“Küçük dünyanız sizin olsun” diyen büyük kadın….
Bir benzetme yaparak söylersek: Türk edebiyatının lirik, gamlı ve hüzünlü kalemi olarak tanımlanan Tezer Özlü de, ömrünü “yaşanılacak bir yaşamın” peşinde geçirmiş biri olarak hatırlanmaya devam ediyor çünkü kendine ait bir hayatın peşinden gitmeyi göze alan ve sayısı çok az olan insanlardandı Tezer Özlü de…
Alabildiğine riyasız ve açık yürekli. Aklın ve deliliğin sınırlarında psikiyatri kliniklerinde gezinirken üzerine zorla giydirilmeye çalışılanları reddetti. Tıpkı ömrü boyunca tüm otoriteleri reddedeceği gibi.
Türk edebiyatının bu çetin cevizi Tezer Özlü, babası Sabih Bey ve annesi Nimet Hanım, cumhuriyetin ilk kuşak eğitimcilerindendir. Öğretmen okulu sonrası Anadolu yollarındadır aile…Özlü ailesinin üç çocuğundan biri olan Tezer Özlü, 10 Eylül 1943 tarihinde bugün de Kütahya’ya bağlı Simav’da doğar. Tezer Özlü’nün çocukluğu ülkenin farklı yerlerinde geçer. Bu yerlerin hafızası ve ruhunda bıraktığı silinmez izleri Çocukluğun Soğuk Geceleri ve Kalanlar başlıklı kitaplarında anlatacaktır Tezer Özlü yıllar sonra.. Cümlelerinden birinde “… Eriyen karlar altında açan sarı, mor çiğdemler topladığımız Esentepe’nin yüksek çamları soyut bir çocukluk düşü” der Tezer Özlü… Çocukluk düşleri, Tezer Özlü’nün ruhi derinliğini de belirlemiş ve tamamlamıştır dersek yanlış olmaz… Mesela şu cümleler de Tezer Özlü’nündür “Anadolu’da bir kasaba. Hiç kibar değil. Bilinçsizce alçakgönüllü. Ne baharımsı ne yazımsı. Sessiz, durgun ama geniş değil, yalnızca can sıkıcı. ‘Can sıkıcı’ sözcüğünü seviyorum. Birçok Anadolu kasabasını, kentini anlatmaya yetiyor ve içimde birçok duyguyu birden uyandırıyor”
Tezer Özlü, 10 yaşındayken İstanbul’daki kız kardeşi Sezer Özlü’nün de devam ettiği Avusturya Kız Lisesi’nde öğrenci olur. Edebiyat, bu dönemle birlikte Tezer Özlü’nün dünyasına daha bir girecek ve hayatının sonuna dek başköşede olacaktır…Dünya edebiyatının klasiklerini okur Tezer Özlü. Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Gogol, Steinbeck, Hemingway, Lagerlöf, Camus, Rilke, Goethe’yle tanışır tekrar tekrar. Fakat Tezer Özlü için üç ayrı isim olan Italo Svevo, Franz Kafka ve Cesare Pavese’nin yeri bir ömür boyunca bambaşka olacaktır…. Hatta Özlü, Pavese’nin izini sürerken onunla doğumunda bile özdeşlik kuracak ve “Pavese’in doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben gece yarısından sonra. Ama Anadolu’da gece yarısı geçtiğinde, S. Stefano Belbo’da henüz belki de gece yarısı olmamıştı. Aynı gün, aynı yıl değilse de” diyecekti. esi’nden mezun oldu.
