https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“OTELLER KENTİ”NİN“HAYAL OTEL”DEKİ YANSIMALARI

 

Öykü türünde okumalara ağırlık verdiğim son aylarda merakla dahil olmak istediğim kitaplardan biriydi Hayal Otel. Okurken Nihan Eren’in kişiyi olayların içine ansızın çeken anlatımıyla bir kez daha karşı karşıya kaldım. Nihan Eren’i ilk kitabı Yavaş’la tanımış ve okurken heyecanlanmıştım. Kasabalılık ve kasabada kadın olmak üzerine kurgulanmış birbiriyle bağlantılı 14 öyküden oluşan kitap, değindiği meseleler itibariyle bende fazlaca etki uyandırmıştı. Bu kitapta da öyküler birbiriyle bağlantılı bir yapıda verilir. 12 bölümden oluşan uzun bir öykü Hayal Otel. Öykülerinde her bölüm büyük resmi tamamlayan bir parçayı oluşturur. Her bölümün, başka bir gizemi ortaya koyduğu küçük öykülerden de oluşuyor diyebiliriz. Kitap, kendisine seçilen yüz yani kapak tasarımıyla da dikkat çekiyor. İçeriğe dair büyük ipuçları veren kitap kapağı, öyküdeki kişilerin ruhsal yansımalarını, geçmişten uzaklaşmak isterken kendilerini uçurumun kıyısında bulmalarını, altüst olmuş hayatlar içinde savrulmalarını resmeder. Öykülerde de geçmişiyle muhasebe içinde olan insanların kimliklerinden sıyrılmak için çıktıkları yeni yolda, yaşadıkları tereddütlerle çıkmaza girdikleri anlar sunulur. “Acaba”larla dolu bu zihinlerin umuda sıkı sıkıya tutunmaları ise şiddetli bir fırtınayı aynı çatı altında-Hayal Otel’de- birlikte atlatmalarıyla temsil edilir.

Hayal Otel, Feryal ve İsmet’in İstanbul’dan kaçarcasına geldikleri bir sahil kasabasında açmak için hazırlık yaptıkları, tadilatı bitmemiş bir otel. 12 odadan oluşan bu otelde her odaya farklı bir bitkinin ismi verilir. Otele gelen her müşteri hayattaki seçimleri ya da içinde bulundukları ruh haline göre farklı bir odanın içinde yani farklı bir bitkinin özellikleriyle bağı kurularak tanıtılır. Zaman olarak mart ayı seçilmiştir. Tesadüf olmayan bu seçimde mart ayının belirsizliği, kışı ardında bırakamayan ama bahara da kapı aralayan bir ay olması etkilidir. Fırtınanın hiç eksik olmadığı, doğanın karışık bir kafayla yaza doğru yol almaya çalıştığı bu aya bir ruh hali biçilse melankolik ve kararsız olduğu söylenebilir. Öyküdeki kişiler de mart ayına benzer, belirsizliği ruhlarında taşır.

Kitaptaki bölümlere verilen isimler, kişilerin iç dünyalarıyla ilintilidir. Hepsi yol ayrımında olan ve aykırı tercihlerde bulunan bu insanlar tek tek mercek altına alınsa da bütün bölümler, esas kişi Feryal’i tanımamızı sağlar. Yazar, bütün kişileri endişelerinden sıyrılmış, hayatın dinginliği içinde korkularına alışmış bir sona uğurlarken Feryal’i geçmişin gölgesine mahkum eder. Bölümlere yakından bakacak olursak;

