Çocuk ve savaş kelimeleri yan yana durabilir mi? Peki ya şu çocuk kelimesi on altı yıllık yaşama ne kadar acı sığdırabilir? Bilmiyorum; bilemiyorum. Savaşı yaratan insan, neden içini öldürme güdüsüyle doldururken, çocukluğunu görmezden gelir? Peki günümüzde çocuklar nerede? Geliştik mi, büyüdük mü, göğe bakıp hayal kuracak kadar çocuk kaldık mı? Sanmam. Hangi ulusal veya uluslararası raporu bu soruları yanıtlayabilir?
Öğrenebiliyor muyuz? Bilmem hangi raporda, bu sene çocuklarımız pedofiliden şu kadar yara aldı, savaştan kaçan mülteci çocukların hayallerini kaç gemide batırdık ya da en basitiyle bir çocuğu ebeveyninden icra yoluyla nasıl acımasızca aldık? Soruların cevapları hangi ulusal raporda yineliyorum! Şu aralar tek bildiğim bir kız çocuğunun aklımdan çıkmadığı: Anne FRANK..
En büyük hayalini Kitty adını verdiği günlüğünde ”Öldükten sonra da yaşamak istiyorum” ve ”Yaşamak ve insanlara hizmet etmek istiyorum” diyerek açıklayan Anne hala yaşıyor mu? Yukarıda ki soruların cevabını bilemesem de bu soruya sizinle birlikte cevap aramak istiyorum. Başlayalım mı?
Tam adı Annelies Marie Frank olan Anne, 12 Haziran 1929′ da – ekonomik kriz’in baş gösterdiği o muhteşem yılda! – Almanya’ nın Frankfurt şehrinde, Otto ve Edith’in kızı, Margot’un küçük kız kardeşi olarak dünyaya göz kırptı. Umut dolu bir o kadar da yalnız bir çocukluk geçiren Anne, beş yaşına kadar Frankfurtta ailesiyle birlikte bir apartman dairesinde yaşadı. Babası Otto Frank bankada çalışarak ailenin geçimini sağlarken 1929 ile başlayan ekonomik buhran ve Nazilerin 1933 ‘te iktidara gelmesi ile birlikte Hollandanın Amsterdam şehrinde iş bulmasından mütevellit ailesini alarak yeni bir yaşama merhaba demek adına Amsterdam’a yerleşti. Adolf Hitlerin Almanlara olan sevdasıyla ve Yahudilere olan nefreti bizim bildiğimiz o büyük savaşı başlatmış; Hitler’in Hollandaya kadar girmesi yahudi olan Frank ailesinin yaşamını değiştirmişti. Öyle ki Anne Hitlerin yasaklarını dostu Kitty’e şöyle aktarmıştı:”Yahudiler sarı yıldız takacak! Yahudiler bisikletlerini teslim edecek! Yahudiler trene binemez! Otomobil süremez! Yahudiler üçle beş arası alışveriş edemez! Yahudiler, sadece ‘Yahudi dükkanı’yaftası taşıyan dükkanlara girebilecek! Bu saatten sonra bahçelerinde bile duramayacakları,Yahudiler tiyatroya,sinemaya,eğlence yerlerine giremez! Yahudiler maçlara katılamaz! Havuzlar, kortlar,hokey alanları Yahudilere yasak! Yahudiler hristiyanları ziyaret edemez! Yahudiler ancak Yahudi okullarına gidebilirler! Daha böyle bir sürü yasak… Neye dokunsak yasak! Ne yapsan yasak! Gene de yaşayıp gidiyorduk…
Araya girerek bu son cümleyi vurgulamak istiyorum. İnsan’ın Anlam Arayışı isimli kitabı duymuşsunuzdur. Duymadıysanız ya da tanıyorsanız anımsatayım. Logoterapi’nin babası olan ve Varoluşçu Psikoloji alanında çalışmaları bulunan; Führer’in zulmüne toplama kamplarında dayanarak bir kurtuluş mücadelesi veren adama ait:Viktor Emil Frankly.Kitapta tam anlamıyla toplama kampında her türlü zorluğa göğüs geren adamların, kadınların ve çocukların küçük de olsa umutlarının olduğunu dile getirmiş Frankly.Bu inanç beni çok etkilemişti.İnsan’ın her yerde umuda ihtiyaç duyduğu ve onun ışığıyla yıkanmayı beklediğini düşünmemi sağlamıştı.Ailelerinin bir yerlerde yaşadığını, savaşın biteceğini ve eski mutlu günlerine döneceklerini inanan nice insan.O insanlardan biri de Anne! Frankly de onlardan biriydi Anne’ye göre şanslı biri.
Gene de yaşayıp gidiyorduk! Günlüğün devamındaki cümlelerde bunun kanıtı olsa gerek: Jopie derdi ki bana:’Ödüm kopuyor kımıldamaya, yasak bir şey yapacağım diye.’Özgürlük diye bir şey kalmamıştı.Gene de yaşadığımıza şükrediyorduk.’’ (20 HAZİRAN,1942 Cumartesi.) Şükrediyorlardı henüz ayrılmamışlardı ve hepsi yaşıyordu.
