“Ne zaman bir dosta gitsem, evde yoklar” deyip, sonra dostlarıyla bir ateş cehennemindeyken “Yaşamak görevdir bu yangın yerinde / Yaşamak, insan kalarak” diyebilen, özlemi 21 yıldır içimizi yakan bir güzel insanı, Metin Altıok’u anlattık sizler için…
Zamanlı Gazel
Kendini yollara vurdun, değişen çevreye kandın bir zaman
İçinde dönen başıbozuk sıkıntı, geçer sandın bir zaman
Donmuş kentlerden geldin, sen bu kavruk yangın yerlerine
Ürperen yalnız yüreğini, kızgın gurbete bandın bir zaman
Düşündün geceler boyu, peşinden gelen tekinsiz geçmişini
Gönlündeki göçük aşkın oduna, için için yandın bir zaman
Sonunda gide gide, adına uygun düşen, yalnızlığına kondun
Yorgun bedeninde zamana karşı, çırpınan candın bir zaman
Üzülme altıok metin, hüzünlerle geçen tarazlanmış ömrüne
Sen yoğun sis içinde sesi duyulan, uzak çandın bir zaman
Bergamalı Melahat Moral ile matbaa işçisi Süleyman Altıok’un ilk çocukları olan Metin Altıok, 1941 yılında, İzmir Karşıyaka’nın Alaybey mahallesinde doğar.
Ben Şimdi Biraz
Ben şimdi biraz da
Senin için görüyorum;
Gökyüzünün parlak,
Bakış seken mavisini.
Ben şimdi biraz da
Senin için duyuyorum;
Gecenin o sarsak,
Yokuş çıkan ezgisini.
Ben şimdi kanayarak
Senin için yaşıyorum;
Sazan derisi gibi
Günlerimi külle soyarak
İlk ve orta öğrenimini İzmir Karşıyaka’da tamamladıktan sonra AÜ Dil Tarih ve Coğrafya fakültesinde Felsefe okur.
1966 yılında fakülteden sınıf arkadaşı Füsun Akatlı ile evlenir.
Sevmiyorum Seni
Şimdi benim buzdan bir döşekte
Üç büklüm olmuş zavallı sevdam,
Üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan;
Bil ki senin hep böyle güvensiz,
Yaşamdan korkar oluşundan.
İşte bunun için sevmiyorum seni
Şimdi benim bir han avlusunda
Hiç bitmeyecek umutsuz kavgam,
Soluyorsa başı önde yorgunluktan;
Bil ki senin hep böyle umarsız,
Yarını göze alamayışından.
İşte bunun için sevmiycem seni.
1960’lı yıllarda Metin Altıok sürekli resim yapar. Bir de kimselere göstermediği şiirler yazar. Şair yönünü kendisi dışında bilen hiç kimse yoktur; şiirlerini kimselere göstermez ve herkes onu ressam bilir; Çetin Sipahi, Orhan Taylan, Fahir Aksoy gibi ressamlarla karma sergilere katılır.
Bir Yalnızlık İşareti
Bir cam gibi önünde
Yüzümü elinle sil,
Hohlayarak üstüne.
Seyret boş bir sokağa
Hüzünle yağışını yağmurun.
Sonra kaplasın yavaşça,
Ilık buğusu soluğunun
Yüzümü baştanbaşa.
Ve bırakıp gittiğinde
Bir küçük boşluk kalsın
Alnını dayadığın yerde;
Bir yalnızlık işareti
İşleyen ta içime.
Şiirleri 70’li yıllarda yayımlanmasına karşın Metin Altıok, şiirlerinin kaynakları bakımından 60’lı yılların geç ürün veren şairlerinden biri olarak nitelendirilebilir.
Günlerden Öyle Bir Gün
Günlerden öyle bir gündü;
Üstüne tarih düştüğüm.
Gözümün önüne geldi birden
Balkıyan güzel yüzün.
Ve yüreğim yandı söndü,
Ter bastı avuçlarımı.
Bir işlek kovan uğultusu
Kapladı kulaklarımı.
Uzandım usulca cigarama;
Yavan ömrüme katık.
