https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Son derece akıcı üslubuyla insan ilişkilerini irdelerken bize hayatın anlamını sorgulatan bir yazar Lüset Kohen Fins. Sıkı bir okuyucusu olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, onun romanlarında tutkulu bir aşkı okurken kendinizi felsefenin yokuşlarında tırmanırken bulur, toplumsal olayların hayatlar üzerindeki etkileriyle savrulur, sıradan zannettiğiniz olayların ardındaki psikolojik derinlikleri kavramaya çalışırken insanı anlamaya başlar ve varoluşa dair yeni pencereler aralandığını fak edersiniz zihninizde. İkinci kitabımı yazdıktan sonra öğrencisi olduğum Lüset Kohen Fins ile bu sefer sizler için buluşup merak edebileceğiniz soruları sordum.

Neden roman?
Çünkü anlatmak istediklerimi okura en rahat geçirebileceğim tür bu. Aklımdaki anafikirler birer birer hikâye örgüsü ile birleşiyor ve kurgu, sinema filmi tadında ilerleyebiliyor. 
 
Sizi yazmaya hazırlayan ve motive eden şey nedir?
Hayatla ilgili yeni bir şey keşfettiğimde hemen tespitlerimi okura nasıl bir hikâye ile anlatabilirim diye düşünmeye başlıyorum. Beni yazmaya hazırlayan ve motive eden tek şey hayatın göreceli olmayan gerçekleri.
 
Bir romanın ortaya çıkması ne kadar ne zamanınızı alıyor?
Ortalama bir sene sürüyor, o da ateş ilk günkü kadar yoğun ise… Momentum denilen anlık fişeklemeler, zinciri bozmadan ruhunuzda bir nota oluşturmuşsa, heyecan ve istek uzun süre yanınızda kalıp size eşlik edebiliyor. Yoğun ve derin çalışmanın gücüne inanıyorum, uzun zamana yayılan düşünceler -bir şekilde yine zamanın etkisiyle- yavaş yavaş küle dönüyor.      
 
Kurmuş olduğunuz yazarlık atölyesinin yanında bir de kurumsal eğitimler veriyorsunuz? Sizce yazarlık öğrenilebilir bir şey mi?
Yeter ki istek, azim ve niyet olsun yürekte. Edebiyat, öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir sanat disiplinidir, tıpkı içinde matematik barındıran resim, müzik, tiyatro, heykel, sinema ve mimari gibi.
 
Toplumsal yargılar veya toplumsal dinamiklerimizden ötürü, yazarken hayal gücünüzü daraltmak zorunda kalıyor musunuz?
Hayır, toplumsal yargılar veya güncel dinamikler beni yolumdan alıkoymuyor. Hayal gücümü daraltma gücüne sahip olan tek şeyin moral bozukluğu, keder ve neşesizlik olduğunu keşfettim. Ve şunu anladım ki üretmeye susamış bir sanatçı kendini toplumsal görüşlerden değil, kendi duygularındaki gel-git’lerden korumalıdır.   
 
Edebiyatta sahici olmaya inanıyor musunuz?
Evet, eğer böyle olmasaydı yaşayamazdım. Sahici olmayan ve özünü gerçeklere yaslamayan bir anlatı okuduğumda çoğu zaman vakit kaybı gibi geliyor. İsterse yazar, anlatımda en üst mertebeden fiil ve sıfat kullansın, içinde tarafsızca ele alınmış dünya gerçekleri yoksa lezzet alamıyorum.
 
Yazarın toplum karşısında görevi olmalı mıdır?
Olmalıdır bence. Sonuçta, yazar dediğimiz kişi, etrafında olup bitenleri kavramaya çalışan, bu esnada beş duyu organıyla düşünen ve bulgularını da herkesten daha farklı metodlarla anlatma tutkusuna sahip olan kişi değil midir?
 
Yarattığınız karakterlerden kıskandığınız ve yerinde olmak istediğiniz bir karakter oldu mu?
Evet, oldu. Şarlatan adlı romanımda Seren Cebey adlı karakterin  Timuçin Semih Smith gibi bir adamla tanışmış olmasını çok kıskandım açıkçası. Birlikte yaşadıkları, sanırım bana en çok heyecan veren bölümlerdi. Yazarken hep Seren’in ayakkabılarından baktım hayata.
 
Karakterlerinizin içine birer Lüset serpiştiriyor musunuz?
Bundan kesinlikle emin olabilirsiniz. Hangi karanlık yüzümü veya hangi sempatik tarafımı kimler vasıtasıyla ortaya çıkartacağımı ilk baştan tasarlıyorum hatta. Maket gibi… Kambersiz düğün olmaz diyelim. Yazmaya başlarken en çok büyük resmi önceden hissetmeye ihtiyaç duyuyorum.
 