“Bütün yaşama cesaretini ölülerden alıyorum. Anlatılarında yaşadığım ölülerden. Bu kahrolası dünyayı, yaşanır bir dünyaya dönüştürmeyi başarmış ölülerden. Dünyanın ihtiyacı olan, her olguyu vermiş, söylemiş, yazmış ölülerden” diyen Tezer Özlü kısa denecek ömründe Kafka’nın mezarını ziyaret etmiş, Italo Svevo’nun kızıyla görüşmüş, Pavese’nin hayatını kendi kararıyla sonlandırdığı otel odasını da görmüştür. …
Tezer Özlü’nün edebiyata yönelmesinde etkili olan bir başka isim , edebiyatçı ağabeyi Demir Özlü olur…Ağabeyinin kitaplarla dolu odası da, Hilmi Yavuz, Ferit Edgü, Fethi Naci, Edip Cansever, Orhan Duru gibi yazar ve şairlerle paylaştığı kültürel ortam da, Beyoğlu’ndaki Baylan pastanesinde sıklıkla yapılan sohbetli toplantılar da fazlasıyla etkiler Tezer Özlü’yü ve onu bu dünyanın daha da içine çeker…
Ertelenen yaşamlar, günü ihmal ederek yalnızca geleceğe yönelik olarak yapılan planlar Tezer Özlü’ye göre değildir. Dünya tarihinde , alanlarında önemli eserler vermiş kimi isimlerde de görüldüğü gibi, yaşamını kendi elleriyle sonlandırma duygusunun ağır bastığı anlar da yaşar Tezer Özlü..Bu dönemlerdeki duygularını Çocukluğun Soğuk Geceleri isimli eserinde şu cümlelerle anlatmıştır: “Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun”
Tezer Özlü, kitabında da anlattığı travmayı yaşadıktan sonra kendine geldiğinde verdiği ilk tepki kurtarıldığı için ağlamak olur…Ruhbilimcilere göre Tezer Özlü, manik-depresif’tir…. Yatılı kalınan klinikler, gidilen doktorlar, bitmek bilmeyen gecelerin geçirildiği hasta odaları Tezer Özlü’nün hastanelerden nefret etmesi için yeterlidir. Sigarasını yerde söndürdüğü için öfkeyle üzerine saldıran hastabakıcıları, paralı özel hastalara bakmak için baştan savma sorular soran doktorları, kendisini elektroşokla tehdit eden hemşireleri Çocukluğun Soğuk Geceleri isimli eserinde döne döne anlatacaktır Tezer Özlü yıllar sonra…
Tezer Özlü için böylesi zor dönemlerinde yaşadıkları yeterince acı vericidir ama yine de en büyük acı o hastanelerde uzun süreler boyunca kalmak ve yaşamak korkusudur… Bu yüzden, “Bu kapıların ardına bir kez daha dönmeyeceğimi biliyorum. Böylesi bir sefaleti hiçbir zaman yaşamayacağım. Direnmeliyim. Beni iyileştiren ne şok ne de ilaçlar. Beni iyileştiren, bu kliniklere bir kez daha kilitlenme olasılığının verdiği büyük ve derin bir korku” diyecektir bir yazısında ….
Tezer Özlü, liseyi bitirmeden Almanya’daki kardeşi Sezer’le buluşarak Paris’e gider…Paris’te tiyatrocu isim Güner Sümer’le tanışır…Güner Sümer, yazar Adalet Ağaoğlu’nun da kardeşidir… Tezer Özlü, Türkiye dönüşünde, Paris’te tanıştığı Güner Sümer’le evlenerek Ankara’ya yerleşir. Türkiye 1970’lere giderken politik ve kültürel ortam hareketlenmekte ve farklı sanat kurumlarını da ortaya çıkarmaktadır…Bugün bile AST olarak anılan Ankara Sanat Tiyatrosu da o dönemin en öne çıkan gruplarındandır…AST’ın Gizli Ordu adlı oyununda oynayan hatta turneye giden Tezer Özlü’nün Yeni Dergi, Yeni İnsan, Yeni Ufuklar dergilerinde de öyküleri yayınlanmaya başlar…Tezer Özlü, hayatında ayrı bir yeri olmuş yazar Franz Kafka’dan çeviriler yaparken, bir yandan kendi kalemiyle de yazmayı ister ama koşullar çok uygun değildir o dönemde…
Aradan birkaç yıl geçtiğinde Güner Sümer’le olan evliliğinde sona gelir Tezer Özlü ve bir süre sonra Ankara’dan İstanbul’a döner….İstanbul yılları , zaman içinde yeni bir evliliğin de kapılarını açar Tezer Özlü’ye….Asaf Çiğiltepe’nin çok erken ölümünden sonra İstanbul’a yerleşen Çiğiltepe’nin eşi Pirkko’nun evinde tanıştığı yönetmen Erden Kıral’la evlenir . Erden Kıral Tezer Özlü çiftinin 1973 yılında doğan kızlarının adı Deniz’dir …
Tezer Özlü 1978 yılında, dergilerdeki öykülerinden oluşan Eski Bahçe isimli kitabını yayınlar.. Tezer Özlü,olaylardan çok sözleri, anları, durumları anlatan, bilinçaltından yansımalar sunan bir yazar olarak tanımlanmıştır daha çok…. Özlü’nün öykülerinde büyük kahramanlar , olaylar yoktur ama derinden derine akan hayatın , her yönü vardır….Eski Bahçe isimli kitap, Tezer Özlü’nün ölümünün ardından, yeni öyküleri de eklenerek Eski Bahçe – Eski Sevgi adıyla 1987 yılında tekrar yayınlanmıştır.
