https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Galata Kulesinin büyük ihtişamıyla açılıyor kitabın kapıları. Sene 1681. Konstantiniye’nin masallara konu olacak efsunlu zamanları. Arap İhsan’ın kadırgası yanaşıyor tersane iskelesine. Yanında gittiği diyarlardan getirdiği küçük bir köle; Alibaz. Yerinde duramayan, attığı her adımda Arap İhsan’ın başını derde sokan bir velet. Küçükken yerinde dursun diye afyonla zaptedilmiş, sonra afyona bağışıklık kazanıp uyumayı bile unutmuş tuhaf bir velet. Arap İhsan adımını atınca karaya, zamanında attığı naraları hatırlatıyor Galata’ya. Geldiğini duyuruyor hanelere, meyhanelere. Evinin yolunu tutuyor.
Bünyamin düşünden uyanıp kalkıp açıyor ısrarla çalan kapıyı. Babası Uzun İhsan Efendi’nin uyanacağı yok. Kendisi uykulara dalıp dünyayı gezme telaşında. Arap İhsan, içeri girip yeğenini soruyor Bünyamin’e.  Yine uykuda olduğunu öğrenince başta bölmüyor düşlerini, sonra yanına varıp sesleniyor:
 “Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam Dünyanın kendisini hiç görebilir mi?” (s:21)
Uzun İhsan Efendi, geceleri yeşil bir şurup içip uykuya dalan, rüyasında gezdiği gördüğü yerleri kağıda döken bir düş gezgini. Uyku esnasında ruhun bedenden ayrılarak dolaştığını ve bu sayede diyar diyar gezmenin de mümkün olacağını kavramış olan Uzun İhsan Efendi; düşlerde gezebilecek iken kalkıp zahmet çekerek gezmek neden, düşüncesiyle yattığı yerden kıtaları geziyor, bazen kendini hiç olmayacak yerlerde de bulabiliyor. Kendisi “Puslu Kıtalar Atlası”nın, yani aslında İhsan Oktay Anar’ın yazdığı ve şu anda elimde tuttuğum kitabın yazarı. Bir dakika bir dakika kim bu kitabın yazarı? Nerden geliyor bu isim benzerliği? Kim kimin düşünde? Ben kimim? Ben aslında var mıyım? Düşünüyorum o halde varım.
İhsan Oktay Anar, okurunu fantastik dünyasına davet etmek için uzun yıllar beklemiş, biriktirmiş ve ben buradayım diyerek ilk romanı “Puslu Kıtalar Atlası” ile 1995 yılında okurlarıyla buluşmuştur. Hem de ne büyük bir buluşma. Kitap öyle çok sevilmiş ve benimsenmiş ki bugün 64. baskısını raflarda bulmamız mümkün. Türk edebiyatında fantastik romanlar dediğimizde aklımıza ilk gelecek romanlardan birisi “Puslu Kıtalar Atlası”.  İçinde kaç tane olduğunu sayamadığım karakterlerin her birinin kısa yaşam öykülerine tanıklık ederken kafanız bir hayli karışsa da kitabın sonuna doğru tüm taşlar yerlerine oturuyor. Neden anlattı ki bunu burada dediğiniz bir bölüm kitabın devamında sizi oldukça şaşırtan bir ayrıntıya dönüşebiliyor. Ayrıca Kayıp Rıhtım sayfasından öğrendiğim kadarıyla kitabın ciltli özel baskısının kapağında, kitapta geçen tüm karakterlerin çizimlerini görmemiz mümkün. Bu da dikkat çeken küçük ama güzel bir detay. Kitabı ya bırakacaksınız akışına gidecek ya da hiçbir ayrıntıyı atlamamak için not ala ala ilerleyeceksiniz. Ben ikisini de denedim. İkinci okumamda not alarak ilerlememe rağmen hala atladığım birçok ayrıntı olduğuna eminim. Bu da “Puslu Kıtalar Atlası”nın öyle bir kere okunup da rafa kaldırılacak bir kitap olmadığını bariz bir şekilde gösteriyor ve her okumada eminim ki daha da lezzetli bir hal alıyor.
