https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Sıradan ile olağanüstünün, bilinç ile bilindışının tuhaf, hayret verici  -ve üstüne üstlük hayra yorulan- bir kurguda harmanlanmasıyla oluşan rüyalar, fantastik sözcüğü ile uyum sağlamada en başarılı içeriklerden birini sunuyor. Tanıtımında “rüyalardan ilham alan sıradışı” bir gösteri olarak belirtilen Prof. Pi Show’u izlemek ve yönetmeni Ahmet Kazanbal ile söyleşi yapmak bu anlamda güzel bir rastlantı oldu.
10 Mart’ta Das Das’ta izlediğim Gate Production imzalı Prof. Pi Show sezon boyunca hem İstanbul’da hem de farklı şehirlerde sahnelenmeye devam ediyor. Yönetmen Ahmet Kazanbal bir besteci, müzik alanından gelse de edebiyat ve yapım/yönetim alanlarında da deneyim sahibi. Birlikte çalıştığı kalabalık kadronun da sanat yönetimi, dans, müzikal, sinema alanlarından gelen ve Gate Production yapısını oluşturan bir ekip olduğunu belirtiyor. Uzun yıllardan beri farklı firmalar, markalar ve sanatçılarla yürüttükleri etkinlik yönetimi, koordinatörlük ve çeşitli projelerden sonra, içlerindeki yaratma güdüsü sonucu 2006 yılında Gate Production kurulmuş.  Özellikle dans, akrobasi ve müzikal biçimlere ağırlık vermeyi, bu alanda gelişmeyi, geliştirmeyi ve yatırım yapmayı amaçlıyorlar. Birlikte üretim, uluslararası işbirlikleri ve sahne sanatlarına yönelik eğitim gibi başlıklar da yaptığımız söyleşide vurgulanan konular oldu. Kazanbal, Gate Akademi’yi bu alana ilgi duyanlara yönelik olarak hayata geçirdikleri, kapsamlı bir eğitim programı olarak vurguluyor. Eğitim alan, başarılı ve projelere uygun öğrencilerin gösterilerde yer alma olanağı bulabildiğini ekliyor.
Prof. Pi Show’un bilinen anlamda bir tiyatro oyunu olmadığını, “fiziksel tiyatro, mim teknikleri, folk ve karakter dansları, hava ve yer akrobasilerini içeren, steampunk kostümler, özgün ve klasik müziklerle masalsı bir atmosfer kuran bir gösteri” olduğunu belirtmek gerekir. Aile prodüksiyonu olarak nitelenen gösteri, ayrıca içerik ve biçim yönünden bu türü merak edenlerin de ilgisini çekebilir. Gösteride çocuk ve genç sanatçılara da yer veriliyor. Ahmet Kazanbal bu durumu gösterinin hikayesi açısından tutarlı olarak değerlendirirken, bir yandan da kendi yaşıtını sahnede gören seyircilerin, ondan feyzalması, sahne sanatlarına ilgiyi, isteği arttırması açısından önemsediklerini belirtiyor.
Rüyalar bilinç ve bilinçaltı arasındaki bir köprü, olaylar, kişiler, şeyler, metaforlar, semboller ile göreni için etkileyici ve rehberlik edici bir nitelik taşırlar. Gündelik yaşantıda çözülemeyen sorunlar/dertler rüyalarda kendilerine yer bulur, istekler, ihtiyaçlar ve hayaller gün yüzüne çıkar. Fantastik sözcüğü ise bana kah doğanın kah teknolojinin içinde gelişen, gizemli, korkutucu ve eğlendirici maceralarla dolu bir dünyayı hatırlatır. Kahramanların başına gelen olaylar çoğunlukla değiştirici ve dönüştürücüdür.
Bu fikirlerle birlikte hayal gücü, yaratıcılık ve düş dünyası gibi harekete geçirici anlamlarla da bezediğim, “rüyalar hangi yönleriyle ilham verici olurlar?” sorusu benim için bir başlangıç noktası oldu. Ahmet Kazanbal, “kanlı canlı bir prodüksiyon var beyninizde, rüyada” diyor. Ona göre müthiş bir after effect kullanılıyor rüyada. Sinemaya daha uygun, sinematografik bir yanı olduğunu da ekliyor. “Rüyalar episod episod.. kimisi 5sn, kimisi 2sn… Bir şey içiyorsunuz rüyanızda örneğin, bir kasiyer var teşekkürler diyorsunuz. Bir dönüyorsunuz deniz olmuş burası, elinizdeki kahve de not yazacağınız bir şişeye dönüşmüş.” Absürd, sürreal ve değişken olarak niteliyor rüyayı. İşte özellikle bu değişkenlik ve tuhaflıktan etkilenerek, seyirciye de bunu hissettirmeyi istemişler. Giriş, gelişme ve sonuç gibi klasik bir seyir için değil, seyircinin dikkatli bir izleme sayesinde bağ kurabileceği episodik bir anlayış ile kurgulamışlar. Böylece her seyircinin kendi gözünden göreceği, çoklu anlamlara yönelen bir gösteri olmasını hedeflemişler. Ayrıca çocuklar için de daha renkli bir atmosfer sunması, rüyanın ilham verici oluşunu desteklemiş.
