Müzisyen kimliğinin yanı sıra yazar, yönetmen, oyuncu ve ressam Mehmet Güreli ile keyifli bir söyleşi yaptık, bizlere kapılarına açan Mehmet Güreli’ye teşekkür eder, sizlere de keyifli okumalar dileriz.
Salah Birsel’in Mehmet Güreli oluşunuzdaki etkisi, sizin özümsemeniz?
Bunu çok fazla anlattım ama sizler için tekrarlamak istiyorum. Cihangir’de, Somuncu Sokak’ta oturuyoruz o zaman. Salâh’ın odası kitaplarla çevrili. Fransa’dan sinema dergileri de geliyor ona. O zaman beş yaşlarındayım ama okumayı sökmüşüm, dergilere bakıyorum. Odasındaki kitapları, dergileri sora sora yol almaya başladım. Sinemayı da erken yaşlardan itibaren çok sevdim. Ailemizde başka sinemacılar da var: Birsel Film’in sahipleri de dayılarım. Onların yazıhanesine giderdik sık sık. Salâh öğretmeyi çok severdi bir de. Her sorumu yanıtlar, bunu vakit kaybı olarak görmezdi. Sinema benim için Salâh’ın odasında başladı. Salâh daha sonra sinema dergilerini bana bıraktı. Gözüm gibi bakarım onlara. Salâh’ın Dört Köşeli Üçgen’i yazdığı dönemi hatırlıyorum. Daktilo sesleri, eliyle aldığı notlar… Sinema eleştirmenliği yapıyordu aynı zamanda. Arada odasına uğrayıp bir şeyler sorardım. Sinema yazılarını da takip ederdim. Sonra editörü oldum, dokuz adet kitabını bastım. Aramızdaki ilişki dostluk ilişkisine dönüştü. Edebiyat bir bakıma yoldaşlıktır.
Günümüz ve öncesinde Edebiyat?
Çok geçmiş zamandan ziyade 1984 yılına değinmek istiyorum, ideolojik anlamda harcanmış yıllar ama aynı zamanda yaratıcılığında olduğu yılardı. Bir yanda yok edicilik bir yanda yaratıcılık, bazı dönemler böyledir. Bir yanda birileri ölürken bir yanda bazıları bir müzik ile kendilerinden geçer. Bu yüzyıla gelecek olursam henüz kendini bulmuş bir yüzyıl diyebilir miyiz bilmiyorum. Bütün kahramanlar geçen yüzyıllardan kalma.
Yeni bir edebiyat akımı bekleniyor mu? Ya da şart mı?
Yeni bir şey çıkmadı, yeni bir şey çıkması gerekli miydi bilmiyorum. Henüz klasikleri bile hatmetmiş değiliz. Politize olmuş bir Avrupa’nın siyasi boyutlanın arttığı bir dönemde bambaşka bir telden çalındı. Araya karışmış birçok roman ve yazar var. Bazı şeyler bugün anlaşılıyor, ne dedikleri ne anlatmak istedikleri. Birilerine bir şeyleri hatırlatmak için düğmeye basılmalı, araya sıkışmışları göstermeli, herkes kendi hayatına çok fazla döndü, eskiden dünyaya bakılırdı.
Son kitabınız Bedrufi’nin Nefesi, metinlerin içine arada bir kafasını uzatıp, yazarına müthiş çıkış noktaları veren, söyleyeceklerini söyleyip okuyanı birkaç dakikalığına sayfadan uzaklaştırıp düşünmeye zorlayan, Bedrufi kim sorusunu sorduruyor?
Evet bu da çok sorulan sorularımdan. Bedrufi’yi şöyle düşünelim, Friedrich Nietzsche’nin Zerdüşt’ü gibi.
Şiir ile aranız nasıl?
Şiiri çok severim ama İçimdeki ses benim şair olmadığımı bana çoktan söyledi. Türkiye’de ki birçok şairi tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum. Çok fazla oturup şiir de konuşmadık ama duruşlarıyla şiiri anlatıyorlardı. Turgut Uyar, Edip Cansever ile çok iyi dosttuk. İlhan Berk, Tomris Uyar çok sevdiğim insanlardı, onlar duruşlarıyla şiar olduklarını belli ediyordu o yüzden şiir yazmak başka bir şey diyorum, şair kendini konuşmadan anlatır.
