https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Üretildiğim ilk günden beri bir eşim vardı. Her zaman, her yere beraber giderdik. Fabrikadan çıktığımız gün birbirimize bağlandık. Fabrikadaki makinelerde ilmek ilmek örüldük, yan yana bantlardan geçtik birbirimize gülümseyerek. Onun heyecanı, benim heyecanımdı. Bize bir etiket bastılar ve rafa koydular. Ayrılamazdık hiç, bir elmanın iki yarısı gibiydik. Günün birinde de bir çift el geldi, adı Serim’miş sonradan öğrendim, bizi alıp bambaşka bir eve getirdi.

 

O ev, ah o ev… Orada bizim gibi seçilmiş başka çoraplar da vardı. Kimisi yaşlı biraz uçları ağarmış, kimisi mutlu yıkanıp bakılmaktan, kimisi de tekini kaybetmiş. İşte onunla orada tanıştım, tek çorapların lideri. Yıllar yıllar önce eşini kaybetmiş o gri sporcu çorabı. Dolabın köşesinde başka gri çoraplarla eş oluyor ve özgürlüğün tadını çıkarıyor. Çok merak ediyorum tek olmayı ve soruyorum ona “nasıl yani yalnız olmak güzel mi?,” diye. “Eşimi kaybettiğimde bir parçam onunla gitti,” diyor bana sakince, diğer çoraplara selam verirken. “Ama yıllar içerisinde o kadar çok gri çorap geldi ki eve, artık biz bir aile olduk,” diye de gülümseyerek anlatmaya devam ediyor. Kendime bakıyorum beni alan insanın odasındaki aynada. Benim üstümde renk renk uçaklar var. Düşünüyorum, ben eşimi kaybetsem n’olur? Beni başkalarıyla eşleştirirler mi?

 

Ve korktuğum başıma geliyor. O çok gürültülü, baş döndüren “çamaşır makinesi” denen canavara iki kişi gidip tek başıma dönüyorum. Eşim kayboluyor. İçimden bir parça benim de kopuyor. Tek çorapların liderine gidiyorum. Çok mutsuzum. “Ben hiç tek başıma kalmadım, ne yapacağım şimdi” diyorum o yaşlı gri çoraba. “Üzülme”, diyor “burada biz bir aileyiz ve sen tek çorapların özgürlüğünü tadacaksın”, peşi sıra bir cümle daha ekliyor, “giden yarın için de üzülme, onu da dışarıda bir dünyada yepyeni bir macera bekliyor,” diyor. Gözlerim dolu dolu uzağa bakıyorum, umarım o da benim kadar korkmuyordur.

 

Başlarda beni alan insan, yani Serim, beni hiç ayağına giymiyor. Kendimi tek başıma onun yatağının kenarına atıyorum, dolapta çekmeceden sarkıtıyorum ve yok, görse de beni kenara itiyor ve yine birbirine uyumlu çoraplara yöneliyor. Üzülüyorum çünkü amacım ayaklara giyilmek hatta sol ayağa giyilmek! Benim bir amacım var, insanlar beni giyecek ki ayakkabılar onların ayağını vurmayacak ve bu amacımı gerçekleştiremiyorum. Evden mi gitsem acaba? Sokakta beni giyecek üşüyen biri var mıdır?

 

Evden gitmeye karar verdiğimde tek çorapların lideri, yaşlı gri çorap beni durduruyor, “biraz daha bekle, insanlar çok gariptir, eminim vaktin gelecek ve sen de kendini gerçekleştireceksin” diyor. Bir mevsim geçiyor, sonra yaz oluyor ve sonra yine sonbahar. Böylece aslında birden fazla mevsim geçiyor ve yine çoraplar odanın ortasına atılıyor. Yüzüme bakılmadığından benim bu sene de umudum yok. Bu sonbahar da Serim yine birbirine uyumlu çoraplar giyecek, biliyorum. Tam o sırada bir şeyler oluyor ve Serim beni eline alıyor, burnunun dibine kadar yaklaştırıp beni inceliyor ve çekmecenin içini karıştırmaya başlıyor. Oradan kendince bir çorap daha çıkarıyor. Ben siyah üstüne renk renk uçakların olduğu bir çorap, sol elindeyim. Diğeriyse eşi olmasına rağmen tek başına seçilen, yine siyah üstü dinozor desenli bir çorap. O çorabın da eşi şaşkın, sağ teki giderken kendi dolapta kalıyor. Serim bizi gülerek ayaklarına geçiriyor. Biz şaşkınız, kesin annesi kızacak ve evden çıkmadan ben kenara itileceğim. Serim ayakkabısını giyerken tam da beklediğim gibi annesi geliyor ve ayaklarına bakıp, “çocuğum çorapların eş değil” diyor. Bizim çocuk bunu umursamıyor, “bu tek çorabı çok seviyorum ve bence böyle eşler” diyor.