Köprüler vardır üzerinden uzun uzun gidersiniz de bir süre sonra köprü olduğunu unutursunuz yada manzaraya aldanırsınız altınızdaki sağlamlık ve güven değerin unutulmasına neden olur, kimileri de öyle kısadır ki ama orada olmak zorundadır işlevini kısa olmasıyla ters orantıda hissettirir; bir sapa uçurumun üzerinde yükselir. Altından kızgın sular akarken hafiften kalp çarpıntısıyla üzerinden geçilir. Şükredilir köprüden çıkılınca, bir salıncağa benzer iplerinde kaygılar asılı betonu hafitten çatlak taşları sanki sihirle sağlamlaştırılmış, havada emektar bir basamak… Köprüler yolun devam etmesini sağlarlar bir yerden diğerine akışın aracısı olurlar ve nedense insanların da köprü olabileceğini belki de tek amaçlarının bir köprü olmak olduğunu aklımıza getirmeyiz. Aslında bunun ne demek olduğu, belli bir anlayışa erişince ya da olgunluk seviyesi yükselince biraz biraz anlaşılıyor. Ya da en çarpıcı şekilde bir filozoftan öğrenmemiz gerekiyor. Böyle buyurdu Zerdüşt’ün dördünce bölümünün başında şöyle diyor Nietzsche; ‘İnsanın eşsiz bir tarafı vardır, o bir amaç değil bir köprüdür; insanda hoş olan şey onun bu köprüden karşıya geçişidir ve akan suyu altında bırakmasıdır.’ (1)
Peki ama ne için köprü? Nietzsche daha üstün bir anlayışa geçiş için köprü olmayı anlatmak istiyor ya da onun terminolojisiyle üstün insan denen utku varlığa… Ama tarih bize bu tür bir ululamanın pek de mümkün olmadığını gösterdi, her ideal en nihayetinde başka diğer ideallerin üzerine basarak yükselirse insanlık hep bir trajediyle karşılaştı. Şimdi yüz elli yıl sonra baktığımızda Nietzsche’nin sözünden anlam çıkarmanın peşine düşüp romantik hayallere dalmaktansa tekrar kendimizce alçakgönüllü bir okuma yaparak bu metaforu yeniden değerlendirebiliriz.
Köprü olmanın naif bir Nietszche fikri olduğuyla başlamamız gerekiyor. Düşünür bu köprüyü insanın hayvansılıktan sıyrılmak için kurması gerektiğini söylüyor. Sanki bir ilk duruş halinden soylu bir duruş haline evrilmemiz gerekiyor. Aslında yeterli içsel güce sahibiz ama onu ortaya çıkarmadığımız takdirde vasat bir uygarlık yaratıp birbirini erozyona uğratan değerlerle yaşayacağız ve azar azar algı törpülenmesiyle karşı karşıya kalacağız. Zerdüşt’te Doğu’nun kemal insan anlayışına ya da Nirvana tarzı bir yüceliğe ulaşmaya duyulan bir özlem vardır, Zerdüşt Batı’dan sıyrılmış bambaşka bir yörüngeye oturmak isteyen bilgedir. Nietzcshe’ nin Doğu ‘dan ne kadar esinlendiği konusu başka bir zaman değinilecek bir şey ama o kadar uzağa gitmeye gerek yok kendi biricik hayatlarımızda buna şahitlik edebiliriz Hangi birimizi okuyup yazarken ya da en azından bir sanat eseri karşısında bu büyüklük duygusunun nefesini bir an dahi olsa işitmedik ki, yada onu bir an dahi hissetmek için yıllarca uğraşıp durmuyoruz ki? Çaba kendiliğinden bir üst seviyenin işaretini de taşıyor, demek ki insan içselliğinde sürekli bir gelişmenin özü daima var.
Diğer taraftan konu bir insanın diğerine el uzatması insancıl bir yardımlaşma kavramı üzerinden de değerlendirilebilir. Bir aşama sağlaması için diğerine sunulan köprü olma durumu, geçit oluşturma tavrı hem daha iyiye neden olurken hem de insanın erdemliliğini ispatlar. Parıltıya, yeniliğe ve dehaya, üstün yeteneğe ve algıya köstek olmamak üstün insanlardan bir toplum oluşturmayacak belki ama en azından kötülüğe, geriliğe, onun çirkin yüzüne bir çizik atacaktır. Buna yakın bir değerlendirme de Karl JasperNietszche üzerine yazarken şöyle diyor; Yüce insanlar, gerek dıştan gerekse içten sürekli artan bir tehlike altındadır. Aleladeliğe alışık bir toplumda, alışılmışın dışında oluşları nedeniyle bozulmaktadırlar; kamburları çıkar, melankolik ve hasta olurlar. ‘’Maden cevherinden yapılmış özler, Beethoven gibi, Goethe gibi’’ dayanmayı bildiler. Ama onlar da en yorucu mücadelenin ve kasılmanın etkisini hissetmektedirler(2).
