Nuri İyem 1: “Resim Yapmadan Yaşayamam”
“Ben ilkokula başladığımda, sınıftaki öğrenciler içinde, defterinde, “O” harfinin karşısında odun resmi çizili; “Ö” harfinin karşısında da ördek resmi çizili olma ayrıcalığına sahip tek öğrenciydim. Babam, birbirine yakın harfleri bana öğretmeyi bu yolla halletmişti.”
Kızı Müjde Tanla’dan bir alıntı ile başlamak istedim bu büyük ressamımız ile ilgili yazı dizisine. Nuri İyem 1915-2005 yılları arasında yaşamış, özellikle Anadolu kadını portreleri ile sanatının zirvesine çıkmış, çoğunlukla dışavurumcu (ekspresyonist) bir üslupla ağırlıklı olarak toplumsal gerçekçi türde eserler vermiş bir ressamımızdır. Yazı dizimiz boyunca onun hayatı ve sanatı ile ilgili sizleri bilgilendirmeye çalışacağım. Takdir edersiniz ki resim ve edebi eserler özünde birer anlatı olsalar da ifade biçimi yönüyle birbirlerinden ayrılırlar. Resimde duygu ve düşünceler iki boyutlu bir çerçevenin içindeki renk ve desenlerle anlatılırken, edebi eserler yine aynı duygu ve düşünceleri anlatmak için sayfalarca kelime kullanırlar. Bu durum resim üzerine yazı yazmayı, edebi eser üzerine yazmaya kıyasla hem kolaylaştırır hem de zorlaştırır. Zor tarafı, kelimeler kullanılmaksızın renk ve desenle oluşturulmuş bir kompozisyonu kelimelerle anlatmak zorunda oluşumuzdur. Kolay tarafı ise resimdeki kompozisyonu görmek için yazılı metne göre çok daha az zamana ve izlenime ihtiyaç duymamızdır. Bir kitabı okumak için günlere ihtiyacımız varken, bir resmin tamamını görmek için sadece saniyelere ihtiyaç vardır. İşte bu avantajı kullanmak istedim ve satır aralarına İyem’in eserlerini de konumlandırdım.
Nuri İyem, dünya genelinde klasik sanattan modern sanata geçiş sancılarının yaşandığı bir dönemdehayata gözlerini açmıştır. Olgunluk zamanları ise bu geçiş sancılarının Türkiye Cumhuriyeti’ne izdüşdüğü döneme denk gelir.Kendi öznelliğini ortaya koyan modern yaklaşımlı resimler yapmıştır. Eserlerinde biçimden ziyade anlam ve duyguyu ön plana çıkarmış, bunu yaparken önüne çıkan engelleri aşmasını bilmiştir. Onun sanatının en önemli özelliklerinden biri de yenilikçi olmasıdır. Yenilikçiliği ile Türk resminin modernleşmesine ciddi bir katkı yapmıştır diyebiliriz. Yenilikçilik yapılmayanı yapmayı gerektirir. Sanat alanında yapılmayanı yapmak ise her zaman geniş bir vizyon, cesaret ve sanat aşkıyla mümkün hale gelir. Nuri İyem’in Anadolu insanını ölümsüzleştirdiği zamandışı portre ve resimlerinin sırrı işte bu gözüpeklikte yatar. Bu kadar önemli ve değerli oluşundaki en önemli sebeplerden bir diğeri de onun sanatının toplumun her kesimi tarafından anlaşılır oluşudur.Aşık Veysel’in “Benim sadık yarim kara topraktır” ve Neşet Ertaş’ın “Gönülden gönüle gider yol gizli gizli” sözü nasıl ülkemizdeki köylü, kentli, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılıp içselleştirildiyse onun eserleri de kolaylıkla anlaşılacak bir sadelikte halka ulaşmıştır. Resim yapmanın günah sayıldığı bir dönemde -annesi bile resim yapmanın günah olduğunu söylemektedir – o resim sanatı ile halkımızı barıştırmış, bu yüzden resimleri sanatın en yüce amaçlarından birine hizmet ederek Tolstoy’un işaret ettiği gerçek sanat eseri sınıfına girmiştir.
