Hayat bana ne mi öğretti? Belki bir sevmek, belki bir zamansızlık, belki bir heyecan, belki de acımasızlık. Ve daha birçok şey.
Sevmeyi öğretti. İnsanlarla sevgi bağı kurmayı, güzelliklerle dolu anlamlı dakikalar yaşamayı, birlikte beslenen duyguları paylaşmayı, nice yıllar içimizde bütünleşen gönüllerin birleşmesi halini, sevmeyi.
Zamansızlığı öğretti. Geçmişe uzatılan ellerin, anıları dallarından bir bir koparıp bizlerin hayatlarına sunduğu acı ya da tatlı meyveleri seçebilmeyi, bir kum saatini tersine çevirip zamanın aleyhimizde işlendiğini, hayat zili çaldığında olabildiğince zamanı teneffüs etmeyi, geri kalan yıllara boyun eğmeyi, sığdırabildiği kadar doldurabildiği boşluk halini, zamansızlığı.
Heyecanı öğretti. Güzel bir haberin havalara uçuran macera dolu serüvenini, sürprizlerde gizli meraklı bakışların verdiği şahaneliği, içimizde kelebeklerin uçuştuğu halini, heyecanı.
Acımasızlığı öğretti. Yitirilmiş duyguların geride bıraktığı kırıntıları, canı acımış bir çocuğun hayata karşı aldığı tavrı, bile bile üzerimize gelen senelerin bizlere kattığını, bastırılmış duyguların alev alev taşmasını, canımızı yakan hayatın bize öğrettiği halini, acımasızlığı.
Birde bunların hepsini içine saran aşkı. İlk defa gördüğün bir kızın tebessümündeki gamzeydi aşk. Kapalı zarflardaki mektupların, yazılarda saklı dolambaçlı hikâyesiydi aşk. Üç harflilerin içinde en içten olanıydı aşk.
En acısı da ne biliyor musunuz? Felekten bir gecenin şarabındaki ızdıraptır bazen aşk.
Hayatımın son günlerinde elimde sımsıkı tuttuğum sabrımı acziyle taşıran, umutsuzluğuyla bıktıran, acısıyla öldüren bir hayat var bende.
Hayat bana ne mi öğretti? Sezemeyecek kadar hissizleşmeyi, mutluluk duyamayacak kadar somurtmayı, hiçbir şeyin tadını alamayacak kadar acıyı, derdimi anlatamayacak kadar susmayı…
Evet hayat. Senden bana kalan bir tutam sevmek, bir tutam zamansızlık, bir tutam heyecan ve bir tutam acımasızlık. Ve daha birçok şey.