https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Kimileri zamanda izler bırakır. Bıraktığı o izler gün geçtikçe daha da derinleşir. Friedrich Wilhelm Nietzsche bunlardan biri.  Avrupa felsefe tarihinin en büyük düşünürlerinden. Onu bir kalıba koyamazsınız, sığdıramazsınız. Yalnız bir adamdır. Kendisiyle başbaşa ancak kendisine bile aykırı bir adam. Kendini ”Yarının yazarı” olarak tanımlayan bu adam kim peki?
Friedrich Wilhelm Nietzsche, Alman bir filolog, filozof, şair, kültür eleştirmeni ve besteci nitelikleriyle tanımlanmaktadır. 15 Ekim 1844’te bir papaz ve öğretmen olan Carl Ludwig Nietzsche ile Franziska Oehler’in ilk çocukları olarak dünyaya gelen Nietzsche’nin babası ve dedesi mütevazı, Lüteran bir aileydiler. Babası Friedrich Ludwig 1849’da  “beyin yumuşaması” denilen bir nedenle ölmüştü. Çok sevdiği babasının çektiği acı Friedrich üzerinde derin bir iz bıraktı. Babasının ölmesi onun aklında temel bir soruyu oluşturdu. Bu kadar iyi olan bir adam neden böylesine bir acıyla ölmüştü? Bu sorusu onun felsefesinin ilk adımı oldu.
 Nietzsche’nin çocukluğu annesi ve kız kardeşi ile geçti. 13 yaşındayken Pforta eyalet okuluna başladı. Bu dönemlerde Nietzsche’nin lakabı “küçük Prostestan papazı” olmuş. On dokuz yaşına geldiğinde ise papaz olabilmek için Bonn Üniversitesinde ilâhiyat ve klasik filoloji öğrenimine başladı. Burada Nietzsche girişken bir genç oldu Derslerinde çok başarılıydı. Müziğe olan tutkusu onun gençliğinin en önemli simgesiydi ama Nietzsche müzisyen olmadı. O hiçliğin adamıydı. Ne kadar filoloji okusada , felsefeden vazgeçememiş , sürekli olarak felsefe kitapları okumuştur  Eve döndüğünde ise kliseye gitmeyi reddetti. Kendi yolundan gitti ve hiçbir şeyin kendisini etkilemesine izin vermedi. İnancını yitirdiği için ailesiyle arası açıldı. Kızkardeşi Elizabeth’e yazdığı mektupta inancını neden kaybetiğinin nedenini şöyle açıklar; 
”Sevgili Elizabeth
Sana bu mektubu alışmış olduğumuz inancın gerçeğini açıklamak için yazıyorum. Gerçek kader hata yapmaz. Kader insanların hayallerini bulmak için umut ettiği şeylerden oluşur. Fakat o nesnel gerçeklik için gerekli olan şeyler elimizde mevcut değildir. Fikir ayrılıkları burada başlar. Beynindeki inanç ve mutlulukları yakalamak için kadere inanırsın. Fakat gerçeği bulmak istiyorsan onu araştırmalısın.”
Aradığı sorunun cevabını 21 yaşında buldu. Girdiği bir kitapçıda Schopenhauer’in ünlü eseri “İstem ve Tasarım olarak Dünya” ile tanıştı. Bu tanışmayı şu sözüyle açıklar; ” Burada her satır vazgeçiş ve kabulleniş çığlığıydı. Burada insan doğasını ürkünç gördüğüm bir aynaya baktım.” Kendini Schopenhauer’cu olarak tanımlayacak olan Nietzsche daha sonra tamamen Schopenhauer’in görüşüne karşı çıkıp kendi felsefesini oluşturacak.
İsviçre’deki Basel Üniversitesi’nden klasik filoloji kürsüsünde profesör olmak üzere davet aldı. Yirmi dört yaşındaydı ve doktorası bile yoktu. Ancak ilerleyen zamanlarda filolojinin yetersizliğinden dolayı burada ders vermekten nefret etti. Nietzsche özgür kalmak için büyük bir istek duyuyordu. Bu nedenle üniversitedeki görevinden istifa etti.
