Bir edebiyat tutkunun en sevdiği iş kitaplar arasında dolaşmaktır. Tıpkı “TheBookshop” adlı filmdeki kahramanın Florance’nin dediği gibi (yeri gelmişken harika bir film şiddetle tavsiye edilir) “Kendinizi kitaplarlayken hiç yalnız hissetmezsiniz”.
Peki ya bu çok sevdiğiniz kitapları bir makinede parçalama işini yapıyorsanız? İşte 6.27 Treni’nin kahramanı GuylainVignolles tam da bu işi yapıyor. Otuz altı yaşında ve bir kağıt geri dönüşüm fabrikasında “Şey” adını verdiği makineyle bu çok sevdiği kitapları parçalıyor bazılarını hiç kimseye göstermeden parçalanmaktan kurtarabilirse işte o kurtulanları sabahları işe gittiği trende yüksek sesle etrafına okuyor. Ve bu trene binen kişiler çoğunlukla aynı kişilerden oluştuğu için bu tuhaf hareketini hiçte tuhaf bulmuyor aksine merakla bekliyor.
Ki bunlar arasında yaşlı iki kız kardeş var ki onlar kaldıkları huızurevinde düzenlenecek bir gecede kitap okumaya davet ediyorlar Guylain’i.
Guylain, yalnız yaşıyor. Bir kırmızı balık ve işyerinde çok sevdiği bekçinin dışında kimsesi yokken birden trende koltuğun altında bir USB cihazı buluyor eve merakla gidiyor ve cihazı bilgisayara yerleştiriyor. Genç bir kızın günlük gibi tuttuğu bir dosyayı buluyor.
İşte roman buradan sonra farklı bir ivme yaratıyor. Yazar, kelimeleri son derece tasarruflu kullanmış. Sade bir anlatım ile okuyucuyu içine çekmeyi planlamış. Öyküdeki uzmanlığını da her bir karakteri ayrı ayrı özen göstererek tasarladığını, kitabı okurken romanın bizi hemen sarıvermesinden, merak duygusunun hep bizi sürüklemesinden anlıyoruz.
Yazar, kitap ile ilgili söyleşisinde şöyle demiş: “Bu kitabın basılmış olması bile beni çok mutlu etmişti. Bu kadar ilgi görmesini ise içimizdeki çocuğa seslenmesine bağlıyorum biraz. Çağdaş bir masal havasında bu roman.”
Masallara biz büyüklerinde ihtiyaç duyduğu şu zamanda 6.27 Treni bize iyi gelecektir zannımca.
Nüket CEYLAN