Ankara Mahpusu; adından dolayı bir Ankara romanı gibi algılansa da, mekan olarak kendisine İstanbul’ un kenar mahallelerinin,yıkılmaya yüz tutmuş eski ahşap evlerini seçmiştir. Roman kahramanları bu eski mahallenin yoksul insanlarıdır.II. Dünya Savaşı öncesindeki İstanbul. Suat Derviş, aşkı için gözünü kırpmadan adam öldüren tıp fakültesi öğrencisi Vasfi’ nin, uğruna 12 yıl hapis yattığı, karşılıksız ve takıntılı aşkınıkonu etmiş gibi görünse de, aslında dönemin İstanbul’ unu, toplumun gerçeklerinigözler önüne sermiştir. Romanın ana kahramanı Vasfi, babasını küçük yaşta kaybetmiş, gündelikçilik yapan annesi ile birlikte yaşayan, toplumsal statüde üst sıralara çıkabilmek için tıp fakültesini bitirmeye çalışan, toy bir delikanlıdır. Yaşadığı yoksul semtte, her şeyi iffet konusu yapan mahallelinin dili elbet bir gün Vasfi’ nin aşkı Zeynep’ e uzanacaktır.
Roman, Vasfi’ nin Ankara’ da ki mahpusluk günlerini tamamladıktan sonra hür bir adam olarak İstanbul’ a dönüşüyle başlıyor ve geri dönüşlerle ilerliyor. Bu geri dönüşlerle birlikte okur, Vasfi’ nin hapishane günlerinden önce yaşadığı mahalleyi, Vasfi’ nin zengin amcasını, mirasa konmak için amcasının ölümünü bekleyen yeğenini ve Vasfi’ ninuğruna katil olduğu aşkı, romanın anti kahramanı Zeynep’ i tanıyor. Mahallenin, sessiz ve tutucu kimliğiyle örtüşmeyen,şen kahkahalarıyla Vasfi’ nin aklını başından alan Zeynep’ i.
Hapisten çıkan Vasfi artık hürdür. Nerede isterse karnını doyurur, nerede isterse uyuyabilirdi. Ama işsiz güçsüz aç ve yorgun Vasfi gerçekten hür müydü yoksa engelleyemediği güçlüklerin ve çaresizliğin mahpusu muydu? Gerçek mahpusluk ellerine kelepçelerin geçirildiği an mıydı? Yoksa hapishane kapısının önünde çözülmez sandığı kanatlarının çözüldüğü an mı? Eğer hürriyet, insanlık vekarını kaybetmemek için lazım gelen şeylerin hepsini vermezse ona hürriyet denilebilir miydi?
Yazar, hapisten çıktıktan sonra iş bulamayan Vasfi’ nin hayata tutunma çabasını, hürriyet penceresinden bakarak anlatıyor okuyucuya. Daha önce hiç tanımadığı bir hayatın ortasında kalıyor Vasfi. Köprü altında yaşayan, garlarda sabahlayan, toplumun dışına itilmiş insanların ayakta kalma mücadelesinin tam ortasında. Toplumun kanayan yarasından biri haline geliyor.
Vasfi, bu çaresiz döneminde tanıştığı bir kadınla hayat mücadelesini sürdürüyor kentin ortasında. Romanın bu bölümünü yazar Erendiz Atasüşu sözlerle ve de ne güzel anlatmaktadır, Varlık Dergisi Nisan/2014 sayısında. ‘’Şehir dost değildir artık. Başa ne bela getireceği belirsiz bir muammadır; ama kadınla erkek mücadeleye hazırdır. Suat Derviş gene toplumsal gerçekçi çizgide sürüp giden romanına incelikli bir toplumcu gerçekçi müdahalede bulunmuştur’’ demektedir.
Açlık, fedakarlık, merhamet, hürriyet kavramlarının detaylı incelendiği romanda, Suat Derviş kişilik üzerinde toplumsal etkilerin ve bilinçaltının ne kadar etkili olduğunu gözler önüne sermiş ve roman kahramanının ıstıraplı bir aşk ilişkisi sonucunda benliğini bulup, bir noktadan sonra onun sosyalist bilince dönüşmesini sağlayarak toplumcu gerçekçi romanın sularında dolaşmıştır.
Hayatı boyunca yalnız kalmayı göze alarak fikirlerinden taviz vermeyen Suat Derviş, yazdıkları ve söyledikleriyle basın ve edebiyat tarihinde önemli bir kişilik olmuştur. Gerçek adı, Hatice Saadet Baraner olan Suat Derviş’ in gazeteci ve edebiyatçı kimliğini birbirinden ayırmak mümkün değildir. 1905 ve 1972 yılları arasında yaşamış, ötekileştirilmiş bir kadın yazar, Suat Derviş. Hem siyasi, hem kadın kimliğinden ötürü uzun yıllar tozlu rafların arasında bırakılarak unutturulmaya çalışılmıştır. Bazı insanlar kişinin hayat çizgisini belirlemede önemli rol oynuyor. Eğer, komşusu Nazım Hikmet, onun ‘’Hezeyan’’ adlı şiirini, Suat Derviş henüz on dört yaşında iken ondan habersiz olarak bir dergiye göndermeseydi, bugün bizler Suat Derviş’ in sadece yazar kimliğinden değil onun düşünsel dünyasından da haberdar olamayacaktık belki de. Kim bilir?
