https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“Evet,” dedi doktorum elindeki sonuçlara bakarak. Ağzından çıkan tek kelimeyi uzatarak söylemişti. Sanki nihayete eren bir durumdan bahsedecekmiş de nasıl anlatacağını düşünürmüş gibiydi. “Dediğim gibi. Artık bizim yapabilecek bir şeyimiz kalmadı. Yani demem o ki elimizdeki savaşacağımız son silahı da kullandık. Bundan sonrası belli, zaten biliyorsunuz.”

“Öyle,” dedim başımla onaylayarak. On yıllardır aman vermeyen hastalığımın tıp literatüründe henüz bilinen herhangi bir tedavisi yoktu. Bu nedenle senelerdir çeşitli ilaçlar kullanmış, daha doğrusu kullanmadığım ilaç sayısı bir elin parmaklarını geçmez hale düşmüştü. Belirli bir zaman sonra ilaç fayda etmemeye başladığından bir üst ilaca başvuruyor, vücut yine alarm vermeye başlayınca bir üst dozu deniyorduk. Son çalışmalar neticesinde üretilen, en etkili olanları bile bir süre beni iyi edip aynı senaryo tekrarlanınca tahlil, tetkik, artık alıştığım ve aslında usandığım ne kadar işlem varsa her birinden geçip sonucu görmeye karar vermiştik.

Nihayet ameliyat zamanının geldiğinin farkındaydım. Artık iyice tanıdığım vücudumun verdiği tepkilerden anlıyor, tahmin yürütüyor, belki endişelendiğimden belki de “Yeter artık, olup da kurtulalım,” dediğimden, sürekli aklımın bir köşesinde tutmalarım beni ameliyat olma fikrine ısındırmıştı. Çözüm belliydi, kalın bağırsak alınacaktı. Evet tamamen. Bu ne demekti? İnsanın tek boşaltım organının tamamen ortadan kaldırılacağı… E insan nasıl hacet giderecek? İnce bağırsaktan yapılacak geçici bir bağırsağın önce vücuda alışması beklenecek, sonra ikinci bir ameliyatla ince bağırsak oraya bağlanacak. Bu sayede vücuttan hiçbir yolla silinemeyen o hastalık tamamen ortadan kalkacak, içinde yaşadığı kalın bağırsakla birlikte çöplüğe atılıp meçhulde yok olacak.

Doktorumun dâhiliye anlamında yapacakları tükenince iyi bir cerrah araştırmaya giriştim. Sıradan bir operasyon olmadığı için gerçekten ehil ellere ihtiyacım vardı. Tavsiye edilen ve benim de araştırıp bulduğum birçok doktora gittim. Ameliyatlık bir mesele varsa en az üç göze gösterecek, üç akla danışacaksın derler. Öyle ya kimi hemen kesip biçmek ister, kimi sonuna kadar tamir etmeye uğraşır. Cerrah ve dâhiliyeci farkı, eski edebiyat yeni literatür çatışması var sonuçta. Yahu kardeşim, sıhhatte de yorum farkı olur mu? Bunun kitabı, bilgisi yok mu? Oluyormuş meğer. Kimi ne kadar becerikli olduğundan bahsedip beni iknaya girişiyor, kimi çokbilmiş bir halde raporlara bakıp tek kelime etmiyordu. Kolay bir karar değildi bu vereceğim. Öyle ya insan her gün bir organını, daha doğrusu vücuttaki en önemli organlardan birini yitirmiyordu ki. Yapılacak tek küçük hata, elin bir anda kayması, ufak bir dikkatsizlik nelere yol açardı tahmin bile edemiyordum. Tabii bunlar benim cahilane düşüncelerimdi. Ama dinlediğim uzman görüşlerinden de bu ameliyatı sayısız kez yapmış birine gidilmesi gerektiğini anlıyordum. Hassas bir işlem olacağından, bağırsak çıkarılırken bölgedeki sinirlerin tahrip edilmemesi, yapılacak geçici bağırsağın sorunsuz olması gibi gerçeklerle cerrahın el becerisinin önemi çok büyüktü.

Artık kapı kapı dolaşmaktan sıkılıp gittiğim son doktorda karar kıldım. Kafamdaki bütün soruları sayıp döktüğümde klişelemiş cevabı verdi: “Her ameliyatın riski var ama bu bir insanın hayatı boyunca geçirebileceği en büyük ameliyatlardan biri.”

Şu sözü duyana kadar meğer ben durumun vahametini tam olarak kavrayamamışım. Evet, farkındaydım, oluşabilecek neticeleri kabullenmiştim, bunun büyük bir iş olduğunu da biliyordum ama uzman bir ağızdan böyle büyük laflar duymak insanı bir anda kendine getiriyordu. Yahut oturduğu koltuğa mıhlıyor mu desem daha doğru olurdu, bilemiyorum. Ne kadar ürktüğümü ve ne kadar olumsuz düşünce varsa gelip aklımın bir köşesine çöreklendiğini inanın anlatamam. Ne diye dedin ki şimdi böyle, yani ne gereği vardı diye kinlendim hocaya. “Cehalet mutluluk” dedim tekrar o sapına kadar doğru tespite başvurarak.