“Düş makinesi” diye de isimlendirilen gösteride, yaşlı, yalnız, kendi kendine söylenip duran, hayli aksi, biraz bezgin ve sıkılmış, mucit Prof. Pi’yi görüyoruz. Çalışmaktan yorulduğu bir an rüyaya dalıyor. Onun gördüğü rüya olarak yorumladığım gösteri sürekli bir yerden başka bir yere doğru giden, karmaşık, kalabalık bir geçit törenine benziyor. Bu karmaşanın içinde Prof. Pi ve dans eden kurmalı bir bebek kah birbirini kovalıyor, kah birbirinden kaçıyor. Henüz rüyaya dalmadan önce de görülen bu bebeği acaba eskiden mi yapmıştı? Ve artık o tılsımı yakalayamıyor, ününü kaybetti? Yoksa yıllardır uğraştığı yeni bir icat mı bu, herkesten sır gibi sakladığı? Bunları düşünüyorum. Çünkü çalışma masasında bir afiş duruyor, soluk renkli… Ve Prof. Pi’nin büyük, tozlu, kalınca bir kitabı var…

Pembe-beyaz şişman gövdeleri, büyük ayakları, inceli kalınlı boynuzları ve şakacı-muzip tavırları ile fantastik bir aile, Prof. Pi’nin rüyasının baş kahramanları… Sağdan sola yürüyen, kaybolan ve yeniden beliren… soldan sağa yürüyen, kaybolan ve yeniden beliren karakterler sayesinde, büyük ölçüde yatay bir ilerleyiş hissi veren bir akış kurulmuş. Bu akış sadece bir yön takibi olarak değil, hem Prof. Pi’ye hem de seyirciye sunulmuş, bir yerden başka bir yere aşılan bir yol olarak da görülüyor. Bir orman, belki bir labirent, oda oda gezilen bir saray, ağaçlar arasında kısalı uzunlu yollar… Pek çok şey oluyor Prof. Pi ile birlikte seyircinin de gördüğü rüya/gösteride. Sahnenin ortasında ve üstünde beliren öğeler -büyük toplar, şemsiyeler, her yere açılan bir kapı, müzikli bir tablo, fosforlu uçan bir kare, farklı koreografiler ve müzikler eşliğindeki dansçılar, bedenlerini şekilden şekle sokan  akrobatlar- ise bu akışı ve yataylığı kesip bölüyor. Bu öğeler bir yandan gösterinin şov içeriğini düzenlerken, diğer yandan da Prof. Pi’nin gördüğü/yaşadığı olayları yansıtıyorlar. Böylece episodik ama eklektik, değişen ama yinelenen bir süreç oluşuyor. Hani hayat önemli anlarda film şeridi gibi akar denir ya, gösteride de benzer bir şekilde sanki bir film şeridi akıp geçiyor. Rüyaları sinematografik olarak nitelendiren ve sinema için zengin bir malzeme olduğunu belirten yönetmenin bu fikrini sahnede örneklediğini görmek bu açıdan ilginç.
Gösteri yarı karanlık, sisli ve puslu bir atmosferde, gaz lambası ile aydınlatılan yollarda ilerliyor. Büyük melon şapkası, yeşil ve kahve tonlarındaki uzun ceketi ile bu yolları takip eden Prof. Pi’ye steampunk dönemine ait bir karakter niteliği verilmiş, aslında bütün gösteri bu döneme atfedilmiş. Steampunk, Türkçeye buhar çılgınlığı olarak çevrilen, buharla çalışan makinaların teknolojisini içeren bir bilim-kurgu türü olarak tanımlanıyor. İcat ve buluşlar, buharlı makine, demiryolları ve tren, gaz lambası ile aydınlatma, mekanik, çarklı aletler dönemin önemli  simgeleri. Edebiyat açısından akla gelen ilk isimler Jules Werne, H.G Wells, terimin bu hali ile kullanımı ise 1987 yılında yazar K.W Jeter ile ilişkilendiriliyor. Steamboy, Wild Wild West, The League of Extraordinary Gentlemen ve Hugo gibi filmler de bu atmosferi göz önünde canlandırmak üzere hatırlanabilir. Steampunk’ı tarif ederken,  sanayi devriminin en hızlı yaşandığı Viktorya dönemi İngilteresinin mühendislik ve teknolojik gelişmeleri ile mevcut dönemin eklektik bir birleşimi ele alınıyor.