Yazmanın aynı zamanda kendine yapılan bir yolculuk olduğunu düşünürsek bu anlamda kendinizde keşfettikleriniz neler oldu?
Bilgi paylaşmaktan zevk aldığımı keşfettim. Sinema filmi tadında sahneler yazma arzumun zamanla vazgeçilmez bir tutkuya dönüşmesi de bana sürdürülebilir cinsten bir huzur hediye etti.
 
Son kitabınız Dahil’de felsefe ve din arasındaki ilişkiyi yıldızları hiç barışmayan iki apartman komşusuna benzetiyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Din ile ilgilenenler, bu olguların esas çıkış noktası olan ilahiyatı ve Allah sevgisini arka plana itip, benimki seninkini döver mantığıyla ilerliyorlar ve zamanla olaya yüzeysel ve şekilsel bakmaya başlıyorlar. Oysa felsefe çok başka dehlizler sunar zihin haritalarımıza. En güzel tarafı ise, hiçbir fikrin bir diğerini çürütmek için savaşmamasıdır.  Bu durumda, din ile ilgilenenler, binadaki tüm sorunların kaynağını sürekli apartman yöneticisine yükleyenler. Felsefe ile ilgilenenler de olay çıkmasın diye hoşgörüye sığınan, hafif sinik fakat her daim mağrur apartman sakinlerini temsil ediyorlar.
 
Türkiye’deki okur kitlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında tüm dünyada aynıdır okur kitleleri. Kimi tavsiye üzerine, kimi kapağına göre, kimi yazarına göre, kimi de listelerdeki satış rakamlarına göre bir kitabı okumaya veya okumamaya karar verir. Diğer ülkelere göre tek fark, tanıtımı yapılan bir kitap bizim ülkemizde önce şüpheyle karşılanır. Başarının, şan ve şöhretin parayla satın alınabileceği tüm ülkelerde bu böyledir. Kendi adıma konuşacak olursam, okur kitlemin sadakati ve yazdıklarımdan kendilerine bir pay çıkarmaları beni yeni kitaplar yazmaya yönlendiriyor. Araştırmaya ve yeni bilgilere susamış olan herkes, bana göre bilinçli okurdur. Yeni nesil ile ilgili henüz netleşmemiş bazı bulgularım var, gidişat bazen ümit verici bazen de umut kesici.  
 
Nasıl bir okur olarak tarif edebilirsiniz kendinizi?
Eleştirel bir okurum, düşman gibi okurum, hata bulmak için uğraşırım, hiç kimseyi gözümde büyütmem. Güvenimi ve saygımı kazanan bir yazara da asla direnmem ve onun dağarcığından faydalanmaya çalışırım. Farklı zihin haritalarını keşfe çıkmayı seviyorum, bu konudaki oburluğumu en çok okuma eylemi perçinliyor.
 
Roman veya kısa öyküler yazmak isteyen birine ilk 3 tavsiyeniz?
Disiplin, mevcut hayal gücünü esnetme ihtiyacı ve ön hazırlık. Bu muhteşem üçlü birbirlerinden ayrılmamaya and içmişlerdir çünkü biri olmadan bir diğeri var olamaz.  Ortaya iyice doymuş veya yeterince pişmiş bir eser çıkarmak isteyenler, hamama girince şıpır şıpır terlemeyi göze almalıdırlar. Emek vererek akan her ter, hamam taşına tutku, tatmin ve huzur damlaları olarak düşecektir. 
 
 
2011-2012 yıllarında Ten Deep Footprints (On Derin Ayak İzi) adlı ilk romanını İngilizce olarak kaleme alan Lüset Kohen Fins, bu romanıyla 14 bin yazar arasından birinci olup Uluslararası Harpers Colins Authonomy altın madalya ödülünü aldı. Daha sonra romanını kendisi Türkçe’ye çevirdi. Roman yazmaya başlamadan önce 1997-2010 yılları arasında İngilizce olarak yayımladığı ‘City Plus Istanbul’ ve ‘Istanbul Beyond Your Expectations’ dergilerinin ardından çalışmalarına ABD’de devam edip New York’ta ‘NYC Food&Mood’ adında bir şehir rehberi çıkardı. 2014’te İstanbul’da Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ni kurup çağdaş Türk Edebiyatı’na yeni yetenekler kazandırmayı hedefledi. Sırasıyla yayımlanan On Derin Ayak İzi, Enginar Mevsimi, Hasta Bakıcı, Şarlatan ve Dahil romanlarıyla hızla yükselen bir başarı grafiğine ve her geçen gün büyüyen bir okur kitlesine sahip oldu.
 
Hatice Hamarat