Bir de hiç bilmemeye nazaran az bilmek en tehlikelisiydi. Bildiğini sanıp cahilce hareket eder ve bilmeyip kılını kıpırdatmayandan bile daha beter hale girersin. Şimdi durumun vahametini bilen biri olarak ameliyat gününe kadar nasıl bekleyeceğim derken, en yakın ne zaman yapabileceğimizi sordum. Şöyle bir bilgisayarına bakıp programını kontrol etti. Kafasını bir o yana bir bu yana yatırıp düşündü. Kim bilir ne kadar yoğun diye düşünürken Cuma yapabiliriz dedi. “Cuma, bu Cuma mı?” “Evet, evet, hemen girip alırız, siz de böyle hasta hasta fazla dolaşmazsınız.”

Bugün salıydı. Yarın değil, öbür gün değil, sonrakiydi. Yani şunun şurasına kaç saatim kaldı ki?

“Perşembe yatarsınız, gerekli işlemler yapılır ertesi, gün de yaparız.”

Eh, bugün de bittiğine göre, bir yarın kalıyordu bana. Uzun bir iyileşme sürecinden önce kendime ait, arzu ettiğim ne varsa yapabileceğim, –daha doğrusu yapamayacağım- belki bir daha eskisi gibi olamamaktan önceki son gün. “Tamam,” dedim yine de. Doktorum tarif edemediğim bir güven veriyordu karşısındakine o yüzden onu tercih etmiştim zaten. Basiretim mi bağlanmıştı, doktorun iyi niyetini mi kırmak istememiştim bilemiyorum ama ne derse kabul ediyordum. Odasının her bir yanından akan zevkliliğe mi tav olmuştum, mobilyaların “işte buradayım” diyen kalitesine mi, yoksa doktorun karakaşına mı vurulmuştum bilemedim. Sizden üstün olduğunu anladığınız kişilere karşı, böyle bir eziklilik değil de hani nasıl derler, istediğiniz kadar kimseye eyvallahı olmayan biri olun saygıda kusur etmek istemeyişiniz vardır ya, ondandır herhalde sanki sözünün üstüne söz söylersem edepsizlik, kendini bilmezlik edecekmişim gibi hissediyordum.

Muayenehaneden çıkınca içimi bir şüphe kapladı. Sorular, sorgulamalar kafama üşüştü durdu. Yoğun ve sayısız kere bu ameliyatı yapan bir doktor değil miydi? O halde nasıl oldu da hemen ertesi güne randevu verebildi? Yoksa dedikleri kadar tercih edilen bir hekim değil miydi? Belki ameliyatlarından birinde bir hastayı sakat bırakmıştı da eski popülerliği, güvenilirliği kalmamıştı? Çabucak da karar verdik, sakın yanlış iş yapıyor olmayayım? Adam da hemen bağlamak için nasıl da oldubittiye getirdi baksana. Eskisi kadar fazla vaka alamadığı için yakaladığına bıçağı geçiriyor olabilir miydi?

Doktorların hedef tutturmak için hemen her hastaya ameliyat dediklerini uzun zamandır duyuyordum zaten. Özel hastanelerin ciro baskıları… Eh onlar da komisyonunu fazladan fazladan alıyordu tabii. Sonra para tatlı gelince, o hayata alışınca devamı da geliyordu. Ya Avrupa’da okuyan kızına para gönderecekti, ya da son model jipinin taksitini ödeyecekti. Marketi, bakkalı, tüccarı hep en pahalı ürünü satmaya çalışmıyor mu kalitesine bakmadan? Garson fazla fazla sipariş almıyor mu bir insanın en fazla ne kadar yiyebileceğini bilerek? Ne farkı vardı? Olmaz olur mu? Sağlık ulan bu sağlık. İnsan için en önemli olan şey, ötesi var mı? Doktora bile güvenemeyeceksek, nice olacak halimiz? Hipokrat mıydı neydi o adamın adı, onun üzerine yemim etmemiş miydi bunlar? Adam öte taraftan gelip çarpacak bunları, ondan da mı korkmuyorlardı? İyi de o adam da gavur değil miydi, onun üzerine edilen yeminler geçerli olur muydu ki? Neyse, demem o ki her mesleğim ahlaklısı ahlaksızı var. İyi de insanın niyetini suratına bakarak anlayamıyorsun ki. Kimi paragöz, kiminin hiç o taraklarda bezi yok. Kimi suratsız ama sapına kadar dürüst, kimi yüzüne gülüp elini çoktan cebine sokmuş senin haberin yok.

Hiç düşünmeden sekreterini arayıp iptal mi etsem? Geri arayıp neden iptal ettiğimi sorgulayacak değildi ya! Tam da ikna olmuştum, şimdi başka birine nasıl güvenebilirim? Hadi güvendim, fikir değiştirdim diye yarın pişman olursam? Peki ya değiştirmediğim için pişman olursam? Neyse dedim, elbet bir karar vereceğim ve kararsızlık en kötü karardan iyi derlerdi değil mi? En kötü karar mı? Kumar oynamıyoruz ki, en kötüsü ne demektir yani! Neyse canım, yine ben fazla evhamlanıyorum herhalde. Sonuçta her şey olacağına varır deyip çıkayım işin içinden.