Romanda birçok eski ve yabancı kelimeyle karşılaşsak da bu kesinlikle romandan kopmaya neden olmuyor. Romanın sizi içine alıp sürüklediği alem o kadar akıcı ve gerçek ki hiç yabancılık duymadan kendinizi olayların içine bırakıveriyorsunuz. Öyleyse başta giriş yaptığımız olaylar zincirine kabataslak bir dönüş yapalım. Kabataslak diyorum çünkü, kitapta geçen olayları kitabı okumadan anlamak pek mümkün değil. Kitabın içeriği, zaman-mekan-kişi örgüsü, bölümler arasındaki bağlar ancak kitabın özgün düzeni ve anlatımıyla zihninize yerleşebilir. Yine de elimden geleni yapacağım.
Yazarla isim benzerliğinin yanı sıra tip olarak da kendisine benzeyen Uzun İhsan Efendi, düşlerinde yaptığı gezintilerden oluşturduğu “Puslu Kıtalar Atlası”nı lağımcı ocağına katılan oğlu Bünyamin’e emanet ediyor ve oğluna gezmeye cesaret edemediği dünyayı gezmesi için şu sözlerle cesaret veriyor: ”Macera ise en büyük ibadettir; çünkü O’nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim.”(s:55) Bünyamin savaş esnasında ustası Verdapet ile kalelerin altını kazarken Uzun İhsan Efendi, Rendekar’ın “Zagon Üzerine Öttürmeler” isimli eserine dalıyor artık düşler yerine. Rendekar’ın her bilgiden şüphe etmesinden dolayı kendisinin şüphe ettiğinden şüphe duymaması, öyleyse var olduğu anlamına ulaşmasına başka yönlerden bakıp ya ben düşündüğüm için her şey varsa diye derin düşünce kaosları içinde buluyor kendini. Romanı okurken sadece Konstantiniye’nin değil felsefenin de sapaklarına dalıyorsunuz haliyle.
Asıl olaylar Bünyamin’in bir kale kuşatması esnasında Zülfiyar isimli padişah casusunu kurtarırken düşman baskınına yakalanması ve casusun kaçarken siyah bir parayı Bünyamin’e vermesiyle başlıyor. Bünyamin’in yüzü baskında tanınmayacak hale gelince casus onun Bünyamin olduğunu anlamıyor ve Bünyamin’in parayı alıp kaçtığını düşünüyor. Konuşmalardan paranın değerli olduğunu anlayan Bünyamin de hafızasını kaybetmiş gibi yaparak uzun yollar aşıp Konstantiniye’ye varıyor. Fakat vardığında evini talan edilmiş halde buluyor ve uğradığı meyhanelerde duyuyor ki yeniçeriler Uzun İhsan Efendi’nin evinde bir şeyler aramışlar; bulamayınca işkence edip kulaklarını kesmiş, gözlerini oymuş, dilenci loncasına bırakmışlar. Bünyamin bir yabancı gibi dinliyor olanları. “Puslu Kıtalar Atlası”nın içine sakladığı siyah parayı aradıklarını anlayarak ağlaya ağlaya babasını aramaya başlıyor. Dilenci loncasına vardığında yüzünün perişan halinden ötürü çok para kazandırır düşüncesiyle hemen kabul ediliyor loncaya. Ancak babasını gözetliyorlar düşüncesiyle yanına yaklaşamıyor.
Kitabın kötü adamı Ebrehe. Her gece locadan o gün toplanan paraların hepsini alıp ertesi sabah geri veriyor nedense. Romanın devamında kendisinin yıllar önce padişahlardan birinin oluşturduğu gizli bir casus teşkilatının Büyük Efendisi olduğunu öğreniyoruz. Ebrehe’ye kadar tüm Büyük Efendiler dönemin padişahına gidip padişahı kendilerinden haberdar ederken Ebrehe kimseye bir şey söylemeden teşkilatı gizli gizli tamamen “bilme” tutkusu için kullanıyor. Bunu teşkilattaki casusların çoğu bilmiyor tabii. Sahte padişah fermanlarıyla kaleden alınmaya çalışılan siyah para için dökülen kanlar, işkence edilen Uzun İhsan Efendi’nin hali… Hepsi Ebrehe’nin eseri. Ebrehe’nin loncaya uğradığı bir gün Bünyamin’in onu boğulmaktan kurtarmasının ardından aralarında geçen “bilmek”le ilgili diyalogdan sonra Ebrehe Bünyamin’i teşkilata davet ediyor. Ebrehe uzun uzun bilmenin sırlarından, boşluktan, zamanı geri çevirmekten ve kıyamete bir yıl kaldığını gösteren kehanet aynasından bahsediyor Bünyamin’e. Kitabın bu bölümleri oldukça ilgi çekici.