Fark edilmeyen dehalar ise Nietzsche için sönüp gitmektedirler, geceye karışıp giden yıldızlar gibi yok olurlar geriye karanlık kalır. Nietszche’ye bu karamsar görüşleri için şaşırmamak gerek onu zaten estetik karamsarlığından dolayı seviyoruz ama gerçekten burada alarm verici bir gerçeklik yatıyor. Bu uçsuz bucaksız evren içerisinde insanlık kendi uygarlığını yaratırken değerli olanları sıkı bir şekilde harcar, bu konuda hasisliği had safhadadır. Tehlikeli gördüğü anarşiden kendince gizli bir korku duyar o yüzden kabaca, acımasız bir elemeye girişir. Aslında normal olanları da çok büyük bir kıyımdan geçirir onlara da istisna uygulamaz. Nietszche bu konu da şunu diyor; onlara, kendilerine yön vermek için zaman bırakılmamış, daha çok çocukluklarından itibaren kendilerine yön verilmesine alıştırılmışlardır(3). Sonuç olarak insanlık bir anlamda basit çarkları döndürmek ve
Nietzsche’nin nefret boyutunda tiksindiği para pul sermaye ve geniş anlamıyla iktisat için tasarlanıyordu. Öyle güçlü bir dönüşüm yaşanmaktadır ki birey için kendi benliğine tekrar sahip olmak ya anormal bir şey olarak karşılanıyor ya da bunun bütün risklerini tek başına üslenmesi gerekiyordu.
Tüm bu kaos ve kendi kendimizi aşağı çekme durumu karşısında insanoğlunun sarılması gereken bir iyilik öğütü olarak Nietszche’ye kulak vermesi herhalde boş bir çaba olmaz. Bu çağrı her bireyin bir aşamanın parçası olduğunu, insanlık için bilenen bir incelik hüzmesinden geçmesi gerektiğini çınlatıyor kulağımıza. Karşı konulmaz olan mükemmelliğe ulaşma isteği en basitinden insanı bile biraz bilinçlendirmeyle kavrar. Nietzsche diğer bir köprü metaforuyla karşımızdadır . Bu bireysel olarak geçilecek bir köprüdür; yalnızca bizim adımlarımızla sadece kendimizi tüm varlığımızla karşı kıyıya ulaştırabileceğimiz köklü bir devinim…
Yaşam ırmağının üzerinde birçok köprü vardır, eğer benliğimizden vazgeçersek bizi bu köprüden geçirecek onlarca inanç ve teslimiyetçi tavır hazır beklemekte ama Nietzsche’ye göre birey kendisine has bir rotaya ve yönteme sahip olmalıdır. Tarz ve farkındalık insani aşamanın ilk adımlarıdır. Buraya kadar her şey güzel ama böyle riskli bir yolu neden gideceğiz diye sormadan da edemiyoruz? Bin bir meşakkatle, avamın aşağıda kalmış yaşamını bir kenara bırakarak bu köprünün üzerinden hangi sebeple geçeceğiz?
Düşünür sadece şunu söylüyor; Sorma, Yürü! (4)
Gerçekten çılgınca, gözü kapalı bir çığlık…
Psikolojiden yararlanan bir felsefeci olarak Nietzsche okuru her zaman ters bir duygulanımla güdülemeye çalışır ve güçlü sloganlarla yönlendirir. Aklı başında olmayan şeyler gibi görünen ifadeler gerçekten öteki tarafa geçmiş bir insanın bize seslenişlerini andırır; kendine özgü, damıtılmış, bu dünyaya ait olmayan bir iç sezgiyle.
Uzun süre Nietzsche’nin delirmesinin tam olarak nerede başladığı ve hangi noktada artık bir klinik vakaya dönüştüğü anlaşılamamıştı. Kız kardeşinin onun evini bir ziyaret türbesi haline getirip gelen konuklara bu düşkün halini göstererek ondan yararlandığı dönemde düşünür artık anlamsız laflar ediyordu. Akıl sağlığının çöküntüye uğramasının fiziksel nedenleri olabilir- kimi ilerlemiş frengiden bahseder, ama düşüncesinin şoke edici bütün özelliklerini bizzat kendisi üzerinde uygulamasının da bir sonucu olabilir.
O halde soylu bir delirmeden bahsedeceksek bu Nietzsche’nin yaşadığı deneyimin ta kendisidir. Delirmenin soylusu da mı olur demeyin, İngiliz şair Blake’in dediği gibi eğer başkaları hala delirmediyse en azından biz delirmek zorundayız(5). Ne için? Cevap şu olabilir; köprüleri geçmek için, karşı kıyıda ne olduğunu bilemesek bile, hem bireysel olarak hem hep beraber…
Kaynakça:
- ‘ThusSpokeZarathustra’, Friedrich Nietzsche, TranslatedbyAdrian Del Caro, Cambridge UniversityPress, 2006, s.7
- ‘Nietzsche Nasıl Felsefe Yapıyordu?’, Karl Jaspers, Çev. Murat Batmankaya, Alfa/Felsefe, İst. 2013, s.208
- ‘Tan Kızıllığı-Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler’– Bütün Yapıtları 4, Friedrich Nietzsche, Çev. Özden Saatçi, Say Yay., İstanbul 2003, s.136
- ‘Eğitici Olarak Schopenhauer’, Friedrich Nietzsche, Çev.Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2019, s.4
- ‘Nietzsche- Kilit Fikirler’, Roy Jackson, Optimist Kitap, İstanbul, 2012, s.36
- Writingand Madness: Literature/Philosophy/Psychoanalysis(Meridian: CrossingAesthetics (Stanford, Calif), 2003, s.11