Bir aykırı kadın. Karşı çıkan, karşı duran bir yazar olan Suat Derviş, edebiyata bakışını, ‘’Edebiyat, sosyal hayatı hususi bir tarzda aksettirme sanatı olarak kabul edildiği zaman doğruya en yakın tarifi bulur.’’ Şeklinde tanımlamaktadır.
1920’ li yıllarda İkdam gazetesinde kadın sayfası hazırlayan Derviş, ülkenin basın tarihinde hazırlanmış ilk kadın sayfasına da böylelikle imzasını atmıştır. Berlin’ e felsefe eğitimi almak için giden yazar, Hitler’ in iktidara gelmesiyle birlikte Almanya’ yı terk eder. 1930’ ların sonunda gazetelerde tefrikaları yayımlanmaya başlar. Suat Derviş öyle güçlü bir kadındır ki 1940-1941 yılları arasında, ülkenin önde gelen yazarları, Sabahattin Ali, Abidin Dino, Orhan Kemal ve Attila İlhan’ ı bir araya getirmeyi başarıp Yeni Edebiyat dergisini kurar ve bu dergide ‘’Toplumcu Gerçekçi’’ romanlar üzerine yazılar yazarak kamuoyunu aydınlatmayı ve genç yazarlara fırsatlar sunmayı ilke edinir. Fakat eleştirmenler tarafından, Suat Derviş’ in kendi eserlerinin ‘’Toplumcu Gerçekçi’’ mi ‘’Toplumsal Gerçekçi’’ mi olduğu hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Yazar hakkında uzun yıllar araştırmalarını sürdüren Çimen Günay hazırladığı Yüksek Lisans tezinde (http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0001683.pdf), ‘’Suat Derviş’i, kendisine yakıştırılan tüm sıfatları bir an olsun unutarak yeniden okumak bugün artık bir zorunluluktur; böyle yapıldığında, bir yazar olarak özgürlüğünü her şeyden daha değerli sayan Derviş’in romanlarının, hiçbir akımın/ideolojinin bir “ürünü” olarak değerlendirilemeyeceğini göstermek mümkün olacaktır. Yazarın yapıtları arasında, toplumcu gerçekçiliğin öngördüğü özelliklere sahip olan veya kadınların sorunlarına değinen romanlar bulunmaktadır; ancak, Derviş’i ne tam anlamıyla “feminist” ne de “toplumcu gerçekçi” bir romancı olarak adlandırmak mümkün değildir. Yazarın siyasal kimliğine, görüşlerine veya yaşam biçimine takılıp kalmayan, bütün bunların Derviş’in yapıtlarını ne şekilde etkilediğini incelemeyi amaçlayan metin merkezli bir “yakın okuma”, Suat Derviş’in aslında hem “toplumcu gerçekçiliğin” hem de “feminizmin” imkânsızlıklarının farkına varmış bir yazar olduğunu ortaya çıkartacaktır.’’demektedir.
1944 yılında, TKP Genel Sekreteri olan eşi Reşat Fuat Baraner ile birlikte tutuklanan ve sekiz ay cezaevinde kalan yazar, daha sonra tekrar Avrupa’ ya dönmüştür. Başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde roman, hikaye ve makaleleri yayımlanan Suat Derviş, Ankara Mahpusu romanını kendisi Fransızca’ ya çevirmiş ve roman Avrupa’ da oldukça ilgi görmüş ve daha sonra Almanca, Rusça ve Bulgarca’ yadaçevrilmiştir. Ankara Mahpusu, Fransızca yayımlanan ilk Türk romanı olma özelliğini taşımaktadır.
Yine Çimen Günay, Varlık Dergisi Nisan 2014 sayısında şöyle demektedir Suat Derviş için. ‘’Yazar, 1930’ ların ikinci yarısında kısa bir dönem süresince siyasi propaganda yapan romanlar yazdıysa da çok geçmeden bu anlayışı terk etmiş ve edebiyatı reelpolitiğe müdahale etmeye çalışan bir araca çevirmekten kaçınan bir tavır sergilemiştir. 1920’ lerden 1960’ lara Suat Derviş’ in yapıtlarını bir araya getiren ortak paydanın en önemli öğesi, tüm enerjisini okuru politik olarak dönüştürmeye adayan bir toplumcu gerçekçilikten ziyade, yazarın gazeteci kimliği nedeniyle daha da belirginleşen, Türkiye’ nin gerçeklerine dokunan eleştirel bir edebiyat yapma isteğidir.’’ Demektedir.
Yararlanılan Kaynaklar:
Varlık Dergisi Nisan/2014 Sayısı
Erendiz Atasü’ nün ‘’Suat Derviş’ te Tutku ve Siyasal Bilinç ’Fosforlu Cevriye ve Ankara Mahpusu’ Romanları Üstüne Bir İnceleme’’ adlı yazısı ile,
Çimen Günay’ ın ‘’Edebiyat Hayatı ve Muhayyile: Suat Derviş’ in Edebiyat Anlayışı’’ adlı yazısı.
Çimen Günay Yüksek Lisans Tezi (http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0001683.pdf