Dilenci loncasının başı Hınzıryedi ise bambaşka bir karakter. Hayatının detaylarına inmeyerek Ebrehe’nin gazabından onun da nasibini aldığını söyleyebiliriz. Ancak Hınzıryedi’nin intikamı ağır oluyor. Ebrehe son nefesini vermeden önce yalnızca Bünyamin’e veriyor siyah paranın sırrını. Kehanet aynasının başka bir teşkilatın oyunu olduğunu öğrense de ne çare. Her insanın kendi kıyametidir ölümü. Bünyamin bu günahkarın vasiyetiyle saklıyor siyah parayı Ebrehe’nin ağzına ve bağlıyor çenesini.
Roman boyunca ara ara “Puslu Kıtalar Atlası”nı rastgele açıp cümleler okuyan Bünyamin, romanın sonunda tekrar aralıyor sayfaları ve atlasın sonunda kendisine yazılmış uzun bir mektup görüyor. Öğreniyor ki her şey, herkes, kendi dahil bir düşmüş. Uzun İhsan Efendinin düşü. Babası yaşamaya cesaret edemediği her şeyi düşündeki oğlunun yaşadığını düşlemiş meğer. İşte bu yüzden Bünyamin’in düşlerindeki güzel kız Aglaya’dan bile haberdarmış.
Değinmek istediğim ancak değinemediğim öyle olaylar öyle karakterler ve o karakterlerin öyle yaşantıları var ki… Sokakların Efresiyab’ı Alibaz, dilencilerin şahı Hınzıryedi, gittiği her mekanı yıldırım çarpan Dertli, cellatların bıraktığı cesetleri inceleyip anatomi kitapları yazan Kubelik, göğsünde değerli bir taşla yaşayan lağımcı ustası Verdapet, Bünyamin’in hırsız maymunu Müşteri ve daha niceleri…  Hepsini anlatmamız mümkün değil. Haydi karakterleri anlattık diyelim sizi olayların geçtiği tarihlere ancak Anar’ın hayranlık uyandıran betimleme becerisi götürebilir. “Bu bir tarih kitabı mıdır peki?” sorusuna ise kitabın önsözünde Hulki Aktunç şöyle cevap verir: “Hayır. Tarihsel olan’dan yeni bir roman çıkarmak, romanı da yeniden tarihleştirmektir ama”(s:10).
Ayrıca kitabın enfes bir çizgi romanı olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Ünlü karikatürist İlban Ertem’in kaleminden çıkan harika çizimler kitaptan birebir uyarlanmış ve çizim süreci Ertem’i bir hayli zorlamış. Bunun sebebi ise çizimlerin birebir anlatılanlara uygun olması için Ertem’in kitapta geçen mekanları, kılık kıyafetleri bulmak amacıyla derin bir araştırmaya girmesi olmuş. Öyle ki İstanbul’da girmediği kütüphane, taramadığı dönem ansiklopedisi kalmamış. Benim hatam ise romanın aslından önce çizgi romanını okumak oldu. Çünkü çizimler o kadar iyi ki daha sonra romanı okurken zihnimde sürekli Ertem’in çizimlerinin canlandığını fark ettim. Bu da farklı bir deneyim oldu tabi. Ertem’in “Puslu Kıtalar Atlası” çizim serüvenini anlatan belgesel tadında kısa bir video da Youtube-Çizgi Roman Yolculuğu sayfasının 4. Bölümünde sizleri bekliyor.
Son olarak kim kimin düşünde bilmem. Bildiğim ve romandan benim anladığım şu ki insanın içinde hep bir merak, bu meraktan sebep hep bir maceraya atılma isteği mevcuttur. Bunu bedenen yaşayamıyorsa dahi düşlerine yaşatır. Belki bir kitap yazar, karakterlerine yaşatır. “Puslu Kıtalar Atlası”nın beni en çok etkileyen sözleriyle kapatıyorum kitabın kapısını:
“Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk bu Dünya’nın şahidi olmaktı.”(s:91)
 
 
İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası, İstanbul, İletişim   Yayınları, 1995, s.10, s.21, s.55, s. 91.
“Puslu Kıtalar Atlası-İnceleme”, Kayıp Rıhtım, (Çevrimiçi), http://www.kayiprihtim.org/portal/inceleme/puslu-kitalar-atlasi-inceleme/ ,03.07. 2009