Hayat koşulları ve sağlık sorunları onu yalnız bir adam olmaya itti. Hayatı boyunca şehir şehir gezerek sağlığına iyi gelecek iklimi aramıştır. Sağlık sorunları olmasına rağmen yazmaya devam etmiş, delirene kadar kalemini elinden bırakmamıştır. Kağıda döktüğü kelimeler büyüleyiciydi. Yalnız bir gezgin olarak ilk kitabını yayınladı.  1872’de ”Müziğin Ruhundan Tragedya’nın Doğuşu”nu yazdı.
Geleneksel metafizik öğretileri ve Hristiyanlığı hiç çekinmeden sorguya çekip kimsenin el değdirmeye bile cesaret edemediği gizli kalmış şeyleri aydınlığa kavuşturmuştur. Nietzsche modernliğe ilk darbeyi vuran düşünür. Nihilist olmasına rağmen Avrupa’nın nihilizme dönmesiyle tekrar geri dönüşü olmayan bir çıkmaz yola gireceğini söyler. Nietzsche’ ye göre nihilizm Batı düşüncesinin herhangi bir anında ortaya çıkan bir düşünme biçimi ya da birinin birine karşı savunduğu bir görüş, bir öğreti değildir. Tarihsel bir devinimdir, tarihsel bir olaydır, özü itibariyle Batı tarihinin temel olayıdır.  Yaşamış olduğu 19. yüzyıl Avrupa’sında insanın ve yaşamın anlamını kaybetmesi ve değersizleşmesi Nietzsche’ de endişe uyandırmıştır. Nietzsche’ nin tüm çabası, yaşama ve insana yitirdiği değerini yeniden kazandırmaktır. Bundan dolayı tüm değerleri yeniden değerlendirmenin gerekliliğine inanarak yeni yaşam olanaklarının izini sürmüştür. 
Nietzsche çağa aykırı bir düşünürdür. Onu anlamadaki temel zorluk ise Nietzsche’nin felsefesinde bir bütünlük bulmanın zor olmasıdır. Nietzsche, felsefesini ağırlıklı olarak aforizmalar şeklinde kaleme almıştır. Bu konuyla ilgili olarak Derrida, niçin uzun soluklu bir Nietzsche incelemesi yapmamış olduğunu “Bir Nietzsche düşüncesini belirli bir düzenleme içinde toplamak ya da dengede tutmak bana gerçekten zor geldi.” şeklinde belirtmiştir.
 Onun gibi bir seyyah İsviçre dağlarında küçük bir köyü ziyaret etmesi gerektiğini söyledi. Ve Nietzsche bunu dinlediğinde kendi ruhani evini keşfetti. Buranın varlığı onun düşüncelerine ilham verecekti. Ara sıra düşüncelerini küçük bir deftere kaydetmek için derenin kenarında dururdu. Nietzche yazılarını gizli bir şekilde, tanınmayan bir yazar olarak sürdürdü. Her kitabı ondan bir dost çalmıştı.
Bütün yollar Nietzsche’ye yani çağdaş düşünceye çıktığını söyleyebiliriz. 1882’de ”Şen Bilim” anlamına gelen kitabını yazdı. Kitapta ki bir delinin ağzından ”Tanrı’nın öldüğünü” yazması onun ne kadar aykırı biri olduğunu gösteriyordu.  ”Tanrı öldü” notuyla Nietzsche’nin neyi ifade ettiğini çok iyi anlayabiliriz. Tanrı’nın öldüğünü, onu bizim öldürdüğümüzü söyler. Tanrı’yla ilgili çok önemli sorular sorar. İnsanlığın geleceğinin Tanrı fikrinde saklı olduğunu düşünür.
” Tanrı öldü, onu biz öldürdük. Siz ve ben. Onun katilleri biziz, hepimiz. Peki nasıl yaptık bunu? Denizi nasıl boşaltabildik?  Tüm ufku silebilmemiz için bize süngeri veren kim? Yeryüzünü bağlayan güneşin zincirini koparınca ne yaptık? O zincir şimdi nereye gidiyor? Biz kendimiz nereye gidiyoruz? Tüm güneşlerden uzağı mı? Durmadan düşmüyor muyuz? Bir yukarısı, bir aşağısı var mı? Öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hala bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesine duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü, onu öldüren biziz. Bizler katiller, nasıl avutacağız kendimizi? Dünya’nın şu güne kadar sahip olduğu güçlü şey bıçağımız altında kanıyor. Bizi bu kandan kim temizleyecek? Hangi su bu kanı temizler? ”
Bunlar F. Nietzsche’nin iddalı sözleriydi. Sözünü ettiği yayılan inançsızlık Avrupa’nın sonu olacaktı. Din inancının kaybolması insanın varlığını da anlamsızlaştıracaktı. Bu Nietzcshe’nin hayatı boyunca uğraşacağı bir şeydi.
