https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

İnce Memed (1955)
Yaşar Kemal’in 32 yıllık bir sürede yazdığı 4 kitap şeklinde basılan İnce Memed, Türk Edebiyatı’nın baş yapıtıdır. İnce Memed, sadece roman değil, destan romandır. Roman dilinin başka dil ustalıkları katılarak, yeni bir dilin yaratıldığı başyapıttır. Yarattığı karakterlerin, kendisinden büyük olmasını başaran yazarlardandır.

“Görüş sahası ne kadar dar olursa olsun, insan muhayyilesi geniştir. Değirmenoluk köyünden başka hiçbir yere çıkmamış bir insanın bile geniş bir hayal dünyası mevcuttur. Yıldızların ötelerine kadar uzanabilir. Hiçbir yer bulamazsa Kaf dağının arkasına kadar gider. O da olmazsa, düşlerinde yaşadığı yer başkalaşır. Cennetleşir.”

“Konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü, sonu felakettir.”

Orta Direk (1960)
Yaşar Kemal, Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu romanlarından oluşan Dağın Öte Yüzü üçlemesinde, yalak köylülerinin yaklaşık 13 aylık bir süreyi kapsayan yaşam mücadelelerini anlatır. Orta Direk’te köylülerin yaz sonunda pamuk toplamak için Çukurova’ya gidişlerini anlatır.

Yaşar Kemal, bu üçleme için “Çok ağır, çok zor koşullar içinde yaşayan sonsuz bir direnişle yaşamını sürdüren insanların hikayesidir.” der.

“Halil Emmi, daha kaç gün kaldı senin döngele turnalarının gelmesine? [….] İt dölü. Adam değil ki Mollanın oğlu. Yayvan yayvan güler. Pis. Sırıtkan. Yolunu değiştirdi, başka, uzun bir yola saptı. [….] İyice kocadım mı ola? Seksenini de geçmiş olacağım Allalem.”

Yer Demir Gök Bakır (1963)
Bu üçlemede Yaşar Kemal, kurguda ve anlatımda yeni teknikler dener. Bu romanda ise köylülerin Adil Efendi’ye olan borçlarını ödeyemeyecek olmalarının onlarda yarattığı korku ve bu durumdan kurtulmak için ermişe döndürdükleri Taşbaş’ın öyküsü anlatılır. Bu romanın, Orta Direk’ten farkı, anlatıcı taraf tutarak, kendi düşüncelerini rahatlıkla ifade ederek okuru yönlendirmeye çalışır.

“O mavi kuştan, yanar döner kuştan… Hani, su kıyılarındaki yarları yılan deliği gibi deler, çok derinlere kadar deler, ta dibine, toprağın altına gider, oraya yuvasını yapar. Yuvalarının ağzında da her zaman bir çiçek biter. Ya bir yoğurt çiçeği, ya bir pampal, ya ağınağacı çiçeği, ya bir su püreni. O kuş çiçeksiz edemez, işte o kuştan bir tane tutmalı.”

Binboğalar Efsanesi (1971)
Kitap Çukurova’da tükenen bir yörük obasının yaşadıklarından esinlenerek yazılmıştır. Yaşar Kemal, “Boğa Çukurova Türkmenlerinde döl bereketi anlamına gelir. Bir de bizim Toros Dağları’nın adı Binboğa Dağları’dır. Toroslara, Toros dendiğini şehirde duydum.” der.

“Bu gece beş mayısı altı Mayısa bağlayan gecedir. Bu gece denizlerin ermişi İlyas’la karaların ermişi Hızır buluşacaklar. Dünya kurulduğundan bu yana bu iki ermiş her yıl, yılın bu gecesinde buluşurlar. Eğer bir gün buluşmayacak olsalar denizler deniz, topraklar toprak olmaktan çıkar. Denizler dalgalanmaz, ışıklanmaz, balıklanmaz, renklenmez, kururlar. Topraklar çiçeklenmez, kuşlar, arılar uçmaz, ekinler yeşermez, sular akmaz, yağmurlar yağmaz, kadınlar, kısraklar, kurtlar, kuşlar, börtü böcek, tekmil yaratık doğurmaz . Eğer onlar buluşamazlarsa… Kıyametin habercileri Hızırla İlyas olacaktır.”

Yağmurcuk Kuşu (1980)
Yaşar Kemal’in Kimsecik Üçlemesi, Yağmurcuk Kuşu (1980), Kale Kapısı (1985) ve Kanın Sesi (1991) romanlarından oluşan üçlemesidir. Bu üçleme, otobiyografik öğeler taşır. Babası gözleri önünde öldürülen çocuk Mustafa’nın, intikam alma hikayesi değil, insanın özündeki korku duygusunu açığa çıkmasıdır.

“Bu ağacın şakır şakır kanadığını ilk olarak Mustafa gördü. Bütün çocuklara korkarak, gözleri büyüyerek usul usul anlattı. Sonra çocuklar geceler boyunca ağacı beklediler, sonunda ağacın bir pınar gibi kanadığını gördüler, yaralı bir kurt gibi de bü­tün yapraklarıyla birlikte inlediğini duydular. Sonradan köyün kadınları, arkasından da yaşlıları, erkekleri bu tansığı gördüler, duydular, tanık oldular…”

Ağrı Dağı Efsanesi (1970)
Ağrı Dağı Efsanesi, Ahmet ve Gülbahar arasındaki aşkı anlatır. Ürpertici epik bir üslup, pürüzsüz bir kurgu, etkileyici ve güçlü karakterleri ile bir aşk destanıdır. Ayrıca, Yaşar Kemal insan psikolojisinin derinliklerine iner.