Ben o gün öldüm gülüm,
Bir daha ölmem artık…
İlk şiir kitabı Gezgin’de Servet-i Fünun’dan, Ahmet Haşim’den, Ahmet Muhip Dıranas’dan, İkinci Yeni’ye, ve 60’lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar çeşitli etkilenmeler bulunmaktadır. Bu kuşağın en romantik, duygucu şairleri arasında olan sanatçının dili yalındır. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı sever. Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlanır. Behçet Necatigil’in söylediği gibi: “İlk kitabıyla şair olur.”
Sarıl Bana
Bu yaşıma geldim içimde bir çocuk hala
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken,
Var olan aşınıyor zamanla.
Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.
Anıların kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.
Sevgiden caydığım yerde darıl bana.
Annesiyle ilişkisinin iyi olmadığını bazı dizelerinde dile getirir şair… “Kötü annem, beni komşunun oğlu kadar seven annem” der. Annesi ‘sevgisizliğin’ ilk imgesi olarak geçer şairin kişisel tarihine. Çocuklarıyla şefkat ilişkisi kurabilmiş bir kadın değildir Melahat Hanım: Eşinin yumuşak başlılığı karşısında otoriter tarafı ağır basan, aynı nedenle hırçınlaşan, maddi zorlukların getirdiği gelecek kaygıları içinde giderek katılaşan ve tüm bunların acısını biraz da çocuklarından çıkaran, zor bir kadındır.
Evde Yoklar
Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.
Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.
Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.
Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa
52 yıllık yaşamında canı ölesiye yansa da bildiğinden şaşmayan bir Metin Altıok, 7’sinde neyse 70’inde de odur. (Ama yetmişinde olmasına izin verilmemiştir.) O yıllarda da, ileride tüm şiirine hakim olacak acı yanıbaşındadır Altıok’un. Hatta kimi zaman fiziksel boyutlarda…
Beraberken
Beraberken kıymetini bilmedimdin
Elim ayağımdın sanki zora koştuğum.
Bir yetim şiir kaldı yanımda şimdi,
Kaybetmekten deli gibi korktuğum.
Bir kum saatiyim sensiz geceden gündüze
Altı durmadan üstüne getirilen.
Bu nasıl zaman ki çakılı kalmış güze,
Doğmamış çocukları evlatlık verilen.
İşte böyledir gülüm bazı şeylerin
Hiç hissedilmez varlıkları ama,
Yoklukları bir uçurum kadar derin
Baş döndürür kıyısında nasıl da.
Ey bir hüznü büyüten solgun anne!
Sen de düşün benden sana kalan ne.
Arkadaşı Mehmet Taner’e anlattığı trajik hikayede olduğu gibi… Ki bu hikaye, şairin sonu düşünülerek okunduğunda söylenecek söz bırakmaz insana:
“Biliyor musun, beni kaynar kazanda kaynattılar” dedi Metin Altıok birden. Yüzü karmakarışıktı… Küçücük bir çocukken, İzmir taraflarında, annesiyle babası tarladaki işleriyle meşgulken, bir ağacın altına bırakmışlar onu. O yaz sıcağında, bir akrep tarafından sokulmuş: Akrebin zehrini alsın diye, çevredekiler, ateşin üzerine koydukları bir kazan dolusu suya sokup, suyu kaynatmışlar… Gözyaşlarına boğulmuştu, “Küçücük yahu, daha küçücük bir beden suda kaynatılıyor, düşünsene” demişti.
Bir Gün Ölürüm
uzak, solgun çocukluğum;
akşam alacası, kasaba,
çatılarda kargalar.
hüzünlü gençliğim;
sabahçı kahveleri,
umutsuz aşklar.
bir anı tüneği şimdi
yaşadığım geçmiş yıllar.
ben derim ki;
ömrüm, ömrüm!
mumlar neden eriyip sönerler de
tersine doğru yanmazlar uzayarak yeniden
ve insan doğmak ister mi
bir daha ölmek için?
ölümü arayarak geçti
bunca yılım.
kötü annem
beni komşunun oğlu kadar seven,
yok olan babamdı belki
ölüm tutkumu pekiştiren.
elbet bir gün ölürüm.
ömrüm, ömrüm
ve yanan mum
kara bir fitil bırakan ardında
ne kadar benziyor birbirine.
zifiri karanlık gece.
mum bitti yanmadı tersine.
beyaz mürekkeple yazdım
bu şiiri karanlığın üstüne.
ben derim ki;
geçip gider zaman.
geri alınmaz bazı şeyler.
