Tarihsel süreç içerisinde kadın, erkeğin ardına itilen bir nesne olarak düşünülmüştür. Erkek için hep tehlike arz eden kadın, dinin başlangıcında gerçekleşen Adem’in Havva’nın isteği doğrultusunda tanrının yasağını çiğnemesi bu ikincilliğin doğuşu sayılabilir. Öyle ki kadın düşmanlığı mizojini kavramının günümüzde sıklıkla anılması, çeşitli filozofların kadınlara yönelik nefretinin doğuşunun, inanç tarihi kadar eski olmasından gelmektedir. İçinde bulunduğumuz 21.yüzyıl dahi kadın nefreti; sokak aralarında, kapalı kapılar ardında, aile yaşamında, flört ilişkilerinde ortaya çıkmakta. Toplum tarafından yanlış anlaşılan ve başka yerlere çekilerek erkek düşmanlığı olarak anlaşılan bir kavramda Feminizm. Feminizm kadının erkekle birlikte siyasal ve toplumsal yaşamda eşit olması anlamında. Feminizm ve toplumsal cinsiyet kavramlarının toplumda değerinin anlaşılması, bazı kitapların yazılmasıyla anlam kazanmaya başladı. Bu bazı kitaplardan yalnızca biri, Fransız edebiyatının başta gelen temsilcilerinden olan ve varoluşçu teoriyi kendine göre yorumlayan Simone de Beauvoir tarafından yazılan İkinci Cins kitabıdır. 1949 yılında yazılan İkinci Cins, üç kitaptan oluşmaktadır: Genç Kızlık Çağı, Evlilik Çağı ve Bağımsızlığa Doğru.
Yazıldığı dönemde, çok ses getiren ‘kadın’ tanımını farklı boyutlarda ele alan İkinci Cins, günümüz feminist ve toplumsal cinsiyet konulu araştırmalarda okunması ve yararlanılması gereken birincil kitaplardan. Toplumsal cinsiyet olarak bakıldığında; ataerkil toplumlarda oluşturulan kadınlık tanımına bir baş kaldırış örneği. Kadın; yemek yapmak, çocuk doğurmak, eşinin ve sevgilisinin sosyal ve cinsel doyumunu sağlamak; evlenmese dahi; bakımlı olmak, erkeklerin ve toplumun istediği doğrultuda giyinmek, güzel görünmek gibi görevleri bulunan kişi olarak anlaşılmaktadır. Kitabın hala da güncelliğini koruyor olması, toplumun iç kısımlarında kadın olmayı bu tanımla sınırlandıran düşünce biçimlerinin varlığını koruyor olmasından kaynaklanıyor. Yazıldığı tarihlerde kadın haklarının bilincinin yeni yeni anlaşılmaya ve iş hayatında kadınların yerinin değerinin oluşmaya başlaması; 21.yüzyıldaki kadın ve erkek arasında eşitlik anlayışının temelini oluşturmaktadır.
‘Kadın doğulmaz, kadın olunur.’
Simone, erkeğin arkasına itilerek ikincilleştirilen kadını, çocukluğunda kendisine diretilen ‘oyuncak bebek olgusundan’ geldiğini ifade eder. Kadınların çocukluğunda maruz kaldıkları; kadın çocuk doğurur, kadın emzirir, kadın bebek bakar, kadın ev temizliği yapar, kadın erkeğin arkasındaki güçtür ve en önemlisiyse kadın erkeğe muhtaçtır… Kız çocuğu annesinde rol model aldığı davranışları büyüdükçe kendi bedenine uyarlayarak, toplumun ihtiyaç duyduğu kadın düşüncesine ters düşmek istemez. Yüzyıllardır süregelen kadınlık kavramını sorgulamak yerine, erkeğin ötekileştirdiği ikinci cins olmayı kabul eder.
“Kadın, toplumsal açıdan üretime daha çok katılıp ev işleriyle daha az uğraştığı zaman özgürlüğe kavuşacaktır. Buysa, ancak, kadının çalışmasını geniş ölçüde kabul etmekle kalmayıp zorunlu kılan çağdaş büyük sanayi içerisinde gerçekleşebilmektedir…”
Kadının çalışma hayatına katılması, iş hayatında erkeklerle aynı işi yapması beklenmiş; ancak kadınlara erkeklerle eş maaş verilmemiştir. Kadınların daha çok çalıştırılması ve bununla birlikte kadınlardan, toplumun kendince oluşturduğu ‘kadınlık algısına’ uyum sağlamasını beklemesi ve erkeğin bozuk düzende lider durumunda olması kadının konumlandırıldığı ‘ötekilik’ olgusunu sarsmaya başlamıştır.
Okuyan, kendini geliştirme yolunda adımlar atan tüm erkek ve kadınların toplum tarafından verilen rollere eşit ölçüde ve akıllıca baktıklarında kadının erkekle eş olduğunu görmemesi mümkün değildir. Hele ki bir toplumun yüzde ellisin oluşturan bir cinsiyetin özgürlüğüne set çekilmek istenmesi; günümüzün en büyük problemiyken. Kadın kadın olarak ve erkek erkek olarak şöyle veya böyle olmalı anlayışını; ne olmak istediği bilincini kazanmış kadınlara ve erkeklere bırakmak yerinde bir davranış olacaktır.
Toplumsal süreç içerisinde, kötü koşullar altında mücadele vermiş tüm kadınların anısına sahip çıkarak, çok okuyarak, çok izleyerek, en önemlisi de tüm erkeklerin ve kadınların tarihine nefreti bir kenara bırakarak İkinci Cinsi okumaya; toplumsal cinsiyet ve feminizm üzerine düşünmeye davet ediyorum.
Ve unutmayın, Feminizm herkes içindir!
Ceyda OKTAY