“Gülbahar orta boylu, dolgundu. Duru, açık bir teni vardı. Buğday benizliydi. O, kızkardeşlerinden başka türlüydü. Ağrıdağı kadınları gibi üst üste dökmeli fistanlar giyer, saçlarını kırk örgü yapardı. Gerdanlığı altındı. Ayak bileklerine Ağrıdağı kadınları gibi altın, inci, zümrüt halhallar takardı. Çok zekiydi. Az konuşur, hep inceden gülerdi. Öteki kardeşleri erkek olsun, kız olsun, saraydan çok az dışarı çıkar, çok az halkın arasına katılırlardı. Gülbahar böyle değildi. O, hep halkın arasındaydı.”

Demirciler Çarşısı Cinayeti (1974)
1974’te yazdığı romanın, diğer romanlarıyla ortak temaları vardır. Roman, Yusufçuk Yusuf (1975), Akçasazın Ağaları üçlemesinin ilk iki kitabıdır. Ölüm, öldürülme korkusuyla ilerleyen destansı bir romandır. Zengin ve destansı betimlemeler, romana destansı dil ve söylem atmosferi verir.

“O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çektiler gittiler. Bir kere, iki, üç, dört, beş kere, yüz kere, bin kere söylüyor, içini bir ağlamanın, doya doya ağlamanın, kırgınlığın korkunç bir öfkeden geri kalmışlığın yumuşaklığı, hüznü, ağlamak isteği dolduruyor, bu erişilmez duyguyu kaçırmamak için de durmadan sözleri arka arkaya söylüyor, bir kaçırırsa, bir daha bu erişilmez tada varamayacağını sanıyordu.”

Sarı Sıcak (1955)
Yazarın 1955 yılında yayınlanmış ilk öykü eseridir. 22 öyküden oluşuyor. Yaşar Kemal’in dili yalın, çarpıcı. Köylülerin diliyle, insanlık adına konuşuyor. Sadelik ve dürüstlükle anlatılan bu öyküler insanın belleğine kazınıyor.

“Gözleri donuverdi. Baktım ses soluk yok. Çocuk kucağında. Baktım ses soluk yok. Güneş tepeme işlemiş. Bir hoş oldum. Gerisini bilmiyorum. Kendime geldim ki ne göreyim, tozun toprağın içine belenmişim. Her yanım sızlıyor. Atı, arabayı koydunsa bul. Seğirttim şimdi. Sarı sıcağın altında… Beygirler, dedim, ya götürüp bir dereden yuvarladılarsa? Dirisi gün görmedi… Ölüsü, dedim, ölüsü olmasın irezil.”

Teneke (1955)
Bir Anadolu kasabasında çeltikçi ağaların ektikleri çeltik sıtmaya neden olur. İdealist genç kaymakamın halk adına ağalarla mücadelesini anlatır. Kaymakam ardından teneke çalınarak sürülür. Romanda yerel dil fazlaca kullanılmış, o yöredeki insanların yaşantısına ulaşmamızı sağlıyor.

“Böyle üst üste gelen olaylar, Kaymakamı iyice sarsmış, zayıflatmıştı. Yüzü sapsarı, her zaman düşünceli, yorgun, kırılmış, kederliydi, ince dudakları, daha da incelmiş, keskin bir bıçağın ağzına dönmüştü. Gözleri pırıltı içindeydi. Işıltılı. Saçlarını sinirli sinirli arkaya doğru atıyordu. Tek inandığı insan şimdi Resul Efendiydi. Baba gibi seviyordu. O da onu koruyordu. Kasabadaki dedikoduları, hakkındaki iğrenç şayiaları, planları günü gününe duyuruyordu. Bir ay içinde bir ömürde öğrenilebileceklerin hepsini öğrenmiş gibiydi. Hele şu son günler!… Köylerde köylülerle yatmıştı. Bitlenmişti. Doktorun muayenehanesi önünde kuyruk olmuş hastalarla konuşuyordu her sabah, daireye gitmeden önce. Nasıl yalan söylenir, dalavere yapılır, ruhsat almak için nasıl dolaplar çevrilir, hepsini, hepsini öğrenmişti.”

Kuşlar Da Gitti (1978)
Konusu İstanbul Florya’da geçen bu kısa roman aslında Yaşar Kemal’in diğer romanlarından bir hayli farklı. Okurları arasında farklı bir yere sahip roman, sade ve etkileyici anlatımıyla içinize işliyor. Florya’da kuş tutan ve bunları azatlık olarak satan çocukların öyküsünü anlatıyor kitap.

“- İnsanlık öldü mü? dedim
– Yok, dedi, ölmedi, ölmedi ama bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde.
– Nerede kaldı acaba?
Mahmudun yüzü bir an sevinç ışığında şakıdı. İnsanlık belki Mahmudun bu ağız dolusu gülücüğünde, yürek dolusu sevincindedir, kim bilir, belki kuşlarda gitti, dedi Mahmut.
Sonra hiç konuşmadık. Kuşlar da gitti, kuşlarla birlikte de… Ne olacak kuşlar da gitti.”