ömrüm, ömrüm
ve yanan mum biter.
soğur cehennem bile.
Neyse ki babası Süleyman Altıok, mutsuz ailenin ve şairin denge unsurudur. Eşi ne kadar sevgisizse, Süleyman Bey’in de bir o kadar sevgi fazlası vardır. Eksikliği ölüme eş olan… Zaten şiir de bunu işaret ederek sürer: “Kötü annem, / Beni komşunun oğlu kadar seven, / Yok olan babamdı belki / Ölüm tutkumu pekiştiren…”
Sonbahar
Sonbahar-ki acının değişmez dipnotudur-
Sesinin solgun göğünde
Küçük bir yıldızla bir harfi tutuşturur.
Savrulur her yana kavruk kelimelerle,
Yüreğini acıyla buruşturur.
Bakışının pasıyla zırhlanan dünya,
Binlerce pıtrak yapıştırır yüzünün kumaşına
Sonbahar-ki doyumsuz bir aşkın sonudur.
Babasıyla nefes alan Metin Altıok, tavan arasındaki odasında, evdeki mutsuzluktan uzak bir dünya kurar kendine. İlk resimlerinin, ilk dizelerinin kağıtla buluştuğu yer olur odası. Tabaklara gül desenleri çizer. Odanın içinde dolaşarak yüksek sesle şiirlerini okur. Bazen çizgiyle bazen de şiirin, canının çektiği kelimenin arayışıyla saatler geçirir o odada. Belki de ustalık öncesine denk düştüğünden bu çocukluk ve gençlik saatleri, yıllar sonra ilk şiir kitabını çıkardığında “çıraklık dönemi olmayan şair” denecektir kendisine.
Hançerin Sapı
Bekliyorum kaç zamandır;
Uykusuzum, sabırsızım.
Başımı acıtıyor
Geceleri yastığım.
Dilim kurumuş
Bir su yatağı,
Katı sözcüklerle
Dolu tozlu ağzım.
Bakıyorum eski
Fotoğraflara.
Hafız Burhan dinliyorum
Taş plaklardan.
Bir pencere çarpıyor
Viran yüreğimde,
Sıvalar dökülüyor
Pervazından.
Dörtnal giden
Ürkek bir attan
Düşüyorum da sanki,
Takılı kalıyor
Ayağım üzengiye.
Sürükleniyorum
Sırtüstü
Çalılar, dikenler içinde.
Mevsim kışa dönüyor,
Hızar sesleri geliyor
Dört bir yandan.
Odun taşıyor
Yorgun kamyonlar.
Kuşlar da gitti.
Çiçekler gelecek bahara
Tohum saçıyor.
Ailenin “Altıok” soyadını almasına, Atatürk ile karşılaştığında yakasında gördüğü altı oktan esinlenen, Süleyman Bey’in babası karar verir. Bu kararda asıl neden ailenin Atatürk’e duyduğu saygı ve sevgidir. Ancak ilerleyen yıllarda, bir dönem, bu soyadının “Altınok” olarak değiştirilmesi için aileye baskı yapılsa da Altıok ailesi bu konuda taviz vermez.
Sis
Özenle boyadım ipliğini sevginin,
Gidip de bulamamanın incinmiş rengine.
Sisi gümüş bir rüzgarla tepelerden eğirdim,
Dokudum yalnızlığın bu serin kumaşını,
Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.
Ölümü tastamam ezberledim de geldim,
Dilimde bu buruk türkü tadıyla
Bilmem ki buradan nereye giderim.
Sonunda kendime bir top yangın edindim,
Soluğumla besledim dudağımın ucunda.
Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,
Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri
Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla.
Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,
Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya.
1960’lı yıllar… Füsun-Metin Altıok’un evleri hemen her gece yakın dostlarıyla dolar. O evde yeni bir dünyanın düşleri kurulur, edebiyat tartışmaları yapılır ve türküler söylenir her gece. Metin Altıok’un sesi çok güzeldir. İstenir ki hep o söylesin. Ama Ruhi Su gelince hepsi susar; çünkü onun sazı ve sesine hepsi hayrandır. Ve hepsi harıl harıl kitap yazar, kitap çevirir, kitap basar o dönemde.
