Zweig iç dünyasında yaşadığı duyguları yapıtlarına başarılı bir şekilde aktaran, özgürlüğüne son derece düşkün yazardır. Umut, onun için yaşamın vazgeçilmez kaynağıdır. Öykülerine sıkı sıkıya işlenmiş umudun iliklerimize kadar hissedilmesi kaçınılmaz. Her karakterin üzerine serpiştirdiği bir tutam umut bile okurunu bir çırpıda kendine bağlar, ona yaşam sevincini aşılar.
Stefan Zweig öykülerinde Freud psikoanalizini en iyi biçimde uygulayarak olayları ve kişi davranışlarını önemsiz sayılabilecek ayrıntılara kadar işlerken okurun zihninde gerilim sağlamayı başarır. Hümanizm onun dünyaya açılan penceresi gibidir. Bu yüzden tek hayali: daha iyi bir dünya, daha barışcıl bir hayattı.
Yaşadığı faşizm olgusu Stefan Zweig’i barışı düşleyen, iyiliği arzulayan biri haline getirdi. 1933’li yıllar Avrupası nasyonal sosyalizmle sarsılmıştı. Yakın dostu olan Joseph Roth, Nazilerin yönetime el koyduğu yıllarda Zweig’a yolladığı bir mektupta: “Çok büyük bir felakete sürüklediğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak. Olup bitenler bizleri yeni bir savaşa sürükleyecek. Barbarlar yönetimi ele geçirdi. Artık yaşamın üç paralık bile değeri kalmadı. Yanlış düşlere kapılmayın.” diye yazmıştı. Ancak Zweig edebiyat yaşamının son bulduğuna inanmak yerine umuda sarılmayı tercih etti.
Birinci Dünya Savaşı’nın büyük yıkıcı etkisini gören Stefan, faşizmle mücadele etmek için çok uğraştı. İnsanların kurtuluşunun, Avrupa’nın düşünsel birlik içinde yaşamasına bağlıyordu. Bu nedenle gerçekleştirdiği konferanslar aracılığıyla aşırılıklara karşı uyarılarda bulundu. Ancak çok geçmeden Hitler yönetimi yahudi asıllı Stefan Zweig yapıtlarının da yer aldığı birçok kitabı yaktı, okunmasını yasakladı. Adı ”Safkan Olmayan İnsanlar” listesinde yer alması üzerine Salzburg’u terk etmek zorunda kaldı.
Yaşadığı zorlu süreç içerisinde sıkıca sarıldığı, belki de tek tesellisi sayılabilecek en önemli eserlerinden biri ”Dünün Dünyası”ydı. 26 Mayıs 1940 tarihinde günlüğüne şu notu yazdı: “En iyisi insanın yanında hep küçük bir şişe morfin bulundurması.” Yıllar önce en yakın dostu olan Joseph Roth’un kendisine yolladığı mektubu artık anlamış olmalıydı.
Anılarından oluşan ”Dünün Dünyası – Avrupa Anıları” adlı otobiyografisinin son satırları her şeye rağmen bir umut ışığı niteliğindedir: “Her gölge sonunda yine de ışığın çocuğudur. Ancak aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır.”
“Dünün Dünyası” belki de bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını farkettiğinde eski günlere duyduğu özlemin sembolü, belki de yaşadığı karamsarlığa rağmen içinde filizlenmesine engel olamadığı umududur.
Avrupa’nın içinde bulunduğu bu durumdan dolayı yaşamındaki büyük düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942’de Rio de Janeiro’da, eşi Lotte ile birlikte intihar etti. Kendi savaşını yitirdiğinde 61 yaşındaydı. Vatansız kalmak Zweig’in kaldırabileceği bir yük değildi. Yitip giden Avrupa hayali karşısında dayanacak gücü kendinde bulamamıştı. O artık gazetelerin ölümünün ardından yazdığı gibi ”Son Avrupalı”ydı. Hayatı boyunca bir umut sarmalına sarılan Zweig ne yazık ki Hitler’in dünya düzeninin kalıcı olduğunu sanmasıyla kamçılanan karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha eskisi gibi varolmayacağı düşüncesi sebep oldu.
3 yıl sonra ironik bir şekilde Zweig’le aynı kaderi paylaşan Hitler eşiyle birlikte intihar etti. Ve günümüze kadar güncelliğini kaybetmeden ulaşan Stefan Zweig, bize her türlü husursuzluğun yaşandığı çağımızda umudu, umut etmeyi öğretti.
Nur Yüksel Öztürk