https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Perdesi Açılmış Pencere

“Hastalığın sevgisizlikten, şifanın ise her zaman sevgiden, şefkatten geldiğini çok daha iyi biliyorum”

Okuduğunuz cümle, Ankara doğumlu, psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu’nun son romanı “Camdaki Kız”ın son cümlesidir. Bedenimizle senelerdir beraberiz; onu neyin yaktığını, yıktığını, yaraladığını yada ona neyin yaradığını az çok biliyoruz. Peki bedenimize enerji veren ruhumuzu ne kadar tanıyoruz. Bedenin fani ruhun baki olduğunu bildiğimiz halde neden ruhumuzla tanışmaktan korkuyor ve ona neyin yaradığını onu neyin yaraladığını sorgulamıyoruz. Sayın Budayıcıoğlu aynı sorgulamadan yola çıkarak okuyuculara ruhlarını ve kader motiflerini tanımaları amacıyla kitaplar kaleme almış. Ekonomik, sosyal yada özelnedenlerle psikiyatrlara, psikologlara gidemeyen insanlara fayda sağlamak için yıllarını verdiği mesleğinde, onda iz bırakanhayat hikâyelerini hasta haklarını gizli tutarak (isim, meslek, şehir…) yorumlarıyla birlikte bizlerle paylaşmıştır.Her kesimden insanın okuyunca zorlanmamaları ve anlayabilmelerine özenle dikkat ettiğini belirten yazar bu sebeple edebi eser arayan okuyuculara hitap etmemiş olabilir.Öğrencilik yıllarında TRT Ankara radyosunda ve televizyonunda kadrolu spiker ve sunucu olarak görev yapan Budayıcıoğlu’nun kitaplarını yalın, düz ve anlamlı cümleler üzerine kuruyor olmasına da şaşırmamak gerek.

Gelelim “Camdaki Kız” romanının kahramanı Nalan’a. Doktor Gülseren Hanım ile Nalan’ın tanıştığı an hastanın acıyı iliklerinde hissettiği andı. Sevgilisi Hayri getirmişti onu kliniğe. Nalan bekleme salonunda can çekişirken ilk olarak Hayri doktorun odasına giriyor.Sevgilisinden ayrılmak istediğini ve bunu dile getirdikten sonra Nalan’ın sinir krizi geçirdiğini ama yedi yıldır birlikte olduğu kadına olan büyük aşkının bittiğini,bu ilişkiye devam edemeyeceğini, başka biri ile tanıştığını, tanıştığı kızın Laz olduğunu, damarının tuttuğunu bu gidişle karısından bile boşanıp onunla evlenmesi gerekeceğini yoksa Laz kızının onu öldüreceğini bir çırpıda anlatıyor. Çok şaşırdınız değil mi? Doktor da yaşarken çok şaşırıyor. Peki Hayri’nin varoş olarak adlandırdığı bir kesimden geldiğini, Nalan’ın ise prensesler gibi büyütülüp bir zamanlar çok zengin bir iş insanının geliniyken şoförü Hayri’ye âşık olup eşinden boşandığını söylersem şaşkınlığınızın sınırlarını zorlarım değil mi?

Sayın Budayıcıoğlu, Nalan’ın yürüyüşündeki asaletten, konuşmasındaki düzgünlüğe kadar her detayını bizimle paylaşıyor. Nalan, çok zengin bir ailenin çocuğu.  Anne ve baba olarak bildiği insanların ona hiçbir zaman sevgi veremedikleri gibi çocukken başkaları ile gezmesine ve arkadaşlık kurmasına dahi izin vermediklerini söylüyor. Bunlara rağmen onun için evlerine en iyi eğitmenleri getirdiklerini, en iyi kıyafetleri aldıklarını anlatıyor. Nalan okulu bitirdiğinde iç mimar olarak girdiği şirketin sahibinin oğlu ile evleniyor. Evlendikten sonra hayatında artık sevgi ve mutluluğun hâkim olacağını düşünse de gerçek yaşam buna izin vermiyor. Bir süre sonra eşi ilgisiz bırakıyor onu ve o kocaman evlerinde yine bildiği o yalnızlıkla kalıyor. Birgün babası vefat ediyor ve annesi onu yanına çağırıp bilmediği geçmişini ona anlatıyor. Nalan’ın babası olarak bildiği kişinin aslında dedesi, kendisinin de anneannesi olduğunu, annesine dayısının tecavüz ettiğini, annesinin küçük yaşta hamile kaldığını, doğum anında öldüğünü, babasının kaçtığını diğer aile büyüklerinin Nalan’ı istemediğini, anneannesi, dedesi ve büyük halasının onu sahiplenmek zorunda kaldıklarını, Nalan’ı bu sebeplerle sevmeyi başaramadığını ve bir daha da kendisini görmeye gelmesini istemediğini söylemiş. Nalan’ın yaşadığı her şey bu anlatılanlarla anlamını bulmuşbulmasına amabu seferde üzüntü ile kendisinden geçmiş. O dönemçok hastalandığını ve eşi ile eşinin ailesinin bu yıkıma sebep babasının ölümü olduğunu düşündüğünü, bu durumları kimselere anlatamadığını ve yalnızlığının gittikçe derinleştiğini anlatıyor. Bu yalnızlıkta sadece Hayri’nin kendisine iyi geldiğini,aslında evliyken başkasına bakacak bir kadın olmadığını ama Hayri’nin sevgisine inandıkça iyileştiğini dile getiriyor.