1980 yılında Çocukluğun Soğuk Geceleri isimli kitabı yayınlanır Tezer Özlü’nün…. Adının da çağrıştırdığı üzere biranı-hikaye-roman niteliği taşıyan kitap, Özlü’nün ortaokul ve lise yıllarını, arkadaşlarını, ailesini anlatır gibi görünse de kitabın daha derinlerinde her şeyle ve herkesle meselesi olan bir aklın ve hayatın izleri vardır…. Saraçhanebaşı’ndaki apartmanlarını, evde katı bir düzen kurmak isteyen babasını, ev işlerini yapan babaannesini, okulda dersler dışında hiç konuşmayan asık suratlı rahibeleri, arkadaşı Gönenç Ertem’le yaptığı edebiyat sohbetlerini kendine has yorumlarıyla anlatır.
Zaman ilerledikçe yönetmen Erden Kıral’la olan ikinci evliliğinde de sorunlar yaşamaya başlar Tezer Özlü. 1981 yılında burs alarak kızıyla birlikte Almanya Berlin’e gider.. Ferit Edgü’nün Hakkari’de Bir Mevsim isimli romanı, Erden Kıral tarafından aynı isimle sinemaya uyarlanır. Film Tezer Özlü’nün de çabalarıyla Berlin Film Festivali’ne katılır ve Gümüş Ayı ödülünü alır…
Başarılar, mutluluklar geçici ; hüzünler, acılar, sitemler, isyanlar daha kalıcıdır Tezer Özlü için….Bir yazısında da bıçak gibi cümlelerle şunları yazar Tezer Özlü: “Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz.
Ölmek istedim, dirilttiniz.
Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz.
Aç kalmayı denedim, serum verdiniz.
Delirdim, kafama elektrik verdiniz….”
Berlin dönemi Tezer Özlü için yeni ve farklı anlamlar kazanacak ve yeni eşi olacak Hans Peter Marti ile bir sergide tanışacaktır . Tezer Özlü, sanki hayat yazgısının geri kalanının Hans Peter’le çizildiğine inanmaktadır. “Berlin bursunu sanki bunun için kazanmışım, bu adam için gitmişim, iki kocamda da bulamadığım o şefkati bulmak için, aldım getirdim onu işte! Ölümümü bulmaya gitmişim sanki…” der bir mektubunda Tezer Özlü….
Bu duygular içinde yaşayan Tezer Özlü kopma noktasına gelmiş evliliği hakkında da ikinci eşi Erden Kıral’a Berlin’den mektup yazar ….Mektubun bir yerinde de şu cümlelerle seslenir ; “Dostça ayrılmamız gerekir. Yaşamımız boyunca en derin dostlar olarak kalmamız gerekir.(….) . Bunlar insana özgü duygular. Biz insanlığa yön vermeye çalışan kişiler olarak, tüm insancıl duygulara saygı göstermeliyiz.”