Çalışmalarınızı bir disiplin dahilinde mi gerçekleştiriyorsunuz?
Çok başka disiplinler içinde dolaşıyorum. Birbirini tanımayan insanlar ile uğraşır gibiyim. Birbirine bağlantılı yazarlar değil de, birbirinden bağımsız yazarlar içinde dolaşmaya başladım. Bu benim için bir dağınıklık değil aslında, farklı bir disiplin oluşturdum, müzikten tutunda okuduğum kitaba kadar hiç birbiriyle bağlantısı olmayan şeyler, fakat gelinen noktanın bu olması gerektiğini düşünüyorum. Daha özgür ve daha evrensel. Denemenin klasik anlamının çok daha ötesine geçti dünya.
Dune kitabıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ben Dune filmi yerine Dune kitabı için birkaç cümle kurmak isterim. Frank Herbert hayranıyım. İkisini yan yana koyabilir miyiz bilmiyorum. Filmi de henüz izlemedim, izleyeceğim bir an elbet gelecek ama şuan değil.
Zaman sizin için neyi ifade ediyor? Birçok alanda çalışmalarınız var, planlı olarak mı çalışıyorsunuz yoksa şu anda ne yapmak istiyorsanız onu mu yapıyorsunuz?
Bir plan içerisinde çalışmıyorum. Yani şimdi şunu yaptım, şimdi bu tarafa geçip bunu yapmalıyım gibi planım hiç olmadı, rutinin içinde dolaşıyorum diyebiliriz. Disipline ederek çalışmıyorum ve zorlamıyorum.
Gölge metaforu filmlerinizde de, resimlerinizde de dikkat çekici bir unsur. Bu metafora bu kadar önem vermenizin özel bir sebebi var mı?
Gölge güzel bir metafor, sebep göstermek gerekirse estetik anlayış diyebiliriz. Özel bir sebebi yok. Gölge filmine, Selma ve Gölgesi de diyebilirdim ama kısaca gölge demek istedim.
Deftere not tutanlardan mısınız?
Evet defter sevmek diye bir tutku var. Hala yazılarımı deftere geçiyorum, yaklaşık beş defterim var. Bana göre defter sevmeyen biri yazar da olmasın zaten.
Görkem Yektan’ın hayatınızda ki yeri?
Görkem Yektan ile 20-25 senedir birlikte çalışıyoruz. Ben onun masallarının resimlerini çizdim, o benim şarkılarıma sözler yazdı. Şiirler yazıyor, senaryo yazıyor, benim filmlerimde oyunculuk yapıyor ben onun filminde başrol oynuyorum. Ortak çalıştığımız alanlarımız çok fazla, birbirimizle uyum ve teşvik içerisinde yol alıyoruz. Dünyada uyum içerisinde çalışan birçok örnek gösterebiliriz ama bu uyum çalışması tek noktada olur. Bizim durumumuz farklı, biz birçok sanat dalında birleşebiliyor ve uyum içerisinde çalışabiliyoruz. Resimde, müzikte, filmlerde, bizim gibi bir örnek daha yoktur sanırım. Bu konuda kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
Yeni projelerinizden bahseder misiniz?
Yeni kitap bitmek üzere, film için ise, Ayşe Teker’in yazdığı bir hikaye üzerinde çalışıyoruz.
Mehmet Güreli, yazar, müzisyen, yönetmen ve ressam. 1949’da İstanbul’da doğdu. Ortaokulu Avusturya Lisesi’nde, liseyi Hürriyet Koleji’nde okuduktan sonra 2 yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne devam etti. Alope’nin Odası adlı kitabı 2008 yılında yine Sel Yayıncılık tarafından yayınlandı. Mehmet Güreli, Vapurlar/Blues (1988), Cihangir’de Bir Gece (1995), Yağmur (1999), Odamda Yolculuk (2002), İplerin Kopuşu (2007) albümlerinin yanı sıra, Vapurlar (1986), Bir Oyuncunun Portresi: Necdet Mahfi Ayral (Belgesel, 2003), İstanbul’a Yolculuk (Dünya Yazarlarının Gözüyle, Belgesel, 2006), Gölge (Peyami Safa’nın Selma ve Gölgesi kitabından, 2008) filmlerine de imza attı. Yazar halen İstanbul’da yaşıyor.