“Bu dünyada her derdin dermanı sevgi olduğunu biliyorum çünkü”

Yazar, Nalan’ı dinledikçe aslında onun kader motifinin sürekli tekrar ettiğini farkediyor. Bu durumu ona göstermek için çocukluğunda tek sosyalleştiği yer olan penceresinden bakan “Camdaki kız” ile evliliğinde kocasını beklediği balkonu, ilişkisinde Hayri’yi her haliyle kabullendiği zamanları gözünün önüne getirterek bilinçlenmesini sağlıyor. Doktor anlattıkça Nalan hayatını anlamlandırıyor. Çünkü onun sevgisizlik ile kodladığı şey; ölüm. O yüzden Hayri’ den vazgeçmekte zorlandığını kabul ediyor.

Tıpta hastalıklar iki gruba ayrılır; akut ve kronik diye. Akut hastalıklar ani başlar ve riski yüksektir. Kronik hastalıklar yavaş başlar, sonrada uzar gider. Aşk akut bir hastalıktır.ani başlar ve çok gürültülü seyrede. Tansiyon yükselir, kalp hızlanır, nefes alışverişler hızlanır, yanaklar pembeleşir, vücut ısınır. Böyle akut bir duruma insanoğlu bir ömür nasıl dayanır?”

Yazarın kitaplarından öğrendiğim en önemli bilgi; kader motifimiz yüzünden, bizlerin her zaman alıştığı, bildiği durumları aramasıymış. Özellikle doğup, büyüdüğün evde yaşadığın duyguların aynısını yaşayacağın yerlere gitmene sebep hep bu motifi ezberlememizmiş. Çünkü konfor alanı ne kadar konforsuz olsa da insan olarak hepimiz bildiğimizi aradığımızdan, yabancı sularda daha kolay boğulacağımızı düşünüp hareket edermişiz. Bu bilgihayatımızı çok açıklayıcı ve anlamlandırıcı değil mi?

Hayri… Hayri’ye başta yazar olmak üzere okuyucu olarak hepimiz çok kızıyoruz. Ta ki Hayri’yi dinleyene kadar. Hayri de sayın Budayıcıoğlu’nun hastalarından biri oluyor. Çünkü anlattıkça rahatlıyor. Nalan için değil kendi için geliyor. Çocukluğuna indikçe hayatındaki trajediler birbirgün yüzüne çıkıyor.

İnsanlar bana Hayri Bey de dese ben bey olmadığımı bilirdim. Ama sonra Nalan ile birlikte beyliği hakketmiş gibi hissettim. O bir kraliçe, prensesti. Hala da öyle ya. Nalan’a çuval giydirseniz o yine kraliçe olarak kalır. Çünkü onu kraliçe yapan giydiği kuşandığı değildir. Beni soracak olursanız, beni altın tahta bile oturtsanız ben kral olamam, içimde yok.”

Nalan doktora gittikçe özgüveni ile tanışıpkendisine yetmeye, Hayri ise Nalan’ın yokluğunu kabul edemeyeceğinianlayınca üç kişiyi birden idare etmenin yollarını aramaya başlar.

Kitaptaki bu aşk üçgenini okudukça, olmuşun olacaklara olan iz düşümünü gördükçe hayrete düşeceksiniz. Kendi geçmişinizin iz düşümlerini sorgulayacak ve kader motifinizi çıkarmaya başlayacaksınız. Gülseren Budayıcıoğlu’nun bütün kitaplarını okudum ve kendime yaptığım güzel bir yatırım olarak nitelendirdim. Sayesinde ben kendi kader motifimi çizdim. Nerelerde aynı hayatı yaşadığımı, oralara nasıl dokunmam gerektiğini irdeledim. İnsanların davranışlarında geçmişin izlerini ve genlerinde ruh hastalıklarını taşıyabileceğini bu sebeplerle yargılamadan önce dinlemek sonra da sorgulamak gerektiğini anladım. Kitabından almam gerekenleri aldım. Gülseren Budayıcıoğlu’na bu kıymetli bilgiler için teşekkür ederim. Ayrıca “Camdaki Kız” romanının içinde birkaç kısa hayat hikayeleri daha paylaşılmıştır. Hatta bu hikayelerden biri şu an televizyonda yayınlanan bir dizinin alt yapısını oluşturmaktadır. Zeynep “camdaki kız” olmamasına rağmeno da kendi içine hep bir pencereden bakanlardan. Ya bizler? Hangi pencereden, hangi manzaraları izlemekte olduğumuzu hiç düşündük mü?Üzerindedüşünecek kadar iyi okumalar dilerim.