Geriye Kalan
Bir anahtar verdindi bana
Kabaran yüreğimi bilerek.
Kullanıp durdum onu gönlümce,
Aşkıma kenar süsü diyerek;
Aşındırdım dişlerini zamanla.
Geriye ben kaldım işte.
Yalan olur sevmedim dersem;
Ama yolcu yolunda gerek.
Ey ömrümün uğuldayan durağı;
Yanlış hesaptan dönerek,
Benli günlerini sil istersen.
Geriye sen kaldın işte.
1970’li yıllar. Naifliğin yerini sertliğin aldığı bir dönem. Füsun Akatlı, Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde doçenttir. Denemeler yazar, eleştiriler yapar, kitaplar çıkarır. Metin Altıok da o süreçte ilk şiir kitabını yayınlar. Behçet Necatigil’in söylediği gibi, “ilk kitabıyla şair olur.” Türkiye’nin inişli çıkışlı yılları Ankaradaki evi de etkiler. İki sanatçının zorlu üretimleri, yaşam biçimleri evde sorun çıkarmaya başlar, gelgitler yaşanır.
Ormanların Gümbürtüsünden
Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden,
Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden.
Bir yüzük yaptım belli belirsiz,
Eski bir gramafon sesinden.
Bir yüzük serçe parmağın için,
Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.
Bir yüzük yaptım terli bir yüzük,
Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden.
Yanmasını bilen bakır bir yüzük,
Evime akım taşıyan elektrik telinden.
Bir yüzük yaptım, bir yüzük ki;
Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden.
1979’da, Metin ve Füsun Altıok çiftinin yolları tamamen ayrılır. Füsun Akatlı onu yolcu ederken Altıok’un yanında giysileri dışında sadece şiir kitapları vardır: “Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden / Bir yüzük bükerek hoşça kal sözcüğünden”…
Çakıltaşları
Duru bir suyun dibindeki renkli çakıltaşları
Nasıl taşarlarsa oynak renkleriyle biçimlerinden,
Esneterek cansız ve katı sınırlarını;
Tıpkı o çakıllar gibi taşırıyor benim de sesim,
Dilimdeki sözcükleri kalıplarından dışarı.
Acıyla, hüzünle ve umutsuzlukla
Çoğaltarak gün be gün bilinmedik bir aşkı.
Kız kardeşi Meral Altıok’a “On taneden fazla şiir kitabı çıkarmayacağım, elli yaşından fazla yaşamayacağım, ölümüm yatağımda sıradan bir ölüm olmayacak.” demiştir Metin Altıok. Dediklerinin hepsi de çıkar ne yazık ki. Metin Altıok bilir gibidir başına gelecekleri. Sadece bu sözüyle değil, şiirleriyle de anlatır, kendisini bekleyen sonu.
Kor Düşseydi
Kor düşseydi keşke yüreğime,
Bu yine anlaşılır olurdu.
İçimde suyu kesilmiş bir fıskiye,
Birdenbire buruşup soldu.
Hoşçakal diyebildim güçlükle,
Sesimi iğneden geçirerek.
Dönüp arkama yürüdüm,
Adım adım gittikçe küçülerek.
Sen bana bir gurbet sundun,
Buğulu çocuk gözlerinle.
Öpüp başıma koydum,
Sevginin solgun güzelliğiyle.
Bingöl’de felsefe öğretmenliği yaparken Metin Hoca’nın öğrencilerine öğüdü ise kendini özetler gibidir: “Çocuklar; sorgulayın, irdeleyin, sorun, sürekli sorun, sakın susmayın, günlük yaşamdan kopmuşsanız, hayattan da kopmuşsunuz demektir.”
Kavaklar
Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar…
Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.
Omuzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.
Ah kavaklar, kavaklar…
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
Bingöl’deyken sınıfın penceresinden, Çapakçur Deresi’nin etrafındaki kavak ağaçlarına dalar sık sık: “Ah kavaklar, acı düştü peşime ardımdan ıslak çalar”. Aklından ille Zeynep geçer; varsa Zeynep, yoksa yine o! Yokluğu acı, kavak ağaçlarına dert yanılan. Öğrencilerine en çok anlattığı da yine Zeynep’tir. Kızını yâd edişlerini ise şöyle tamamlar kimi zaman: “Bingöl’ün karı, dağı, balı meşhur ama benim gönlümde kızımdan daha önemli hiçbir kimse olamaz.”
