Yazara, kitapla ilgili yapılan bir röportajda sorulan iki soru ve yanıtı ile başlamak istiyorum;
Kitap 4 senede yazıldı değil mi? Nereden esinlenildi, nereden çıktı Unutma Beni Apartmanı?
Evet, 4 senede yazdım. Cihangir’de gerçekten bu isimde bir apartman var. Kitapta tarif edilen yerde tarif edilen gibi bir apartman. Zaten öyle bir ismi var ki ben apartmanı ilk gördüğümde bu kitap ortada yoktu ve isminden çok etkilendim.
İnsanlar, Unutma Beni Apartmanı’nı neden okumalı?
Süreyya içinde yaşadığımız çağın marazlısı aslında hastalıklı diyebileceğimiz bir karakter çünkü çok mutsuz, çok temas edemiyor yaşadığı dünyaya böyle dertleri var ama hepimize biraz benzediğini düşünüyorum dolayısıyla belki bir anlamda kendimize bakmamıza vesile olabilir. Çünkü bizim hikayelerimiz de böyle. Süreyya’nın yolculuğunda belki de bazılarımız kendi hikayemize dönebiliriz. Geçmişe dönüp bakmakta kendi yaralarımızı kurcalamakta sakınca yok, bundan korkmamak lazım. Ne zaman kendimizle barışacağız, birbirimizle barışacağız, o zaman mutlu olacağız. Hayatta mutluluk da mutsuzluk da var, Süreyya belki mutsuz ama hikayesindeki yolculukta kendi kendiyle tanışabildiği için şanslı olduğunu düşünüyorum. Umarım biz de bu kadar şanslı oluruz.
………………………………………
Sessizlik… Sesi kısılmış çığlıkların duvarlara çarpıp yankılanmadığı, olmayan bir aynada görmeye çalıştığımız kederin yansıdığı sessizlik… Konuşmak istedikçe ağzımızdan külleri dökülüveren yanmış kelimelerin sessizliği… Hayatımızdan çıkıp gidenlerin kendileri ile birlikte götürdükleri yansımalarını; bir umut aynalarda arayıp da bulamayışımızın sessizliği… Bilincimizin durdurduğu saatlerin tik-taklarının duyulmadığı sessizlik… En önemlisi tüm bu sessizliklerin kaynağı olan, yaşanmamış denilebilecek bir ömrün; uçurum gibi yükselen yalnızlığının sessizliği… Apansızın bu sessizliği bozup tüm dünyamızı dolduran pes perdeden bir telefon sesi… Anın yekpare bütünlüğü içinde bulduğu bir delikten sızmayı başaran, hiç ummadığımız bir yerden ve zamandan gelen telefon sesi…
Süreyya ahizeyi kaldırır.
Karşısındaki kişinin kim olduğunu anladığında, duyduklarına inanamayacak, yanlış anlamadığından emin olmak isteyecek, beyninin içindeki şiddetli sarsıntıyı engelleyemeyecektir. Kendisini arayan, kırk üç yaşındaki Süreyya’nın hayatı boyunca görmediği annesi Mesude’dir! Roman boyunca devam edecek telefon görüşmesi böylece başlar.
Edebiyat, insanlığın yüzyıllarına nazır dimdik duran, dev bir ayna gibi bize bizi gösterme ve tanıtma görevini yerine getirmiştir, getirmektedir. Özellikle realizm akımının etkisindeki XIX. Yüzyıl’da bu misyonunun zirvesine çıkmıştır. Öncesinde, örneğin humanizmin etkisinde yazılmış Montaigne’nin ‘Denemeler’ gibi eserleri de vardır kuşkusuz. Ancak XIX. Yüzyıl’dan itibaren olaylar daha gerçekçi boyutu ile ele alınmaya başlanmış, Alman düşünür Goethe’nin ‘insan kendini yalnızca insanda tanır’ sözünü haklı çıkarırcasına, odağına aldığı insanı her yönüyle ele alan bugün de okuduğumuz klasik eserler ve sonrasındaki eserler verilmiştir.
Edebiyat-insan ilişkisi, insan hayatının ve ediminin belki de en saf ve en duru ilişkisidir benim görüşüme göre. Bu ilişkinin duruluğu içinde pek çok şey kendini ele verir. Bence bir yazar gerçek bir öncüdür. Saatlerin üzerinde akıp giden hayatı ve zamanı, kendi hayat görüşü ile şekillendirdiği, bize göstermek istediği bir kalıba döker. Bütün grifitliği ile akıp giden sıvı hayat, içine döküldüğü kalıbın şeklini alır. (Tıpkı, zürafa boyunlu ya da şişman bir sürahiye dökülen su gibi.) Ve bu şekle bakarak yazarın bize göstermeye çalıştığı hayatın perspektifini görmüş oluruz. Yazarın bu grifit akışkanlığı anlatabilecek, şekillendirebilecek cümleleri, kurguları vardır.