Çocukluğu çeşitli sıkıntılardan dolayı farklı şehirlerde geçer. Bu durum ileride yapacağı resimlerle ilgili zengin bir görsel hafıza edinmesine sebep olur. Özellikle ilkokulu tamamladığı Mardin izlenimleri zihninde ömrü boyunca silinmeyecek kadar kalıcı olacaktır.Bunların içinde kuşkusuz en önemli olanı ablasının gözleri olacaktır:
“En çok hatırladığım ve sevdiğim ablam. Sıtmaya tutuldum. Nöbet geleceği zaman ablam koşardı başucuma. Ablamın yüzünü göre göre girerdim nöbete. Ayıldığım zaman da ilk onun yüzünü görürdüm. Maalesef birkaç yıl sonra onu havalinin savcısına verdiler. Bir müddet sonra hamile oldu. Bir erkek çocuğu doğurdu ve bir iki gün sonra öldü. Bebek de bir ay kadar yaşadı. O yaşta ölümün acısını tattım.”
“Vefa Lisesi’ne geldim. Resim yok, müzik yok! Şaşılacak bir şey…Resim tutkusu bende müthiş…Sıkılmaya başladım”
O dönemler gece-gündüz resim yaptığını ifade eden İyem’in yolu nihayet Güzel Sanatlar Akademisi ile kesişir.Çok mutludur. Derslerine girdiği yazar Ahmet Hamdi Tanpınar onun ufuklarını genişletir. Tanpınar’ın İyem’e söylediklerinin içinde belki de en belirleyici olanı özgün bir Türk resim sanatının yaratılmasının gerekli olduğudur. Nuri İyem’in sonradan özgün bir dil oluşturma sürecinin başlamasını ve devamını sağlayan en önemli gelişmelerden biri Tanpınar ile karşılaşmasıdır. Onunla ilgili düşüncelerini şöyle ifade eder:
“Tanpınar akademide sanat tarihi, estetik ve mitoloji dersi verirdi. Akademiye girdiğim yıllarda onun gibi bir düşünürü karşımda hoca olarak bulmak en büyük şansım ve mutluluğum oldu.”
İyem bu dönemde Nazmi Ziya Gören, Hikmet Onat, İbrahim Çallı gibi çok önemli ressamların atelyelerine katılır. 1937 yılında Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümünden birincilikle mezun olur. Bir yıl süre ile Giresun’da resim öğretmenliği yapan İyem buradaki tüm çocuklara resim yapma sevgisini aşılar. Hatta bir süre sonra dersleri bir resim atölyesine dönüşür. Ne var ki İstanbul’daki sanat ortamından uzak kalmak onu çok rahatsız etmiştir. Bu yüzden öğretmenliği bırakıp İstanbul’a döner.
Resim 4. Tarlada Çalışan Kadın
1940 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’ne kayıt yaptırır. Öğretmenliği bıraktığı için para kazanması gerekmektedir. Bu yüzden arkadaşı Kemal Sönmezer ile Beyoğlu’nda bulunan Art Nouveau tarzında yapılmış apartmanları gezerek ev sahipleri ile konuşur ve evlerin duvarlarına resimler yaparlar.
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Nuri İyem’inyaşadığı dönem dünyada ve gecikmeli de olsa Türkiye’de klasik sanattan modern sanata geçişin olduğu bir zaman dilimidir. Bu süreçde devletin kurumları da etkindir. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel yaptığı bir konuşmada yurtdışından yetişmiş öğretim elemanlarının getirileceğini belirtir. Fransız ressam Leopold Levy ve Alman heykeltraş Rudolf Belling’i işaret etmektedir. Bundan sonraki süreçte Leopold Levy 1936 yılından başlayarak on üç yıl süre ile Güzel Sanatlar Akademisi’nde görev alır. Nuri İyem ondan dersler alır.
Akademi’de yer alan ressamların Levy sayesinde bir çırpıda modern sanat eserleri verebilen ressamlar olması beklenmektedir. Ancak Levy’nin geldiği Fransa’nın sanatta bu seviyeye gelmesi yüzyıllar sürmüştür. O dönemler Türkiye’deki sanat çevreleri resmin biçimcilikten ziyade entelektüel derinlik gerektiren, nesillerden nesillere aktarılan bir kültür ürünü olduğu düşüncesini çoğunlukla göz ardı etmiştir. İşte bu kafa karışıklığının yaşandığı dönemde bir grup ressam cesur davranarak yeni bir oluşum içine girer ve Yeniler Grubu’nu kurar. Türk resim tarihinde son derece önemli bir noktayı işaret eden Yeniler Grubu aynı zamanda Güzel Sanatlar Akademisi’nin çağdaşlaşma çabalarının sonucudur. Nuri İyem de Yeniler Grubu’nun kurucu üyeleri arasındadır. Yeniler Grubu’nun ilk sergisi olan Liman Sergisi’ni bir sonraki yazımızda ele alacağız ve Nuri İyem’in sanatının zirvesine olan yolculuğumuza devam edeceğiz.
Kaynaklar:
- Kıymet Giray, Nuri İyem (İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1998)