1983 yazında İstanbul’a geri dönen Tezer Özlü’nün Erden Kıral’la ayrılması sonrası Hans Peter’le evlenebilmek için başlattığı bürokratik işlemler uzadıkça uzar.. Hans Peter’in Tezer Özlü’den on yaş küçük olması bile sorundur bürokrasiye göre…Günlük sıkıntılar, ülkenin 12 Eylül 1980 darbesinin izlerini silmeye çalışan siyasi ortamı, bürokratik engeller ve evliliğin ertelenmesi üst üste gelince, İsviçre’ye yerleşme kararı alır Tezer Özlü….Tezer Özlü, ülkesine bir kez daha kırgın ve kızgındır… Tarih 2 Nisan 1984 olduğunda Hans Peter ve Tezer Özlü nihayet evlidir ve yeni evli çift artık İsviçre’dedir….
İsviçre’deki ilk aylar sakin akar… Hans Peter reklam fotoğrafçılığı yaparken Tezer Özlü de yıllardan sonra zamanının neredeyse tamamını edebiyat çalışmalarına ayırır… Tezer Özlü kızgınlıkla ayrıldığı ülkesi Türkiye’yi özlemeye başlamıştır bile…Bir mektubunda “İstanbul’dan ayrılalı 10 ay oluyor. En çok Mehmet’in ‘ kız özlersin, insan memleketini özler’ sözcükleri kulaklarımı çınlatıyor. Biraz kesin gibi görülen -tabii hiçbir şey kesin değil- bu ayrılık bana oldukça güç geldi”diyecektir Tezer Özlü…
Zürih’teki sakin yaşam, ansızın ortaya çıkan yeni bir sağlık sorunuyla darmadağın olur. Yaşadığı ruhsal sıkıntı dönemlerinden dolayı hiç iyi hatıraları olmadığı hastanelere, doktorlara alışıktır Tezer Özlü ama bu kez durum daha farklıdır…Yazar Leyla Erbil’e yazdığı 3 Ocak 1985 tarihli mektubunda sol kolunun altında bir beze çıktığından fakat kendisinin bunu pek önemsemediğinden bahseder…Mektubun bir yerinde şunları yazmıştır yazar arkadaşı Leyla Erbil’e Tezer Özlü : “Nezle olanların bile röntgenlerini çekiyorlar. Doktorlar hiçbir şeye bakmıyor, her şey makineden geçiyor. Makine, kompütür… Onlara da inanmayıp kesmek istiyorlar. İnsanın hormonal dengesi bozuk olunca böyle beze şişmeleri de oluyor. Artık aldırmıyorum. Bir daha doktora gitmemeye karar verdim”
Aradan geçen zamanda meme kanseri olduğunu öğrenir Tezer Özlü…. Bu gerçek onu bir kez daha karanlık labirentin içine çeker….Yaşadıklarını yazıp anlatırken şunları söyleyecektir Tezer Özlü: “Korku ağır bastı. Depresyon geçirdim. 20 gün beni yatakta kayışa bağlı tuttular. Göğsümdeki rahatsızlığı bile bile bana verdikleri ilaç en zararlı ilaç. O kayış içinde 2-3 kere öldüm, ama kendimi dirilttim. Oradan çıkıp, öteki hastaneye yattım, 5 gün. Parça aldılar, en azılı kanser çıktı. Şu şansa bak: Sinir hastanesinden çıkıp kendini kanserin kucağında buluyorsun”
Zürih’teki doktorlar ısrarla ameliyat derken bir doktor, Tezer Özlü’ye kemoterapiyle iyileşebileceğini söyler. Paris’e giden Tezer Özlü kemoterapi görür fakat Zürih’te ameliyat olması kaçınılmazdır…. Leyla Erbil’e gönderdiği 13 Ocak 1986 tarihli kartpostalda da yalnız fakat umutlu olduğunu söyler ve şunları yazar Tezer Özlü : “Hastalığın neden olduğu depresyon ve üzüntüleri yenmeye çalışıyorum. Zaman geçerse iyi olacak. Okuyorum, yürüyüşe çıkıyorum. İstanbul’da sizlerle olsam daha mutlu olurum, burada hep yalnızım. Yalnız olunca insan acı düşüncelere saplanıyor. Ama iyi olacağıma inancım büyük. Gözlerinden öperim”
Tezer Özlü ameliyattan sonra eşiyle birlikte Kıbrıs Lefkoşa’daki dostlarının yanına gider. Lefkoşa’dan kız kardeşi Sezer’e attığı kartta da şöyle demiştir Tezer Özlü: “Baharda sevgili Arnavutköyüme geri geleceğim ve bundan sonra hep birlikte olacağız” …
Ancak, aradan iki ay bile geçmeden kardeşi Sezer’i Zürih’e çağırır Tezer Özlü… Baş ağrılarının dayanılmaz olduğunu söylemekte ve yanına gelmesini istemektedir. Sezer Duru, İstanbul’dan Zürih’e gitmek için hazırlıklarını acilen bitirmişken Tezer Özlü’nün eşi Hans Matri’den gelen yeni bir telefon her şeyi anlatmaya yeter….