Kuşkusuz Unutma Beni Apartmanı romanının yazarı Nermin Yıldırım’ın da fazlasıyla etkilendiğini itiraf ettiği Fyodor Mihayloviç Dostoyevski yukarıdaki paragraflarda belirtilen işleri en iyi yapanlardan biri belki de en iyisidir. Roman, gözlerinin altı mor, rengi sararmış, kollarını dizlerinin etrafında dolamış, sırtını iyice kamburlaştırarak halının üzerinde, yazımın başında belirttiğim eza dolu sessizliğin içinde oturan başkarakter Süreyya’nın iç hesaplaşması ile başlar. Bu iç hesaplaşma roman boyunca devam edecek olan telefon konuşmasının sonucudur. İç hesaplaşmadan sonra yazar bir geri dönüş yapar ve roman boyunca devam edecek o telefon görüşmesi başlar.
“Dokunmadan” isimli kitabı ile Dünya Kitap’ın ‘2017 Yılın Telif Kitabı’ ödülünü kazanan yazar, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimler Fakültesi Basın Yayın Bölümü’nden 2002 senesinde mezun olmuştur. Çeşitli gazetelerde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalışmıştır. Sonradan Fransızca, Çince, Sırpça, Bulgarca, Arapça ve Azerice’ye çevrilen romanlarının ilkidir Unutma Beni Apartmanı. Yazı yazmayı öğrenmediği çocuk yaşlarında dahi, kafasının içinde şiirler yazdığını belirtir. Hatta ilk aşkı bir roman kahramanıdır.
Yazar telefon konuşmasının aralarına serpiştirdiği Süreyya’nın hikayesini çocukluktan itibaren anlatır bize. Bu kısımda romanın başkişisi Süreyya konuşur. Bununla birlikte, romanın bütününde çoklu bakış açısını benimsediğinden, telefon konuşmasının olduğu bölümlerde annesi Mesude Hanım konuşur. Zaten roman da bu iki karakterin ekseninde şekillenir. Bu iki yaralı kadının hikayelerini kendi anlatımları ile dinleriz. Konuşma esnasında meydana gelen duygu yoğunluklarına ve soğuk duş etkisi yapan olaylara iki farklı kadının bakış açısından bakmamıza sebep olur çoklu bakış açısı. Kurgunun arka fonunda 60 ihtilali, 11 Eylül saldırıları ve 99 depremi gibi dönemsel olaylar da vardır. Ancak yazar, bu olayları anlatırken anne-kızın öyküsünden uzaklaştırmaz bizi.
Süreyya kendine acımaktadır. Üstelik bununla yüzleşmekten de korkmaktadır. Ne kendine acımayı sevmektedir ne de başkasının ona acımasını. Sırf acınası duruma düşmemek için savunmalar geliştirmiş olması ve çok bedel ödemesi onun hayatının özetidir desek herhalde yanılmış olmayız. Gelen telefon tüm savunma taktiklerini bir anda yok etmiş, tüm ezberini bozmuştur. Ömrü boyunca kendisinden vazgeçenleri, kendi vazgeçtiklerini, kaçırdığı fırsatları, kuramadığı yakınlıkları sorgular Süreyya. Kısacası yeryüzünde bir yer arayarak ama bulduğu her yerden de hızla kaçarak yaşadığı hayatı gözden geçirir telefon konuşması boyunca ve sonrasında.
Ya biz?
Bizim, Süreyya ve annesi Mesude gibi başkalarının hayatlarına mal olan büyük hatalarımız yoktur belki. Ancak hayatta unuttuğumuz ve sonradan unuttuğumuza, yok saydığımıza pişman olacağımız kişiler yok mudur? Asla affetmem dediğimiz kişiler yok mudur? Kendimize acınmasından korktuğumuz olmamış mıdır hiç? Yüzleşmekten ısrarla kaçtığımız şeyler yok mudur? Ölümü görüp sıtmaya razı olur gibi; en ağır bedeli ödemek uğruna, başka başka bedellere hiç mi razı olmamışızdır? Başkasını affetmenin kendimizi de bir anlamda affetmek olduğunu bilsek ne düşünürüz? Hayatımızı dallarından, kökünden, güneşinden suyundan mahrum kupkuru bir ağaç gibi geçirmemize sebep olan korkularımız var mıdır? Bu korkuları aşmak ister miyiz? Kendine ulaşıp, kendi ile tanışabilen şanslı insanlardan biri olmak istemez miyiz?
