Portekizli, Nobel ödüllü ünlü yazar Jose Saramago külliyatının en önemli eserlerinden biri olan “Körlük” romanının devamı niteliğini taşıyan “Görmek” adlı roman da distopya türünde kaleme alınmış. Her romanında bir; var oluşa, süre gidene, kabullenişe ya da olguya karşı çıkan yazar bu romanında da liberal demokrasiye çuvaldızı batırmış.
Roman, ismi bilinmeyen bir ülkenin yine ismi bilinmeyen başkentinde sağanak yağmurun hakim olduğu bir günde, belediye seçimlerinin yapıldığı yerde, seçim kurulunun kendi aralarında ki diyalogları ile başlar. Dışarıda yağmur o kadar şiddetlidir ki seçmen oy vermeye gelemez. Öğleye doğru yağmur azalır ve seçmenler gelmeye başlar. Ne yazık ki sandığa düşen oy gökten düşen damlalar kadar çok olmaz. Bu sebeple oy verme saati yetkililerin aldığı kararla iki buçuk saate yakın uzatılır. Fakat oy sonucu her partiyi şaşırtıcı niteliktedir çünkü verilen oyun yüzde yetmişi boş oydur. Hükümet kötü hava koşullarından dolayı katılamayan seçmenleri bahane ederek bir sonraki pazar günü seçimin yenilenmesi kararını verir. Seçimin yenilendiği gün hava şartları güzel ve seçmen kuyruklar oluşturacak kadar çoktur. Oy verme süresi bitip oylar açıldığında sonuç yine değişmez. Bu seferde oyların yüzde seksen üçü boştur.
Yazar kurgusunda, hükümetin kendine göre kanunları evirdiğini ve halka saygı duymadığınıen ince ayrıntısına kadar anlatmakta. Saramago’nun bu kitabının da diğer tüm kitapları kadar sansasyonel oluşu tamamen hükümete karşı sözünü, düşüncelerini çekmeyişinden kaynaklanmakta.
Hükümet bu olaylar karşısında alarm verir ve sonraki günler bu belirsizliğe ülkelerini sürükleyen kişi ve nedenleri anlayabilmek için toplantılar yaparlar. Yapılan toplantılar sonucu yetkililer boş oy kullanan seçmenleri vatan haini ilan ederler. Vatan hainliği ile suçlanan halk her yerde casuslarla karşılaşmaya ve sürekli hangi partiye oy verdiniz? Boş oy kullanmış olsaydınız sebebi ne olurdu? gibi sorular duymaya başlar. Bu seçim sonucu için bir günah keçisi arandığını anlayan halk hayatlarından “boş” ve “beyaz” sözcüklerini çıkarırlar.
“Örneğin boş bir kağıt hakkında renkten yoksun deniyordu, ömrü boyunca beyaz kalmış bir örtü birden süt rengi oluveriyordu, kar artık beyaz bir mantoyla karşılaştırılmıyor ve son yirmi yılın en beyazımtırak yükü mertebesine yükseliyordu, öğrenciler artık kafam boş demeye son vererek o dersi hiç bilmediklerini itiraf eder oldular…”(syf54)
İç işleri bakanının sonuç almada ılımlı politikası işe yaramayınca savunma bakanının sıkı yönetim altında halkı baskı ile düzene girdirme politikasını uygulama kararı alırlar.
“Geçmişimizin çok sevilen ve çoban geleneklerimizde derinden kök salmış deyimi kullanmama izin verirseniz, yolunu şaşırmış sürüyü ağıla sevk etme diye özetleyebileceğimiz vatansever bir görev düşmektedir.”(syf68)
Kararın ertesi günü kolluk kuvvetleri her köşeyi tutar. Evlerde karantina dönemi başlar. Birkaç çalışan hariç kimsenin evinden dışarı çıkmasına izin verilmez ama işler umulduğu gibi gitmez ve temel gereksinimlerin yoksunluğu başlar. Yiyecek, içecek, temizlik malzemesi, gibi. Tüm bunlara rağmen hiçbir seçmenden “ben boş oy verdim çünkü…” diye bir şey duymazlar. Hükümet sıkıyönetimi sorgulaya dursun seçmenler kendilerine yapılan zulme karşı bir sabah fikir değiştirip kıyafetlerine, evlerine siyahın üzerine kırmızı yazı ile “ben/biz boş oy kullandım/k” yazar. Beş kişiden fazla insanın bir arada durmaları yasakken neredeyse beş bin insanın sokaklara afişlerle inmesi hükümete adeta soğuk duş etkisi yaratır.
Başbakan yapılacak tek şeyin artık başkenti başka bir şehre taşımaya ve isyan eden halkın, hükümetten af dileyecekleri zamana kadar görmemezlikten gelinmesine karar verir. Sonuç olarak yetkilerini halktan alan yetkililerin hepsi başkentten gider. Başkentten giden başkan televizyonlar aracılığıyla halkına seslenir.