Bu atmosfer içinde cereyan eden gösteri bir rüya ise, seyirci de bir tür rüya gören niteliği kazanıyor. Rüyalar rüya gören açısından yorumlandığında daha anlamlı ise, seyircinin yorumuna açık olan gösteri de her seyirci için farklı anlamlar barındırmaya başlıyor. Bir olasılık, bir öneri olarak gördüğüm, rüya/gösteri ve seyirci arasında var olabileceğini düşündüğüm bu bağı hissetmek pek keyifli… Seyircinin hayalgücüne güvenerek, böyle bir alan açılması önemli bir yaklaşım olarak vurgulanmalı.
Gösterinin yapısı halihazırda episodik, eklentili ve değişken olduğundan, bu bilinçli öneriyi belirsizleştiren bir risk de var. Bu da bilerek havada bırakılan durum ya da olayların, seyircinin hayalgücüne ayrılan boşlukta da kesintiler yaratabilecek olması. Gösteriyi izlediğim gün teknik işleyişte meydana gelen aksaklıklar istemeden de olsa etkiyi zayıflattı. Bölüm geçişlerinde karanlıkta kalan sahne ve zaman zaman görülen sekmeler akış bütünlüğünü etkiledi. Kimi zaman ışık oyunları, kimi zaman sis, kimi zaman kostüm detayları oyuncuların (dansçı, akrobatların) önüne geçti. Yaşadığım bu kesintiler de söz etmiş olduğum belirsizliğe yol açmış olabilir. Gösterinin sonunda Prof. Pi’nin uyanıp uyanmadığını bilmiyoruz. Bunun açık seçik gösterilmesi tercih edilmemiş. Ayrıntı vermeyeceğim bu bölüme steampunk dönemini anımsatan  bir veda demek uygun düşebilir. Benim açımdan özellikle Prof. Pi’nin seyirci ile kurduğu ilişki, yolculuk boyunca karşılaştığı kişilerden ve olaylardan nasıl etkilendiği, başına gelenlerden neler öğrendiği biraz daha net çizilebilirdi.
Bunları dışarda bırakıp gösteriyi yazının başından beri ele aldığım fikirlerle şu şekilde okuduğumda; hayalgücüne güvenmek, hayallere yer açmak, eskiyi (hatayı, yanlışı, olmayanı) geride bırakıp, yenilenmeye, yeni şeyler üretmeye açık olmak bizi iyileştirir diyebiliyorum. Bu da umut verici bir düşünce… Prof. Pi seyirciyi bir süreliğine de olsa gündelik hayatın dışına çıkarıyor. Teatral ve müzikal öğeler, akrobasi ve danslar içererek farklı biçimleri bir araya getiriyor. Çoklu anlamlar yaratmak üzere hem çocuklara, hem yetişkinlere bir kapı açıyor.

 
PROF. Pİ SHOW
KALİTELİ, FARKLI, BENZERSİZ BİR AİLE PRODÜKSİYONU
 
Yazan & Yöneten: Ahmet Kazanbal    
Sanat Yönetmeni: Hilal Arslangiray Kazanbal
Koreograf: Nur Niyaz Bildik
Kadro: Bülent Develi, Begüm Gönenç, Cemre Buğra Ün, Ümit Beste Kargın, Aytunç Taylan,
Volkan Şafak, Onur Yıldırım, Zeynep Velidedeoğlu, Diana İzel Koç, Ece Korucuoğlu,  Zeynep Tanju, Serra Bildik, Deniz Anakök, Öykü Yıldırım
Kompozitör: Edward Grıeg, Nicolo Paganını, Franz Lıszt,  Pyotr Ilyıch Tchaıkovsky, Johannes Bhrams,  Camille Saint Seans,  Georges Bızet, Ahmet Kazanbal
Işık Tasarım: Serdar Yaman, Gökhan Gülçebi,
Yapım: GATE – www.gateproduction.net