Kendini boşluğa bırakan koca kanatlı kelebek. Seni döne döne düşen bir yaprak parçası sansınlar istedin değil mi? Olabildiğince yükseğe uçup, bir an durdun ve kendini aşağı bıraktın. Düşerken bir an sağa döndün tüm gücünle. Sonrası zaten bir sağ bir sol. Lavabodan giden su birikintisi gibi, yükseldiği denize düşüyormuş gibi görünen hortum gibi, alevi bir anda küle dönen kâğıt gibi.
“Ne koca yaprak!” demedi kimse. Göğün griden pembeye oynaştığı o maviden uzak akşam vaktinde, seni görenler sana bakmadı bile. Her ne yapıyorlarsa başlarını o tarafa çeviriverdiler. Yukarıdan aşağı süzülen bir yapraktan normal ne olabilirdi ki?
Ama ben gördüm. Duydum senin kendini bırakmadan önceki o son kanat çırpışını. Çaresizliğin kesif kokusunu nerede olsa duyarım. Aslında öyle değilmiş gibi davranmanın rengini bilirim. Mutsuzluğu metrelerce öteden tanırım ben. Seni de gördüm kelebek. Kendini bir yaprak gibi göstermeye çalışmanı tanıdım. Sen döne döne sona doğru düştün. Ben seninle birlikte süzüldüm. Yolda gözlerine baktım. “Dur” dedim. “İstersen şu an, şimdi uçabilirsin. Uçmaya devam edebilirsin.” Öyle bir baktın ki, aramızdaki rüzgârın arkasından sustum. Artık çok geçti, anladım.
Sonra kapadım gözlerimi. Görmedim toprağa düşüşünü. İntihar eden bir kelebeğin kanatlarının parçalanmasını kim görmek ister ki! Yapraktır o dedim. İşime devam ettim. Herkes gibi…