İnanarak; Hollanda da yahudilerin gittiği özel bir okul’da eğitim almaya en yakın arkadaşı Nanetta -daha sonra anılarını anlatacak olan arkadaşıyla- ile başladı. Okula devam ederken ayrımcılığa maruz kalan Anne, kimi zaman arkadaşı Nanetta ile eski günleri yad ediyor kimi zamanda gelecek güzel günleri yakınına çağırıyordu. Belli bir süreden sonra babası Otto Frank yahudi olarak damgasının izlerini iş yaşamında hissetmeye başladı. Yahudilerin teker teker toplama kamplarına gönderilmesi yahudilere olan şiddetin artması ile birlikte yaşamlarının Anne’nin günlüğünde Gizli oda diye bahsettiği Otto Frank’ın çalıştığı ofis binasının arkasında bulunan yerde saklanarak devam ettiler. Ailesi ve Otto Frank’ın dört arkadaşıyla birlikte iki yıl boyunca Gizli odada kaldılar. Frank ailesine en büyük desteği Otto Frank’ın dostu Miep Gies sağladı. Miep Gies Otto Frank’ın sekreteri ve Frank ailesinin yaşamla köprüsüydü.
İki yıl boyunca Gizli odada dostu Kittyle özel bir bağ oluşturan Anne yazmaya olan tutkusunu kalbinde hissetti. Ta ki 1 Ağustos 1944’te son sohbetini Kittyle yapana dek.4 Ağustos 1944’te isimsiz bir ihbarcı tarafından Gizli Bölmeye baskın yapıldı.Anne,ailesi ve birlikte iki yıl boyunca umuda bel bağladıkları dört arkadaş farklı kamplara gönderildi.Edith,Otto ve aile dostları trenle Auschwitz toplama kampına; Anne ve Margot ise Kuzey Almanyada ki Bergen-Belsen toplama kampına çalıştırmak üzere gönderildi.
Aschwitz toplama kampını araştırmaya başladığım zaman -yaklaşık iki yıl önce-gördüğüm onca yaraların açıldığı bir bina, kamp, hapishane değildi. Eziyethaneydi olsa olsa.Josef Mengele’yi tanıdıktan ve yaptığı türlü türlü gariplikteki deneyler hakkında bilgi sahibi olduktan sonra, çocukları düşünmüştüm. Şimdiyse özel olarak iki kız kardeşi..Hissettiğim acıma değil kesinlikle; daha çok alıştırmaya çalıştıkları yeni yaşama sadece tesadüf eseri, o zaman için galip geldiğimiz ırkımız ve o yıllarda yaşamayışımızdı.Sessiz kalan ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla Alman ırkıyla o dönemde övünüp; Yahudi olduğu için türlü türlü zevksel amaca hizmet eden insanlara yapılan işkencelere sessiz kalanları anlamamıştım o zamanlar, şimdi de anlamıyorum.İnsanlığın ırksal bir ayrım olmadığını fark ederek yahudi olan, eziyet gören, kamplardan kaçan çocukları -Alman olmasına rağmen!- evlerinde saklayan nadir güzel insanlarda yok değildi!Bu benim ve bizim tutunacak dalımız olabilirdi! Olabilir!
15 Nisan 1945’te Anne ve ablası Margot için kurtuluşun olacağı o tarihi görememeleri belki en kötüsüydü. Güçsüz kalan ve zayıf düşen bedenlerine ölümü sunansa Tifüs olmuştu. Savaşın bitimi sonrası eşi Edith’i Auschwitz, kızlarınıysa Bergen-Belsen toplama kampında kaybeden Otto Frank şahsi fikrimce tesellisini Anne’nin günlüğünde bulmuştur.Gizli oda da geçen anılarını gün be gün yazan Anne farkında olmadan yazdığı günlükle onun değişiyle çok sevgili Kittyle yara sarmaya bir kağıt bir kalem başlamıştı.İlk iyileştirdiği ‘Anneyi günlükte tanıdığını’ ifade eden Ottoydu.Yalnızdı; evet ama kızı vardı,ailesi bir yerlerde Otto’yu hala yaşıyordu.”Öldükten sonra da yaşamak istiyorum” diyen Anne’nin yazarlık hayalini gerçekleştirmek adına; yarasını saran Anne’ yi bütün dünyaya tanıtma kararı aldı Otto.
Hep neşeli ve hayallerine inanan kuş’u!
Uzun uğraşlar sonucu, 1947 yılında Anne Frank’ın Hatıra Defteri 150 bin adet basılarak 60 dile çevrildi. En çok satanlar listesine girerek ve bazı okular’da müfredat kitabı olarak okutulmaya başladı. Bugün dahi Anne bizimle ve bence dileğini onu unutmadıkça gerçekleştiriyoruz.
Son olarak bir gün yolunuz Hollandaya düşerse Gizli Bölmeyi ziyaret edin derim. Sevgiyle..
Ceyda OKTAY
kaynak: listeist