. Cesur’da benim gibi yol kenarına bırakılmış yalnız bir yavruydu. Hayatım tam bir kaos içindeydi. Nereye gitsem, neye elimi uzatsam olmuyordu. Anladım ki yaşamak çok anlamsızdı.Aşık oluyordum aşk mı diye kendime bile inandıramıyordum. Mert ne yapıyorsun sen diyordum?Ha birde seviyorum oda hiç olmuyor çünkü bir bakıyorum ki aşık olduğum ve sevdiğim kadın yok … Nerede bir başkasının omzunda…. Bu hep böylemi olur?Belki hayır.Belki de evet…
Nefes almalıydım.Bodrum katında rutubet içindeki tek odalı izbe yerden çıktım. En sevdiğim kitap evine gidip ne alacağımı bilmez dolaştım. Türk edebiyatı kısmına ilerledim, raflardan gelişi güzel elime aldığım romanları inceledim. Yeni çıkanlara baktım. Kimine güldüm, kimisine ise acıdım.Hepsi bir oyun gibi. Kafam allak bullak. Bu kitap evlerinde ev çok okuma köşelerini seviyorum. Her zaman boş olan köşedeki kahverengi deri koltuğa, kendimi yeni doğmuş bir bebeğin o berrak zihnine sahipmişim gibi bıraktım. Okumaya başladım.
Bir bakıyorum kumsalda kitap sayfalarının üstünde güneşleniyorum..o anlamlı, anlamsız sayfaların üstünde. Denizin üstünde en sevdiğim kitaplar yüzüyor. Köpüren dalgaların altında boş çizgisiz kağıtlar. Nasıl yüzüyorlar diye düşünürken denizin derinliklerini görüyorum . Koyu gri fikirler, çakıl taşlarına sarılı umutlar,irili ufaklı hayaller , üst üste birikmiş yıkıntılar , dibe batmış hayatların kalıntıları, kopkoyu mavi mürekkebe bürümüş doğumlar,ölümler hatta üstlerinde yaşadığını zanneden ama yaşamayan bedenler. Yüzen çizgisiz boş kağıtların oksijeni bunlar olmalı dedim. Denizin karanlık diplerine kadar inen mayıs ayının güneşinin vurduğu kıyılarda yosunlar yeşermekte. Midyelerde inci parlamakta, kayaların sırtlarına yosunlar, salyangozlar yapışmaktaydı. Acaba güneşle harmanlanan tuzlu suya inen adımları hissediyorlarmıydı ? Ufukta gözüken hüzün yüklü bir gemi mi o? Dumanını tüte tüte gidiyor. Gidiyoruz.
Tüten bacanın karşısındaki evin önünde duruyorum.İçerisi aydınlık belliki yaşayanlar var.Bu zamanda sobalı ev mi kaldı ki? Kağıdın küllerine bulanmış minderde geçmişe yanmak , yavaşça yok olmak. Ha birde mindere sahiplenmiş zamanı kıskandırırmışçasına yatansiyahtan griye çalano kedinin yerinde olmak vardı şimdi… Mayıs ayında ne diye soba yakmışki bunlar kedi bile bunaldı işte camdan öylece bana bakakaldı.O an cesuru yanıma almadığıma kızdım.Ben haddini bildiremezdim bu mayıs ayında sobanın dibindeki minderde mayışan kedinin. Ne yakıyordu ki bunlar duman ne oduna nede kömüre benziyordu.Bacadan etrafa yanık kağıt kokusu geliyordu.Yoksa kitaplarımı yakıyorlardı.Belki de mektuplar yada dilekçeler ama belli ki tutuşturdukları anılarıydı. Kapıya yaklaştım haddim olmadan zili çaldım kaybedecek neyim olabilirdi ki?Bir kere çaldımaçan yok ikici kez denedim yine ses yok.İçerden Kapıya yaklaşan garip bir ses, kapıya yaklaştı açacaklar sandım zile ısrarla tekrar bastım gözünü ahşap kapının deliğine dayamış bir göz olduğuna iddiaya girebilirdim.
‘’Merhaba.’’
Elimle kapıya vuruyor fütursuzca zili çalmaktan vazgeçmiyordum.Ne kadarda sinir bozucu içerde yaşan her kimse,kimseler için.
Kapı gıcırdayarak yavaşça açıldı. Bir an panikledim ve oradan kaçmak istedim.Ne diyecektim tüten bacanızı izlerken yanan kağıt kokusunu soludum ve ne yaktığınızı merak ettim mi ? Ama kapının önünde beni tutan bir şey vardı ve kapının açılmasınıbekledim. Kapı ardına kadar açıldı , karşımda küllü kedi.Kapıda beni izleyen meraklı göz,yüz bir kadın yada erkek yoktu karşımda. Nerede bu insanlar diye kapıda bir hareket bekledim.Birden müziğin yükselen sesini duydum.İçeriden geliyordu ve yanan kağıt sesleriyle karışıyordu. Sobanın üst demiri kaldırılıyor ve içine bir şeyler atılmaya devam ediyordu.
‘’Ne bekliyorsun delikanlı, ısrarlı çalışın kapıda kalmak içinmiydi.’’