  • İsmet ve Feryal’in sırrını ortaya koyan ve ilişkilerinin boyutuna dair bilgi sahibi olduğumuz ilk bölüme Kaktüs isminin seçilmesi çok farklı yorumlanabilir. İsmet ve Feryal’in ortak geçmişlerinin kaktüse benzetilmesi, zihinlerinin en kuytu yerine itmeye çalıştıkları yaşanmışlığın vicdanlarına batmasına göndermedir. Yaşananlardan sonra diken üstü bir hayat sürmeye başlarlar. Ayrıca İsmet ve Feryal’in ilişkilerinde birbirlerine karşı davranışları da kaktüsteki dikenlerden farksızdır, aralarında huzursuzluğa neden olur. Oteldeki odalardan ismi konusunda anlaşmazlık yaşanan bu oda, Feryal’in tüm karşı koyuşuna rağmen İsmet’in inadıyla bu ismi almıştır. Bu odada başlayan, İsmet’in gördüğü endişe verici bir rüya ve Feryal’in uykusunun kaçması sonrası bahçeye inmesiyle başlar öykü. Ufak bir sese bile uyanan, anlatıcının deyimiyle ‘tilki uykusu’ndakiFeryal’in tedirginlik duyduğu bir meselenin varlığı sezdirilir ve çok geçmeden Feryal’in iç sesi – “Hayır! An yok. Şu an. Dün yok. Şimdi! Burada! Olanlar unutuldu. Unuttu. Yaşanmadı. Dün yok. Dalgalar buna aldırmadan kopup geldiler. Vurdular. Var dediler.”- unutmak istediği, yüzleşmekten korktuğu bir mesele olduğunu netleştirir. Ortaklarının balık avı sırasında çıkan fırtınada boğulması, kendileri kurtulmayı başarırken onun çırpınmasına seyirci kalmalarını hatırlayıp huzursuz olur.
  • Ardıç adını alan ikinci bölümde, eşi Gülnur’la ilişkisi çıkmaza girmiş, eşinin bebek isteği ve çekirdek aile olma hayalinden uzak duran dahası evlilikte beklediğini bulamayan, eşinin tüm çabası ve fedakarlığını kendisini başka biri olmaya zorlamak olarak yorumlayan, eşine zarar veren Doruk’un hikayesi anlatılır. Ardıç ağacının yükseklerde yetişmesi, isim seçimi, kendisini yazar olarak tanıtması kibirli oluşunun ifadesidir.
  • Üçüncü bölüm olan Begonvil’deFeryal’in kişiliğindeki değişimi hem İsmet’in hem de kendi gözünden okuruz. Feryal’in eşine duyduğu öfkeyle onu aldatmaya giden süreç, begonvillerin rüzgarda açmasıyla benzerlik içinde verilir.
  • Kızılağaç’ ta, üniversitedeki görevinden ihraç edilen ve vatandaşlıktan men edilen Ahmet ve Meryem’in evli oldukları yalanıyla isimlerini değiştirerek iş bulmak amacıyla otele başvurmaları anlatılır. Aranan ve sınır dışına çıkmak için para biriktirmenin otelde çalışmakla mümkün olacağını düşünen bu çiftin yaşadıklarını, kendilerini gizleme çabalarını okuduğumuz bu bölümün ismi ise öğretim görevlisi olan bu çiftin, siyasi görüşlerinden ötürüverilir. Bölüm sonunda haberlerde işine son verilen ve arabası yanmış halde bulunan Deniz Yılmaz isimli birinden bahsedildiğinde, Ahmet’in gerçek kimliğini öğrenmiş oluruz.
  • Beşinci bölümde Leyla ve Deniz öyküye dahil olur. Leyla çocuk sahibi, eşini terk etmiş ve kalbinin sesini dinleyip toplumun dayattığı doğrulara sırtını dönme cesareti göstermiş bir kadındır. Hemcinsi Deniz’le yaşadığı ilişki konusunda kararlılık gösterir. Bu kararlığı karşısında ise çocuğundan ayrı düşme bedelini öder. Bu bölüm ise Şimşir ismini taşır. Ahmet’in bahçıvan olarak işe başlayıp bahçedeki şimşirleri derinden budaması, Leyla ve Deniz gibi aşklarını cesurca yaşamak isteyen, yaşadıkları ilişki, cinsel yönelimleri sebebiyle yargılanan insanların toplum tarafından bastırılmasına göndermedir.
  • Meryem’ in Ahmet’e bağlılığı, kimliğini saklama çabasıyla yaşadığı tutukluk ve Feryal’in Meryem’in de bir sırra sahip olduğunu farkettiği altıncı bölüm Lavanta başlığına sahip. Hayatın kötü sürprizlerine karşı kimi insanlar güçlü dururken kimilerinin zayıf durması, bitkiler içinde de lavantanın hassas oluşu Meryem’le benzerliği kurularak verilir.
  • Menekşe, Nilüfer’le beraberindeki oğlanın bağını anlatır. Annesiz ve babasız bir çocuğun ilgiye olan muhtaçlığı, korunmasız oluşu, Nilüfer’in menekşe gibi hassas olan bu çocuğa şefkatli yaklaşımının anlatıldığı bölümdür.
  • Sekizinci bölümde, zayıf ama tüm zorluklara bir şekilde karşı koymaya hazır, başkalarından güç alarak hayata tutunan, meseleleri bir başına aşabilmekten uzak insanlar, Hayal Otel’deki müşterilerin fundayla bağı kurularak anlatılır. Fundalar zayıf ama sık aralıklarla yetiştiğinden fırtına karşısında toprağa tutunmaları kolaylaşır.
  • Çınar’da ise oteldeki insanların köksüzlüğü üzerinde durulur. Güçlü köklere sahip çınar ağacı öyküdeki köklerinden kopmuş, köksüz ve kök salmaktan korkarak yaşayan insanların sahip olmak istediği gücü simgeler. Fırtına sırasında güven duygusuyla birbirine yaklaşan insanların güç almak için yakınlaşmaları biz insanların kök salma isteği içinde olduğunu gösterir.
  • Limon’da Nilüfer’in geçmişi ve sahiplendiği çocukla bağı açığa çıkar. Sevdiği adamla evlilik hayalini, kapıldığı bu hayalin tatsız şekilde sonlanmasını, evlenmese de ilişkisini sürdürdüğü bu adamdan geriye kalan tek değerli şeyi, oğlunu, yaşayamadığı annelik duygusuyla sarıp sarmalamasını okuruz.
  • Okaliptüs’teFeryal, Nilüfer ve Leyla üzerinde durulur. Üç kadın da farklı bir aldatma hikayesinin öznesidir. Bunun ötesinde Feryal’in eşi İsmet’le arasına giren geçmiş, ilişkilerini çıkmaza sokar. Bu geçmiş Feryal için bir bataklıktan farksızdır. İçinde çırpınır ve çırpındıkça istemediği düşüncelere kapılır, bu düşüncelere gömülür. Okaliptüs ise bataklığı kurutan bir ağaçtır. Feryal için her şeyin son bulmasını temsilen seçilir.
  • Son bölüm Papatya, oteldeki herkesin geçmişte yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen hayatın devam ettiği gerçeğini kabul ettikleri bölümdür. Papatya baharın gelişinin sembolüdür. Kışın etkisi ortadan kalkar ve doğa yüzünü tam anlamıyla yaza çevirir. “Demek bin bir türlü yol ve bin bir çeşit sapak vardı. Hep vardı. Yürüyebilirlerdi. Devam edebilirlerdi.” diye düşünür Meryem. Karamsarlığını bir kenara koyar. Kitapta herkes Meryem’in aklından geçen bu düşünceye sahip, kendini değişime bırakırkenFeryal bunu başaramaz. Geçmişe dair rahatsızlık hissetmeye devam eder ve otelden ayrılmaya koyulur.