Tezer Özlü de, şairin dediği gibi , “arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan geçmiştir artık….”
Tezer Özlü 18 Şubat 1986 sabahında Zürih’te hastaneye kaldırılmış, eşinin eşya getirmek için eve gittiği sırada da, ömrü boyunca çok korktuğu hastane odalarından birinde geride kalanlara hoş çakalın demiştir….
Tezer Özlü’nün eşine söylediği son söz “Beni yalnız bırakma” dır…
Aradan geçen bir haftada bürokratik işlemler halledilecek ve Tezer Özlü’nün bedeni , büyük kırgınlıklar, sevgiler ve özlemler yaşadığı ülkesine, İstanbul’a getirilmiş, 25 Şubat 1986 tarihinde de Aşiyan Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Kızkardeş Sezer Duru , Tezer Özlü’nün eşyalarını toplamak ve yeğeni Deniz’i almak için Zürih’e gittiğinde Almanca henüz işlenmemiş anlamına gelen bir dosya bulur. Neredeyse tamamı Almanca yazılan metinler iki kısımdan oluşmakta ve bir bölümünde “Cümleler” başlığı altında yaşama, acıya, özlemeye dair özdeyişler yer alırken, kalan bölümdeyse günlük notlar vardır… Bu notlar da Sezer Duru’nun çeviri ve düzenlemesiyle 1990’da kitap olarak yayınlanır…
Sezer Duru, kardeşi Tezer Özlü’nün notlarına bakarken bir başka çalışmayı daha fark eder. Bu çalışma da, Almanca bir film senaryosudur ve bir dönem Tezer Özlü’nün eşi olan Erden Kıral’ın çekmesi için yazılmıştır…Bu çalışma da Sezer Duru tarafından Zaman Dışı Yaşam adıyla Türkçeye çevrilerek 1998 yılında yayınlanır. Tezer Özlü, Zaman Dışı Yaşam’ı,Çocukluğun Soğuk Geceleri ve Yaşamın Ucuna Yolculuk isimli kitaplarına yaslanarak yazmıştır. Tezer Özlü’nün, Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabında hayatının yazarları olan Kafka, Pavese ve Svevo çerçevesinde sürdürdüğü arayış, Zaman Dışı Yaşam isimli bir senaryo olmuştur işte. Senaryoda Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri’ kitabında da anlattığı annesi, babaannesi, ağaçlar içindeki sessiz Anadolu kasabaları da vardır…
Şunları yazmıştır Tezer Özlü bir başka yazısında da;
Ceset kokmuş ettir. Güzel, ya peynir ne? Sütün cesedi. Durmadan içeriye girip çıkanlar.Her hastanın sayısız iyileştiricisi var. Kahvaltıdan sonra akıl verenler,öğle yemeğinden sonra akıl verenler.Kente eşlik edenler,bir mağazaya eşlik edenler,ormana eşlik edenler ve her gün burada oturan ve kazak ören sayısız iyileştirici.Sayısız ipek,pamuklu ve yünlü kazak örülüyor.Karışık iplikle,renkli motiflerle yapılanları da var. Kim bilir ne zaman ve hangi amaçla giyilecekler.”
Hayata manifestosu vardır sanki Tezer Özlü’nün ;
“Pazar günleri, şimdilerde, sokak aralarından geçerken, gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim, evlerin pencere camları buharlaşmışsa, odaların içine asılmış çamaşır görürsem, bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek…’’
Yararlanılan Kaynak: Yedigün Yazarları