Nietzsche yazdığı ” İyinin ve Kötünün Ötesinde” kitabını kendisi bile dehşet olarak tanımlıyordu. Hristiyanlığın asıl mantığının insan doğasına hakaret olduğunu ifade ediyordu. Temel hakaret ise ona göre köle ahlakıydı. Pek çok 19. yüzyıl entelektüeli değerleri koruyordu. Niezsche için bu değerler tamamen korkunçtu. 
Hristiyan ahlakı insanlığın geleceği için tehlikeli bir şeydi onun düşüncesinde. Ama hayran olduğu değerler sisteminde ise gücü yüceltiyor merhameti küçümsüyordu.
Nietzsche’nin zihni zaman gittikçe bulanık bir hal almaya başladı. Zihninin böyle bulanık hal almasının en önemli nedeni yalnızığıydı. Kendini bir İtalya’da yürürken Tanrı gibi hissettiğinden bahsediyordu. Yazdığı mektuplar incelendiğinde kendini Deccal olarak tanımladığına şahit oluyoruz. Kaldığı evde çılgınlar gibi piyona çaldığını, bazen çıplak gezdiği konuşuluyordu. 
3 Ocak 1889’da belki yürüyüş yapmak belki de postaneden mektuplarını almak için dışarı çıkmıştı. Bir arabacının atını kırbaçladığını gördüğünde kollarını atın boynuna sarıp ağladığında durum çarpıcı bir hal aldı. 2 gün boyunca bir divanda hareketsiz şekilde dinlendi. Ta ki son sözlerini mırıldayana kadar ” Anne, ne aptalım.”
Hayatı boyunca insan merhametini eleştiren biri olarak yaşadığı bu son durum büyük bir acıma isteğiydi. Bir hafta sonra akıl hastanesine kapatıldı. İleri yeti yitimi teşhisi kondu. Nietzcshe’nin akli dengesi bir daha düzelmedi. 44 yaşındayken bir dehanın zihni darmadağan olmuştu. Ölümüne kadar hiçbir şey yazmayacaktı. 
Nietzche’nin kardeşine söylediği sözler oldukça ilginç; ”Kimse benim cenazeme katılmasın. Gürültü yapmasın. Kimsenin nutuk çekerek yalan söylemesine tahammül edemem. Hiç olmazsa beni öldüğümde rahat bırakın.”
Nietzcshe için güç istenci sıradışı olanı aramaktı. Kendi fikrinde ki kusurları farketmiş olamalı ki son yazdıklarını yayınlamamıştı. Kendiyle çeliştiğini anlamıştı. Ama bıraktığı çalışma yayınlandı. Ve büyük sorunlara neden oldu. Nietzche öldüğünde kızkardeşi kitabı yayınlatmıştı. Ve abisini kahraman olarak gören Elizabeth bir nazi destekçisiydi. 1904’te Elizabeth Hitler’e abisinin bastonunu hediye etti. 1934’te nazi destekçileri liderlerini dinlemek için toplandığında Nietzcshe’nin düşüncelerini çoktan sahiplenmişlerdi. Buna iradenin gücü demişlerdi. Devlet en güçlülerin iradesini kullanırken zayıfları kurban edecekti. Nietzsche’nin fikirleri nazilerin düşünceleriyle sonsuz bağlarla bağlanmış gibiydi. Ama Nietzcshe bugünleri görseydi dehşete düşerdi. Onun üstün ırkı insanın sahip olduğu güç istenciydi. Nazilerin Nietzsche’si ise çirkin bir varlıktı.
Niezche’nin en büyük saflığı düşüncelerinin kötüye kullanamayacağını düşünmesiydi. Kötülüğün en sevdiği şey ise boşlukları doldurmaktı.
Nietzsche’nin bizlere kattığı en büyük değer; insanın kendi yolunda gitmesini, en azından bu uğurda mücadele edecek gücü kendinde bulmasıdır.