Çocukluk, yaşam evrelerine baktığımız zaman karakterimiz, yaşayış tarzımız, kararlarımız, bakış açımız gibi birçok özelliğimizi kazanmaya başladığımız dönemdir. Çocuk aklımızla gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz şeylere müthiş bir merakla anlam verme çabasına ilk düştüğümüz zamanlar… Tolstoy’un Çocukluk eseri de aslında bir yetişkinin çocukken yaşadıklarını o zaman nasıl gördüğünü kaleme aldığı harika eserlerinden biri.
1852’de ünlü bir Rus edebiyatı dergisinde yer alan bu eser Tolstoy’un ilk eseri. Eserin ilk ortaya çıkış hikayesini ise okuduğum Cumhuriyet Kitapları-1899 basımının önsözünde kısaca belirtmişler. Ben de sizlere toparlayarak sunacağım. Tolstoy 1851 yılında abisi Nikolay ile Kafkasya’ya gider. Burada yazmaya başladığı anı defterine bir not düşer “Yarın büyük bir roman yazmaya başlayacağım.” Notun tarihine bakılacak olursa Çocukluk romanının 3 Temmuz’da kaleme alınmaya başladığını söylemek mümkün. Tolstoy yazıyı ”Çocukluğumun Tarihçesi” ismiyle ünlü Rus edebiyatı dergisi Sovremennik’e gönderir. Fakat ismini açık bir şekilde belirtmemiş sadece baş harfleri L.N.’yi kullanmıştır. Dergi anı tadındaki bu yazıları çok beğenir ve 1852 -Eylül tarihinden itibaren dergide yayımlamaya başlar. Kimse bu romanı kimin yazdığını bilmez fakat dönemin ünlü eleştirmenleri dahi büyük bir ilgiyle takip ederler. Daha sonra derginin yöneticisi bir şekilde Tolstoy’a ulaşır ve bu eser için ona telif haklarını verir. Bu açığa çıkmanın ardından henüz 23 yaşında olan Tolstoy Rus edebiyatının tanınmış isimleri arasında yerini almaya başlar.
Çocukluk aslında Tolstoy’un İlk gençlik (Yeniyetmelik) ve Gençlik şeklinde devam eden üçlemesinin ilk eseridir. Ana karakter Nikolenka ile bağlantılı olarak devam eden bu seri bir nevi Tolstoy’un anılarını da kaleme aldığı yarı otobiyografik eserlerdir. Yarı otobiyografik dememizin sebebi, eserler tam anlamıyla Tolstoy’un yaşamını yansıtmaz. Örneğin Tolstoy annesini henüz 3 yaşında kaybetmiştir. Ancak kitapta Nikolenka annesini 10 yaşlarında kaybeder. Kitapta babası olarak bahsettiği kişi aslında babasının arkadaşı A.M. İsleniyev’dir. Nikolenka’nın eğitmeni olarak adı geçen Karl İvanoviç ise Tolstoy’un eğitmeni Teodor İ. Rossel’e karakter olarak çok benzese de ismi farklı verilmiştir. Bu gibi gerçek hayattan ayrılan özellikler nedeniyle esere tam anlamıyla otobiyografi dememiz doğru olmaz fakat Tolstoy’un hayatından oldukça fazla izler taşıdığını söyleyebiliriz.
Eser 10-11 yaşlarındaki Nikolenka’nın dilinden kaleme alınmıştır. Nikolenka, bir çiftlik evinde ona ve ailesine hizmet eden insanlar ve kardeşleriyle kendisine ders veren eğitmenlerin de yaşadığı soylu bir ailenin küçük çocuğudur. Kitabın bir kısmı çiftlik evinde yaşanan olaylar ve bu çiftlikte yaşayanların okurlarla tanıştırıldığı kısa bölümlerden oluşmaktadır. Dersler, oyunlar, yemek şeklinde günlük rutinlerin olduğu bu evde Nikolenka’nın çocuk aklıyla aslında tam da farkında olmadığı bazı maddi sorunlar yaşanmaktadır. Okur olarak bizler de bu konulara onun duyup anlayabildiği kadarıyla hakimiz. Daha sonra bu maddi sorunlar ve evin erkek çocuklarının eğitimi amacıyla baba, Nikolenka ve abisi Volodya’yı da alarak Moskova’ya gider. Nikolenka Moskova’da kaldığı bu süreçte bizleri büyükannesinin soylu çevresi ve büyük davetleriyle de tanıştırır.Ana karakterin oldukça başarılı gözlem yeteneği sayesinde okur olarak bizler de 1800’lü yıllara kolaylıkla uyum sağlayabiliyoruz. Tolstoy’un detaylı anlatımı kendimizi romanın geçtiği ortamda hissetmemizi sağlıyor. Dönemin Rus soylularının yaşayış biçimi, giyimleri, konuşma tarzları, eğitimleri, sosyal aktiviteleri, aile düzenleri gibi birçok konu hakkında bilgi sahibi olmamız mümkün.
Çocukluk eserini genel olarak incelediğimiz zaman aslında Nikolenka’nın tüm çocukluğundan bahsetmediğini görürüz. Eser ana karakterin çocukluğundan birkaç yılını yansıtıyor ve bu senelerde onu en çok etkileyen olayları ve insanları bizlerle paylaştığı bölümlerden oluşuyor. Yaşadığı olaylarda neler hissettiğine, kimlerle iletişim kurduğuna, o kişiler hakkında neler düşündüğüne şahitlik ediyoruz.
