Dolaptan çiçekli elbisesini çıkardı. En sevmediği havalardı en sevdiği giysilerini giyerdi. Kötünün kötüsü, iyinin iyisi olmamayı babaannesinin anlattığı masallardan öğrenmişti. O yüzden hayata meydan okumakla hiç derdi olmadı. Düzen hayatla güreşmeyi mecbur kılsa da uzandığı yerden bütün yenilgilerine gülümsedi, yıldızlar yıkıldığı yerde çok daha güzeldi. Yani masalının ne kötüsü ne iyisi oldu, kendinin iyisi olmak ona yetiyordu.
Bütün perdelerini sıyırdı evinin, günlerdir en büyük küskünlüğü aslında kendisineydi. Kimseyle konuşmadan yokuş aşağı yokuş yukarı yürüdü durmadan. Kedilerin geçtiği sokakları takip etti. Her köşe başında turuncu plastik kapların içine süt doldurup apartmanın karşı tarafına geçip saatlerce kedileri seyretti. Siyahın beyazı önce itişini sonra bir birleriyle kavga edişlerini sonra kazanını umursamadan yinede bir kaptan içişlerini seyrediyordu.
Hep eve dönüyordu, dönmeyi bildiği başka yer yoktu kadının. İnsanın evi kalbi derler ama kalbi hiçbir yere sığmıyordu onun. Sırtını tüm insanlığa döndüğünü sanarak duvarlarla kavuşuyordu gözleri, oysa sırtı en çok kendine dönüktü bilmiyordu.
Kimseyi dinlemedi, kendi sesini duyduğundaysa başka sesleri yükseltti. İnsanın kendinden kaçarak kendini kovalaması ne tuhaf. Kaçtı durdu kendini kovalayarak. Yapılmak istenenle yapılacak arasında gidip geliyordu, işin fenası kalbiyse hiçbirini istemiyordu. Gerçek ordaysa onu öylece bırakmazdı biliyordu…
Bilmek istiyor muydu peki? Uzun soluklu mücadelelerin, hep var olma gayretinin, hep doğruyu yapma isteğinin sonucunda insan elbet azami bir başarma payına ulaşır içinde. Bu pay gelecek mücadeleler için zorlansa bile bir şekilde halledeceğinin garantisidir, bu garanti için o yolda çok savrulmak gerekir, çok rüzgâr yemek, çok ıslanmak, çok güneşte kavrulmak, yorulmak ve hep daha çok yorulmak gerekir. Yol biter bitmesine, bu yeni hikâyelerin başlaması için zaten gereklidir. Artık o yeni hikâyeye başlamadan bilirsin ki ne o yolun poyrazı ne de mevsimin güzü yıldırmayacaktır seni. Bilmenin mutlu olmaya yetmediği anların başlangıcında olduğunu öğrenirsin o an. Bilmiyor olmanın bir gün bitecek olanla yüzleşme isteğinin hasretiyle yanıp dururken ve yorulmazken yolun sonu kurşuni kül rengiyle “sen oldun, şimdiyse hep daha çok mücadele edebilirsin” der, zaten insan kazanacağı her savaşta çok şeyini kaybeder.
Kadında kaybetmişti, çocuk olmayı, hata yapma hakkını, sürekli koşmaktan hiç bakmadığı yolu seyretme hakkını çoktan kaybetmişti.
Şükrü Erbaş çok sevdiğim bir yazısında bunu özetle şöyle anlatır: “Erken büyüyen bu çocuk, yıllar sonra dönüp yine çocuk olacaktır. İnsan, kendi içinde durmadan kendini doğuracaktır. Çocuk olarak doğuracaktır, yetişkin olarak doğuracaktır.”
Kadın bir gün elbet yeniden doğacaktır.