https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Her şeyin çok çabuk tüketildiği hız çağında yaşıyoruz. Okuyucu ile buluşan öykü ve romanların bir kısmıda bu çağa ayak uydurmakta zorlanmayan kitaplardan oluşuyor. Okuyup bitirdiğimiz değil okuyup tükettiğimiz kitaplarla sarılmış durumdayız. Yine de Pelin Buzluk’ un, 2010 yılı Yaşar Nabi Nayır öykü ödülünüaldığı ‘’Deli Bal’’ adlı kitabındaki öyküler gibi umudumuzu sıcak tutan,okundukça çoğalanedebi metinlerazımsanmayacak kadar çok.
Deli Bal çok alışkın olmadığımız bir kitap adı. Öykü kitabı söz konusu olunca okur kitap ismi olarak kitabın içindeki öykülerden birinin adını bekliyor. Oysa Deli Bal kitaptaki hiçbir öykünün adı değil. Tüm öyküler bir epigraf ile başlıyor. Pelin Buzluk, kendini yazarlardan polen toplayan arıya benzetmiş ve sağdığı ilk balında bu öykü kitabı olduğunu söylüyor.(https://yurtkitap.wordpress.com/2014/02/ Erdem Şimşek röportajı )Nedir o zaman Deli Bal. Azı karar çoğu zarar bir bal türü. Çok tüketildiğinde sanrılara sebep olan, ölçü kaçırıldığında, delirten acı bir tat.
Vüs’ at O. Bener’ den Saint-Exupery’ e, Michael Ende’ den Sadık Hidayet’ e, Füruğ Ferruhzad’ a, Edip Cansever’ den Kafka’ ya polen topladığı yazarların epigraflarıyla başlayan öyküler psikolojik öğelerin ağır bastığı, gerçeküstü bir dünyada, düşsel imgelerle bezenmiş. Buöyküler içinde epigrafı olmayan ve bir yazara ithaf edilmeyen tek bir öykü var. ‘’Gecenin Elyazısı’’ adlı, sessiz öykü, bu ayki konuğum.
Pelin Buzluk,hikâye ve öykünün farklı olduğunu savunan öykücülerden. Hikâye anlatılan, öyküise yazılandır diyor verdiği röportajlarında ve devam ediyor. ‘’Öykü hikâyesini tamamlamak zorunda olmadığı gibi edebiyat derslerindeki kompozisyon ödevlerinde bize öğretilen, serim düğüm çözüm bölümlerinden oluşan bir şeyde değildir. Yazar burada ne diyor, metnin ana fikri teması nedir gibi tek cevaplardan oluşmaz öykü. Giriş gelişme sonuç metninin ne zararı var peki diye soracak olursak yazarın her şeyi anlattığı bir metin ortaya çıkıyor ve yazar bunu seriyorum, düğümlüyorum ve çözüyorum dediği için okurun metne katılması mümkün olmuyor. Oysa okur ve yazar birlikte düş kurabilmeli.‘’diyen yazarın sesine kulak verip, okur gözüyle Pelin Buzluk’ un, ‘’Gecenin Elyazısı’’ adlı öyküsündeki düşlerine ortak olalım.
***
Yazar, öyküde okura boşluklar sunuyorve bu boşlukları dolduracağı alt metinleri okurun izlenimine bırakıyor. Bu boşluklardan en önemlisi öykü kahramanının karakter yapısı. ‘’Gecenin Elyazısında’’ ki karakterin adı ve fiziksel özelliği hakkında çok fazlabilgi sahibi değiliz. Çünkü bu bilgiler yazarın öyküde oluşturmak istediği atmosferi tamamlayıcı unsurlar değil. Evet, öyküde bir karakter var ama bu karakterin kişiliğini okurun tanımlamasına izin vermiş yazar. Anlatıcı dili olarak tanrı anlatıcıyı seçmiş olmasına rağmen, yazarın anlatıcısı karakter hakkında ser verip sır vermiyor. O nedenle okurun karaktere biçtiği kişilikle yoluna devam ediyor öykü. Çok yabancı değil zaten öykü kahramanı. Büyük olasılıkla oldukça yakınımızdaki biri.