İçeri girdim ev buram buran kitap kokuyordu, yanık kağıt kokusuyla karışık..Ahşap parkelerde tekerlekli sandalyenin sesine benzer bir sesle adımlarım durdu.Bana yaklaşan sesle karşılaşmak için duraksadım.Etrafıma bakınıyordum. Duvardatarihi eser denebilecek kadar eski,üç saat geri kalmışguguklu ahşap saat.Sararmış, tozlanmış 25 mayıs 1969’dan beri koparılmamış takvimde parmak izleri . Özenle seçilmiş , çerçevelere yerleştirilmiş mektuplar. Kim mektupları çerçeve yaparda asar? Kristal bir avize, dumanın isinden parlamaz halde,yerlerde yazılı kağıtlar biraz ilerde kitaptan bir sehpa yanında bir koltuk üstü ciltli not defterleri deliriyorum sanırım , diye düşünürken karşımda bayağı yaşlı ama oldukça akıcı konuşan adamı görünce afalladım.
‘’Be be ben !’’
‘’se se sen !’’
Dalgamı geçiyor bu yaslı adam benimle. Deli işte. Diye içimden geçirdim.
‘’Evlat sen satıcımısın? Alıcımısın ? Satıcıysan alacağım bir şey yok. Alıcıysan satacağım birşeyimde yok. Eğer seni kızım gönderdiyse benim merak edilecek bir durumumda yok, ha oğlum yolladıysa seni , parayada ihtiyacım yok.Kim yolladı evlat seni?’’
‘’Kimse .’’
‘’Kimse mi? Eee! ne diye kapıma dikildin açana kadar merakla çaldın durdun beni en güzel saatlerimden alıkoydun…’’
Kulağımda garip çalan müziğin çaldığı köşeye doğru başımı çevirdim merakla bana bakan gözlerde benimle birlikte otarafa doğru çevrildi. Ne güzelde bir müzik kutusuydu bu gözlerim parladı ve o an yaşlı ayakları hissiz ama kalbi beyni adeta sürekli yenilen gün gibi berrak adamın telaşını hissettim.
‘’Sen hırsızsın.Beni takip ettin yalnız olduğumu anladın ve kapıma dayandın.Evlat buradan çalacağın şey seni ne zengin eder ne de mutlu ancak seni deli eder.’’
‘’Ben hırsız değilim .Tüten bacanızdan yanan kağıt kokusu beni buraya getirdi.’’
Kafasını sobaya çevirdi ve yığınla mektup ve kitabın yanmakiçin dizildiğini görünce içi sızladı.Ne yapıyorsunuz siz nasıl yakıyorsunuz delilik bu?,
‘’Asıl onlarla bunca sene yaşamış olmam delilik gelmeyecek bir mektubu bekledin mi sen?Gelmeyecek bir sevgiliyi ve asla bir daha tek satır bile yazamamanın verdiği acıyı. Bu kitaplar yazamadığım her gün hissiz bacaklarıma omuzlarıma yük oluyor yaktıkça hafifliyorum.Anla evlat ben işe yaramaz bir ihtiyarım.Bugün burada gördüğün her anı, hikaye,aşk,ayrılık,özlem,evlatlarımın duyarsızlığı onu aldattığım için çekip giden karım yanıp kül oluyor. Bir tek aldandığım aşık olduğum satırlar ve beklenen sevgili kalıyor olacak.‘’
***********
‘’Pardon, son kalan kitabı elinizde tutuyorsunuz almayacaksanız bakabilir miyim?’’
Birden kafamı kaldırdığımda bana aval aval bakan kızla göz göz geldim. Elimdeki kitabın kapağına iştahla bakan, heyecanlı sarışının pörtlettiği gözlerinin çevirdiği yere çevirirdim istemsizce başımı bende. İkimizde ellerimin arasında terden nemlenmiş kapağına kilitlenmiştik.
‘’Bir saniye kızım ya sakin ol. Alacağım ben bu kitabı. Bas git.. ’’ Diye sesimi yüklettim. Son kitabı elimden almak için sabırsızlanan kız yırtık kot Jean pantolunun cebine ellerini sokup saçlarını küfür eder gibi savurarak döndü. Hızlıca yanımdan söylene söylene uzaklaştı. Kapağa bir kez daha baktım.
Deniz kıyısında tepede güneş etrafa saçılmış kağıtlar ve bacası tüten evin savrulan külleriyle griye boyanmış sayfada bana bakan kediye baktım. Cebimde kalan son paramı da kitaba verdim. Poşet istemedim. Gereksiz kirlilik. Elime aldım sıkıca tuttum. Zihnimde yaşlı adam hala mektupları kömür kovasına dolduruyordu. Eve gittiğimde cesur kapıda beni bekliyordu. İçeri girdim kapıyı ardına kadar açık bırakıp banyoya doğru ilerledim.
Hayat bu kadar basit olmamalı yaşamak için diye aylardır düşünüyordum. Ne anne, ne baba ne de bir akraba… Ben, Cesur ve Yaşlı adam vardık bu anda. Cesaretimi topladım, tavanda sebepsizce asılı duran canımı her gördüğümde sıkan kancaya Cesur’un tasmasınıtakıp boynuma geçirdim. Cesur’a ‘’güle güle evlat’’diye seslenip ‘’hadi git’’ diye kapıyı gösterdim. Sonra tek bir satır arası yalnızlık kalana kadar hepsini ihtiyar adamın kaldığı yerden yakmaya devam ettim.