1989 yılında Hiv virüsüyle mücadele etmek için New York’ta kurulan Act Up örgütünün ardından Paris Act Up örgütü de vakit kaybetmeden Aidsin yarattığı yıkıntıları gündeme getirmek için faaliyete geçiyor. Film, bu örgütün belgeseli niteliği taşırken aynı zamanda grup üyeleri arsında geçen bir aşk hikayesine de odaklanıyor.
Filmin ilk yarısı daha çok Act Up örgütünü gözler önüne seriyor. Yönetmenin kamerasıyla bu örgütün eylemlerine tanıklık ediyoruz. Campillo’nun eskiden Act Up örgütünün bir üyesi olmasıyla alakalı olsa gerek bu sahnelerde gerçek dışı hiçbir görüntüye rastlamıyoruz. Bu haliyle bile devam etse seyrine doyum olmayacak bir belgesel film izleyecek iken yönetmen bununla yetinmiyor ve filme bir de aşk hikayesi serpiştiriyor.
Nathan, eski bir aşk acısının vicdanıyla gruba yeni üye olmuştur. Sean ise Sert, cesur ve mücadeleci kişiliğiyle grubun kurucularındandır. Zamanla Seanle Nathan yakınlaşmaya başlar. İkili örgütle birlikte devlete ve ilaç firmalarına karşı mücadele ederken bir taraftan da aşklarını yaşarlar. Robin Campillo ikili arasındaki romantizmi mücadelenin önüne geçirmeden seyirciye aktarmasını çok iyi becermiş. Sevişme sahnelerinin yerindeliği duyguyu izleyiciye aktarmak adına çok iyi olmuş. Sevişme sahnelerinden nemalanmak adına hiçbir görüntü yok diyebilirim.
Sean’ın hastalığı ilerledikçe aşk öyküsü yerini Hivle mücadeleye bırakıyor. Yönetmen bu hikayeleri birbirinin önüne geçirmeden, aynı oranda filme aktararak beyaz perdeye yansıtıyor. Haliyle filmin sonunda Sean hastalıkla pençeleşirken, yalnızlaşırken Aidsin yıkıcılığı gözlerde buğu etkisi yaratıyor.
Filmin can alıcı sahnelerinden bir kaçı da örgütün faaliyetlerinden ve organizasyonlarından oluşmakta. Hele ki yüzlerce ölü insan imajı vermek adına yaptıkları yere yatma eyleminin kadrajı izleyiciyi büyüler nitelikteydi. Bununla birlikte diskoya gittikleri ve dans ettikleri anlar seyirciyi de dansa kaldırıyor.
Film dönem filmi olmasıyla birlikte dönemin izlerini çok fazla göremediğimiz şekilde çekilmiş. Sadece diskodaki müziklerden, danslardan 90′ lar ruhunu yakalıyoruz. Zaten yapım dönem filmi iddiasıyla karşımıza çıkmadığı için önemli bir ayrıntı sayılmaz
Filmin en çarpıcı olan yeri ise final bölümü olmuş. Yani benim açından. Campillo bu sahnede Nathan’ın bencilliğine dikkat çekmek ve aralarında geçen aşkın aslında o kadar temiz olmadığını anlatmak istiyor. Sahil sahnesiyle de bu durumu biraz daha pekiştirmek istemiş gibi. Muhteşem güzellikteki sahilde Nathan ve Sean bir birinden bağımsız biri önde diğeri epey geride denize giriyorlar. Virüsün aşkın önüne geçtiğini ve sevgilileri duyarsızlaştığını anlatacak şekilde çekilmiş bu sahne Aıdsin yıkıcılığını iki kişinin aşkı üzerinden bize aktarıyor.
Toparlamak gerekirse film çekimleriyle kurgusuyla oyunculuklarıyla izlemeye değer bir yapım. Yönetmenin başarısı ve ince işçiliği göz ardı edilemez. Bu performansından dolayı Robin Campillo, takibe alınmaya değer bir yönetmen.