Yazarın biraz sonra okuyacağınız sözleri liberal demokrasiye taş değil bence kaya atmaktır.
“Sizler, evet, sizler suçlusunuz, evet, iğrenç bir şekilde ulusal uyumu terk ederek, bozgunculuğun, disiplinsizliğin eğri büğrü yolunu, devletin meşru iktidarına yönelik ulusların bütün tarihinde bilinen en sapkın ve şeytani meydan okumanın yolunu takip ettiniz. Hatayı bizde görmeyin, hatayı önce kendinizde görün, benim sesim aracılığıyla konuşanlarda değil hata, onlar, yani hükümet demek istiyorum, birçok kez sizden rica ettiler, rica ne kelime, kötü niyetli inadınızdan vazgeçmeniz için size yalvarıp yakardılar ki bu inadın nihai anlamı, devlet yetkililerinin yürüttüğü devasa soruşturma çabalarına rağmen bugün bile ne yazık ki anlaşılamamıştır.” (syf97)
Başkan nutkunu bitirirken seçmenlerden boş oy kullananlara yarattıkları düzende boğulmamalarını kinayeli bir şekilde söylerken artık onları hırsızlardan, tecavüzcülerden koruyacak polislerinde kentte kalmadığını söyler.
İsmi bilinmeyen başkentte aslında her şey yolunda gitmekteydi, kolluk kuvvetlerine ihtiyaç duyulacak olay yaşanmamıştı. Ta ki bir gün metro istasyonunda bomba patlayana kadar. Tüm bölge bu patlamadan etkilenir. Şehrin belediye başkanı bile yara alır. Ölü ve yaralı sayıları fazladır. Bunu kimin yaptığını ya da yaptırdığını anlayan ilk kişi belediye başkanı olur ve bu eylemi yaptıran bakanla konuşurken istifasını verir.
Her şeyin vatanın iyiliği ve ulusal güvenliği için yapıldığını defalarca vurgulayan yetkililere bir gün bir mektup gelir. Mektubu yazan kişi dört sene önce yaşadıkları beyaz felakette kör olan ilk kişidir. Ve bu kişi o salgında tek bir kişinin kör olmadığını, bu boş oy skandalının da tıpkı o günlerdeki gibi bir beyaz salgın olduğunu ve doktorun karısının bu duruma bir etkisi olduğunu düşündüğünü yazar. Hemen karantinadaki ismi bilinmeyen şehre,mektubu yazan kişiyi ve doktorun karısını sorgulamak üzere silahlı birkaç adam gönderirler. Bu adamların soruşturma süresince kaldıkları yerin adı “Tanrı lütfu güvenlik ve sigorta anonim şirketi” ofisidir.
Hiçbir yerde isim kullanmayan yazarın burada isim kullanmış olması tabi ki tesadüf değildir. Yazarın bu ismi kullanması, yaratıcının insanların tam yardıma ihtiyacı olduğunda birilerini aracı kılarak yardım ettiği genel düşüncesine karşı bir başkaldırıdır.
Mektubu yazan kişi yaşadıkları her şeyi ve kör olan altı kişiye yardım eden doktorun karısını onları araştırmak için gelen silahlı adamlara anlatır. Bunun üzerine silahlı adamlar yedi kişilik bu ekibi evlerinde sorguya çekerler. Sorguya çektikçe doktorun karısının masumiyetine ve günah keçisi ilan edilmemesi gerektiğine inanırlar. Peki boş oy salgını bir günah mıydı ki bunun keçisi olmalıydı. Peki liberal demokrasi istenileni halktan alma sanatıysa seçim bunun neresindeydi? Kitabı bitirdiğinizde beklenmeyen bir sonla karşılaşacaksınız.
Romanda, insanları ikna etme sanatının politikada başlı başına bir konu olduğuna hatta sözcük dağarcığı, pratik zekâsı iyi olanların politikacıların söylevlerini bile hazırladıklarına değinilmiş.Okudukça düşüneceğiniz, düşündükçe sorgulayacağınız bir romanla karşı karşıyasınız. Muhalif ruhlu yazarın yine kendine has yorumlarıyla; kötülüğe karşı koyması, yaratıcıyı sorgulaması, insanların insanlıktan çıktıktan sonra bile hala başkalarını yargılıyor oluşuna tepkisi bu romanında da fazlasıyla hakimdi. Saramago romanında sık sık kendi duygu ve düşüncelerini inceleyerek yazdıklarını anlamayan olursa diye betimlemelerde cimrilik yaptığını ama duygu temalarını derinlemesine irdelediğini söylemiş. Usta yazarın yadsınamayan aklı bu kitabında da bizlere oldukça geniş bir yelpaze açmış. “Görmek” adlı kitabın incelemesini yine kitaptan bir alıntı ile bitirmek istiyorum.
“Fakat nereye gittiğimizi bilmememiz için kör olmamıza gerek yok”(syf278)