Nikolenka’nın bu çocukluk yaşlarında kafasını en çok kurcalayan şeylerden biri ise soyluluk kavramı. İnsanlar arasında neden bazılarına daha fazla saygı gösterilmesi gerektiğini, diğerlerinin neden kendisine hizmet ettiğini tam olarak anlayabilmiş değil. Kendisine hizmet eden insanlara nasıl davranması gerektiği konusunda ise çok sık gitgeller yaşıyor. Çünkü evde gözlemleyerek kendisine örnek aldığı kişilerin davranışlarında tutarlılığı yakalayamıyor. Babasının kahyasıyla daha çok emir veren ve üstten bakan bir üslupla yaptığı konuşmalara da şahit oluyor; annesinin onu büyüttüğü için derin bir bağ kurduğu, evlendiğinde bile yanından ayırmadığı hizmetlisiyle olan samimi iletişimine de. Bu nedenle ikisini de uygulama gayretine giriyor, ancak hangisini denese aklı hep diğer ebeveyninin uyguladığı davranışlar da kalıyor. Yazar tutarsız anne-baba davranışlarının karşısında bir çocuğun arada kalmışlığını okura fazlasıyla hissettiriyor. Mesela fazlasıyla duygusal bir çocuk olan Nikolenka daha çok annesinin davranışlarına kayarak hizmetlilerle ve öğretmeniyle yakın ilişkiler kuruyor. Bazen de abisi ve babasını görüp onlar gibi güçlü ve soylu görünmek istediği için bu yakınlık kurduğu kişilerin arkasından onlarla dalga geçen bir üslupla konuşuyor. Çok geçmeden ise neden böyle dedim ki, ben onları çok seviyorum diye vicdan azabı yaşamaya başlıyor.
Nikolenka kendisini dış görünüşü ve karakteri bakımından da yeterli bulmayan bir çocuk. Kendisini sık sık abisi Volodya ile kıyaslayarak neden onun kadar cesur ve yakışıklı olmadığını sorguluyor. Moskova’ya gittikten sonra ise tanıştığı ondan birkaç yaş büyük çocuklardan biri olan Seryoja’nın abisinden daha cesur ve güçlü bir soylu olduğunu fark ediyor. Seryoja’ya karşı büyük bir hayranlık duymaya başlıyor ve onun gibi olmak için yaptığı her hareketi dikkatle incelemeye çalışıyor. Ancak bir gün, arada bir oyunlarına katılan ve soylu olmayan bir çocuğa yaptığı işkenceleri görünce hayranlıkla seyrettiği Seryoja’nın davranışlarını da sorgulamaya başlıyor. Nikolenka’nın doğru davranışın ne olması gerektiğini, hayatta kimi izleyip örnek alması gerektiğini sorguladığı bu olaylar hem çocukluk çağınınhem de dolayısıyla romanın en temel konularından biri.
Eserde okuru etkileyen bir diğer konu ise Nikolenka’nın annesinin ölümüdür. Eserin Tolstoy’un hayatından da izler taşıdığını bildiğimiz için annesinden bahsettiği bölümler aslında derin anlamlar taşıyor. Tolstoy’un annesini 3 yaşında kaybetmesi nedeniyle ona dair hatırladığı bir anısı olması pek mümkün gözükmüyor. Ancak kitapta annesini tanıma imkanını yakalayan Nikolenka ona dair birçok anıya sahip. Asıl hüzünlü kısım ise buna rağmen Nikolenka da Tolstoy gibi annesine dair net bir yüz hatırlayamıyor. Bu nedenle onu tanımlarken kendi gözünden tasvirini yapmak yerine şu cümleleri kuruyor, Tolstoy ya da Nikolenka:
“Sevilen bir varlığın çizgilerini insan düşleminde canlandırmaya çalışırsa, geçmişten o kadar çok anı belirir ki, bunların içinden çizgileri, gözyaşları arasından dökülürmüş gibi, çok silik görünür; bunlar düşlem gözyaşlarıdır.”
Nikolenka’nın annesiyle duygusal ve kuvvetli bir bağı var. Bu nedenle annesinin ölümü onu derinden sarsıyor. Ölümün anlamını az çok anlayabiliyor ancak içindeki hüznü nasıl yaşayacağını bilemiyor. Bunu aileden birisiyle paylaşmak yerine annesinin en sadık hizmetlisi Natalya Savişna’yla paylaşıyor. Annesinin yasını yaşamasına yardımcı olan bu kadına ise her zaman minnettar kaldığını belirtiyor.Nikolenka’nın çocukluğundan en çok annesinin ve onun çevresine yaydığı bu sevginin izleri kalıyor. Haliyle de en çok onlar özleniyor.
İnsanın hayatı boyunca en derin etkilerin kaldığı çağ da böylece Nikolenka için kapanıyor. İyi, kötü anılar biriktirip, kendince pek çok çıkarımlar yaptığı bu zamanları yıllar sonra kaleme aldığında şu cümleleri düşüyor kağıda:
“Çocukluğun verdiği tazeliğin, gamsızlığın, sevgi gereksinmesiyle inanç gücünün bir daha geri dönmesine olanak var mı? Bu zamanda masum bir neşe, sonsuz bir sevme gereksinmesi; bu iki yüksek erdem, yaşamın kılavuzudur; böyle olunca hangi çağ bu çocukluk çağından daha üstün olabilir?”