Sesinin Yumuşak Kavı
Konuş, durmadan konuş
Sesinin yumuşak kavı
Sevgiyle parlatsın
Bütün anlamları.
İşte bak sözcükler,
Bekliyorlar sıralarını
Konuş, durmadan konuş
Köpürtsün aşkı ve hayatı
Dişlerinin ışıldayan beyazı,
Adım da bekliyor unutma,
Benimle birlikte
Sesinle birlikte parlatılmayı
Metin Altıok’un “erken olmuş yemişim, dalımın yaralısı” dediği kızı Zeynep Altıok anlatıyor:
Babamla yürüyüşlerimizin uzun molalarını alırdık. Çankaya’daki evimizden çıkar Botanik bahçesine yürür ve mutlaka ben çok seviyorum diye yolu biraz uzatır, “vapur ev”in önünden geçer öyle dönerdik. Yol boyunca mevsime göre sonbahar yaprakları ya da akşamsefası tohumları toplardık. İzmir’de ise Bostanlı’dan çıkar Karşıyaka’ya inmek için otobüs beklerdik. Bir oyunumuz vardı: Babam bir sigara yakar ve “Sigaram bittiğinde otobüs gelecek!” derdi. Nasıl olurdu bilmiyorum, ama otobüs hep o sigara bittiğinde gelirdi.
Ölümden Konuşacaktık
Evet sırasıdır, ölümden konuşacaktık,
İntiharın ebruli ipliğiyle
Bir düğün gecesinde senin
Yakası işlemeli giysinden.
Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen
Örtüler satan bohçacı ölümden.
Boynuna taktığın eğri taneli
İki sıra inciden konuşacaktık,
Seni ürküten tren sesinden
Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede
Karşımıza apansız çıkıveren
O ihtiyar dilenciden.
Gel ölümden söz etmeden önce
Bir şeyler içelim seninle.
Buğulu bir bardağın içinde,
Buzlu ve limonlu votkayla birlikte
Konuşalım ölümden,
Bir samanyolu olsun masamızın üstünde.
Hadi gel konuşalım,
Sulanmış bir taşlığın serinliğinde.
Akşam sefaları içinde,
Bir masa, birkaç sandalye
Ve ikimiz ölümden konuşalım,
Senin ağzında gül, benimkinde menekşe.
Yarına var mısın söyle?
Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna,
Rüzgarın savurduğu tohuma,
Kavağın pamuğuna var mısın,
Bir ağacın kavına,
Deri değiştirmesine yılanın,
Kozadan çıkan kelebeğe,
Hatmiye, atkestanesine?
Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım.
Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe,
Ama ne olursa olsun biz yine
Ölümden konuşalım seninle
Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.
Bir bardak çatlarsa durduğu yerde,
Bir aşk ansızın biterse,
Ayna kırılırsa yüzünle birlikte,
Zamanıdır konuşmanın ölümden.
Bir çiçek olağanüstü güzellikte
Açıvermişse bir sabah,
Bir topal aksamadan yürümüşse,
Hadi gel ölümden konuşalım;
Yüzünü al basmış hasetçiden
Ve onun elindeki kuru değnek bile
1993’te dördüncüsü kutlanacak Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a gitmek üzere davet alır. Aydınlık’a yedek yazılarını yazıp bırakır. Akşam, evde, o güne dek hiç yapmadığı bir şey yapar. Bütün şiir kitaplarını tek tek imzalar eşi Nebahat Çetin’e… Giderken masanın üzerine kendi resmini çizdiği bir kağıt bırakır; eşine döner, “Yandığımın resmidir” der.
Yangın Yeri
Bu Yangın Yerinde
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak
Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek
Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak
Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek
Kucaklıyor beni Metin Altıok
“Aldırma” diyor gülerek
“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak”
Ataol Behramoğlu
2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde, yangın öncesi bekleyiş sırasında; üzerlerine binlerce taş yağarken “Burada ölürsek geride kalanlar ne yazar hakkımızda?” diye sorar biri. Metin Altıok şu cevabı verir:
“Şiir yazarlar…”