Peki neden otel? Şüphesiz ki otel, edebiyatta yalnızlığı, kaçıp sığınma isteğini,kendi halindeki insanın gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmasınıtemsil eder.Otel söz konusu olunca da akla gelen ilk isim Edip Cansever’dir. “Otel” şiiriyle ortaya koyar insanın bir başınalığını, geçmişinden kaçışını, korkularını yani bilinç altına bastırdıklarını. Otel, imgesel bir mekan olarak bireyin zihnini, belleğini yokladığı anları, kaçtığı durumları ifade eder. Kitaptaki kişilerin ruh halini özetleyen imge de ‘otel’dir. Kitap, Cansever şiirinin öyküye uyarlanması adeta. Feryal’ in bahçede gezinirken duyduğu sesleri geçmişte yaşananlara bağlaması “Ses, o büyük ses, desem ki/ Sorardı bize durmadan/ Sorardı ölümün bütün bildiklerini.” dizelerini akla getirirken; Feryal ve İsmet’in geçmişe ait gizemi olan ortaklarının deniz kazasıyla can vermesine tanıklık ettikleri an ise “Denizin alçalışıyla bir otel düştü/ Binlerce kalıntı şehir değerinde/ Sularla kaçışan ölümler türküsü/ sırdaş olan denizlerin diline (…) Anılar, anı sürüleri/ Hep birden unutulmuşluğa dadanan/ hep birden ama tek bir yaratık gibi/ Çıkarak gözlerime yarı loş mağarasından/ Görülmemiş bir şekilde intihar ederdi.” dizelerini akla getirir. Kaçış içinde olan bu insanların fırtınayı birlikte atlatması da-ki öyküde fırtına, kişilerin unutmak istedikleri olumsuz yaşanmışlıkların imgesidir- “Güya tanrının hep birlikte olalım diye çizdiği bir salon/ Ben o salona varıncaya kadar/ Tanrı yok-ne kadar da geçmiş aradan- salon ki otelin salonu yani/ Ve dirilmiş ölüler ayakta/ Bir ikon tasviri gibi (…) Sayısız zamanlara götüren/ O birtakım adamlar/ ki artık ölü bile değil hiçbiri, değil de” dizelerine karşılık gelmekte. Öyküde fırtınanın son bulmasıyla konukların da içlerindeki fırtına nihayete erer ve ruhlarındaki çalkantı durulur. Tedirginliklerini bir kenara bırakıp yeni bir hayata yelken açarlar. Edip Cansever de insana dair bütün çıkmazları iç sesleri susturup umuda kapı aralayarak sonlandırır.

Doğa, devinim halinde. Hiç bitmeyen, duraksız bir döngüye sahip.Türlü yıkımlardan sonra öfkesini şaşırtıcı şekilde yatıştırmayı başarabiliyor. Ve ürküten kontrolsüzlüğünden sıyrılıverip en mucizevi güzelliklerini cömertçe sergileyebiliyor. Hayat da böyle biz insanlar için. Parçası olduğumuz her ne varsa ona benzeyip dönüşüyoruz. Bize yansıyanı yansıtarak yol alıyoruz, türlü çelişkileri içimizde taşıyarak. Hayal Otel de bu karmaşık var oluşu başka hayatlardan insanlar üstünde kurgulayan,umudun göz kırptığı bir kitap olmuş.Yine Cansever’in şiirinde söylediği gibi “Umudu dürt/ Umutsuzluğu yatıştır.” iletisiyle son bulan bu kitapta şairin sesinin yankısını fazlasıyla bulduğumu söyleyebilirim. Bu da bize edebiyattaki farklı türlerin birbirine kapı aralayabildiğini gösteriyor.