‘Ne kadar çok yazarsam, o kadar az konuşuyorum’ diyen Süreyya bir yazardır. Yazmak onun için unutmak demektir. Ezbere bildiği yaşam biçimi budur, hayatı böyle kolaylaştırır.
Yaşamı boyunca yaptığı en korkunç hatalarından biri ise annesinin yaptığı ile aynıdır. Kendisi çok günahsızmış gibi ona ceza kesebilecek midir? İşte bu sorunun yanıtını, kendi iç hesaplaşması düzleminde kendi kendine sorabilmesi yüzleşmelerin en zorudur.
Kitabın başında, kahramanımız Süreyya kendini gördüğünü varsaydığı hayali bir aynadan bahseder bize. Yazarın, romanın içinde çok geçmeden o hayali aynadan bir tane de bizim elimize tutuşturduğunu anlarız. Süreyya’nın, Mesude’nin ve kendimizin iç hesaplaşması paralel gitmektedir.
Nermin Yıldırım kendisine sorulan bir soru üzerine, en sevdiği romanlar arasında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı olduğunu söyler. Hemen hemen her kitabında bu unutulmaz esere bir ‘selam’ gönderdiğinden bahseder. Bundan yola çıkarak kitabın başlangıcında Süreyya’nın telefonda, kendi annesinin sesini tanıyıp, o olduğunu kabul edene kadar geçen süreyi ‘üzerimden çoktan saatler akmıştı’ diye anlatması ve yine aynı kısımda devam eden anlatımda zamana nicel değerinden çok niteliksel yaklaşması bana, Saatleri Ayarlama Ensitüsü kitabında romanın başkahramanı Hayri İrdal üzerinden işlenen ‘dışsal ve içsel’ zaman kavramını hatırlattı. Tanpınar’ında yakından ilgilendiği Bergson felsefesine göre mekanik zaman yani saatlerin ölçtüğü zaman ile bilinçte yaşanan zaman farklıdır. Yine Bergson’a göre bilinçte yaşanan zaman insanın iç dünyasında yekpare (kesintisiz) ve parçalanamaz zamandır. Nitelikseldir.
Süreyya, annesi ile olan telefon konuşması esnasında zamanın niteliği ve bu niteliği ölçemeyeceğine inandığı saatler hakkında şunları da söyler.
‘Böyle durumlarda zamanın akışı yavaşlar. Beklemek zamanı ağırlaştırır. Bu ağırlığın değeri beklenenin kıymetine endekslidir. Zamanı ölçmeye yarayan bütün o sonradan uydurulmuş alet edevat oldum olası güvenilmez gelmiştir bana.’
Romanlarındaki karakterleri oluştururken uzman psikologlardan danışmanlık hizmeti aldığını belirten Yıldırım, bir röportajında edebiyat ve sanatın mutluluktan çok mutsuzluktan beslendiğini vurgular. Bazı romanları için ‘kasvetli’ kelimesini kullanır. Unutma Beni Apartmanı romanı için, ‘her şeyin kendi zıttı ile var olduğu bir roman’ demiştir. Kara bir hikaye olsa da; roman boyunca meydana gelen acı olaylar yüzünden üzülsek hatta zaman zaman gözyaşlarımızı tutamasak da; damakta tıpkı Unutma Beni Apartmanı’nın rengi gibi pamuk şekeri, umut pembesi bir tat bırakır roman. En azından benim için öyle olduğunu söylemeliyim.
Unutma Beni Apartmanı’nın sırrını ise romanın son satırında Süreyya ile birlikte öğreniriz. Ancak roman devam ederken, apartmanın kendisi için ne kadar önemli olduğundan habersiz olan kahramanımız, tesadüfen bu apartmanın önünden geçer. Onun apartmanı gördüğündeki izlenimleri ile yazımı noktalıyorum.
“İki katlı pembe bir binanın önüne vardım. Kafamı kaldırıp adına baktığımda, içimde sevinçle kederin harmanlandığı, garip bir duygu, neredeyse kağıt kesiği gibi, tarifi zor bir sızı duydum. Kendimde değilmişim, hipnotize olmuşum gibi usulca apatmanın karşı kaldırımına çöküp seyre daldım. Unutma Beni Apartmanı!”
Kaynaklar:
1. Şerif Eskin, Zaman ve Hafızanın Kıyısında. Tanpınarın Edebiyat, Estetik ve Düşünce Dünyasında Bergson Felsefesi(İstanbul: Dergah Yayınları, 2014)
2. Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü. (İstanbul: Dergah Yayınları, 2017)