Özenle seçilmiş kelimeler var öyküde. Yazmak gibi çalışmak gibi. Ağır demir kapı gibi.Karakterin evinin dışına çıkabilmek için zorlanarak açtığı ağır demir kapı, göğsündeki sabırsız yolcunun gitme isteğiyle açtığı yalnızlığının kapısı olabilir mi? Yalnızlıktan kurtulmak için evimizden çıkmak zorunda olabilir miyiz?  Peki, evimiz neresi? İçerisi mi, dışarısı mı?  Yazar, sözcükleri bildiğimiz anlamlarının dışında sembolleştirerekbir öykü dili oluşturmuş. Öyküdeki ana tema yalnızlık ve gitme isteği olsa da alt metinde bir kendini bulma arayışı ve yüzleşme söz konusu. Öykü kahramanının, ayakları altına serilen, odasının penceresinden gördüğükent ile bu kentin ışıklarına öyküler yazdığı odası, öykünün mekânı. Bu oda, kahramanın evi ya da daha geniş anlamıyla sığınağı belki de. Hepimiz kendi sığınaklarımızdan bakarak, gördüğümüz kişilere ya da duyduğumuz seslere öyküler yazabiliriz belki ama penceremizin altından bize yaşlı gözlerle bakan kendimizle yüzleşemeyiz bir türlü.  İşte bu sığınakta gördüğü, duyduğu her sesin ya da her kişinin öyküsünü yazabilir, alt kattaki çocuğun ya da yan komşuların hakkındaki gerçeklerle yüzleşebiliriz. Ya yüzleşemediğimiz kendimiz.
Bu tema üzerine kurgulanmış öykünün kahramanı odasındaki çalışma masasından kalkar ve göğsünde onu dürten sabırsız yolcunun gitme çağrısına kulak verir.  Apartmanın ağır kapısını açabilmiş ve kendini dışarı atmıştır. Bu noktadan sonra gerçeküstü bir anlatıyı okumaya başlıyor okur. Dışardaki kendisi, pencereden kent ışıklarını seyreden içerdeki kendisini görür.
Gecenin Elyazısı, yazarın ince ince işlediği ve parçaların bir araya getirilerek çözümlenebileceği bir öykü. Öykünün beklenmeyen sonunu okuduğumda zihnimde uçuşan birçok soru ile baş başa kaldım. İçeriden baktığımızda kendimizi görmemiz mümkün olmasa da, dışarıdaki benimiz içerdeki benin çaresizliğini görebilirmi? Hangi benimiz kendimizdir. Gerçekten dışarıçıkabilmemiz mümkün müdür. Bir gün içerdeki ben dışardaki beni görebilecek midir? Belkide kendimize karşı oynadığımız oyunlar yüzündendir, hayat karşısında repliklerimizi unutuşumuz.
Tüketilmeyecek öykü ve tüketilmemesi gereken bir kitap Deli Bal. Bu nedenle Pelin Buzluk’ un kendi sözleriyle şöyle diyebiliriz.  ‘’Deli Bal’ da ki öykülerle işimiz bitmiyor. ‘’ Düş gücüyle yazılmış sahici öyküler bunlar.
***
Pelin Buzluk 1984 Ankara doğumlu. Ankara Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra 2008 yılında ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü’nü bitirmiş.Kendine özgü bir dille yazdığı öyküleriniüç kitapta okurlarıyla buluşturmuş. Deli Bal ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülünü, Kanatları Ölü Açıklığında ile Selçuk Baran Öykü Ödülünü ve En Eski Yüz” adlı öykü kitabıyla da 63. Sait Faik Hikâye Armağanını kazanmış.
Yeni bir ‘’Sessiz Öykü’’ nün sesine ses olmak umuduyla…