Eve gidip eşime yeni hocayla görüştüğümü ve nihayet karar verdiğimi söyledim. Çekincelerimi de anlattım ama o da aynılarını söyledi. “Bu kadar evham yapma hayatım!”

“Korktuğumdan değil,” dedim, “Sadece doğru kararı veriyor muyuz onu merak ediyorum.” Onun yüreklendirmeleri biraz olsun ferahlatmıştı beni, geceleri rahat geçirmeme bir etkisi olmasa da… Uykusuz geçirdiğim iki gecenin ardından ameliyat vakti geldi çattı. Götürürlerken beni gayet rahattım, eşime çocuklarıma ve arkadaşlarıma gülümsüyordum. Sanki basit bir çıbanı aldırmaya gidiyor gibiydim. Asansöre bindirilirken eşimin hıçkırıklarını duydum. Bu defa teselli etme sırası ve o kelimeyi zevkle kullanma sırası bendeydi: “Evhamlanma hayatım, her şey yolunda gidecek!”

Soğuk ameliyathaneye girdik. Narkoz alanlar bilir, en son hangi ana kadar ayık olduğunuzu, en son neyi hatırlayacağınızı takip etmeye çalışırsınız. Hatta verilen anestezinin etkisine direnmeye kalkışır ama saniyeler içerisinde bayıldığınızı ve muvaffak olamadığınızı uyandığınız anda anlarsınız. Burun deliklerime taktıkları oksijen kaynağını hissettiğim anda gözlerim uykuya yenik düşmüş, farkında değilim. Fakat nedense yarım saat sonra ayıldım! Müthiş bir ağrıyla. Neden bu kadar çabuk çıktım diye sormak istiyordum fakat boğazımdan sadece acıya dayanamamanın çığlıkları yükseliyordu. Canı yakılan bir çocuk gibi, hiç durmadan ve hıçkırıkların birbirini kovaladığı gibi üst üste, her biri bir öncekinden daha şiddetli olacak biçimde bağırıyordum. Eşimin gözleri hala yaşlıydı. Hayır, şimdi ben gelince dökülen taze gözyaşlarıydı bunlar. Anlaşılan ters giden bir şeyler olmuştu ama bana söylemiyorlardı. Doktor içimi açıp geri mi kapatmıştı? Kötü şeyler tespit edip bambaşka bir senaryoda mı karar kılmıştı? Bağırtılarım arasında bir anlığına dişimi sıkıp konuşmaya çalıştım:

“Ne… oldu…” diye kesik kesik sorabildim. Belli ki sadece boğuk bir ses çıkarabilmiştim ki eşim anlamak için yüzüme eğildi. Tekrar denedim: “Neden… erken bitti?”

“Erken mi? Çok uzun sürdü.”

“Ne, nasıl?”

“On bir saattir içeridesin. Aklımız çıktı resmen.”

İçimden bir oh çekip ağrılarımı bastırmak için bağırmaya devam ettim. İyi geliyordu, daha az hissediyordum sanki çığlık attıkça. İsyanımı dışarı vururcasına… Hemşire yeni bir ağrı kesici getirdi ve serumuma kattı. “Bu onu rahatlatır,” dedi. Bir yarım saat sonra bağırtılarım iniltilere dönmüştü. Yine de dayanılmaz olduğunu itiraf etmeliyim. Ancak o zaman aklıma geldi en önemli olan şeyi, neler olup bittiğini sormak.

“Nasıl geçmiş ameliyat”, dedim bu sefer düzgün bir ses tonuyla.

“Çok başarılı geçmiş. Doktor iyi ki yapmışız,” dedi.

“Hah öyle mi? Ne kadar güzel,” sözleri döküldü dudaklarımdan uykuya yenik düşerken.

***

“Hala ağrınız var mı?”

Bu da soru mu be! Sanki olmaması gerekiyormuş gibi. “Elbette var. Hatta düne göre çok daha fazla.”

“Biraz azalmış olması lazım.”

“Azalmadı işte. Ağrı kesici getirin, bir de uyku ilacı… Ne olur?”

“Bu kadar sık ağrı kesici yapmamıza izin vermiyorlar. Ama hekiminize sorarım. Uyku ilacı içinse önce bir psikiyatrla konuşmanız gerekiyor.”

“Yapmayın yahu! Ağrım gerçekten dayanılmaz ve benim ağrı eşiğim oldukça yüksektir. Uyku ilacını da ağrı yüzünden uyuyamayacağım için istiyorum, kafayı yediğim için değil.”

“Anladım beyefendi çok haklısınız. Ağır bir ameliyat geçirdiniz sonuçta ama biraz fazla evham yapıyor olabilirsiniz.”

“Madem haklıyım aynı zamanda nasıl evhamlı olabiliyorum? Allah aşkına gidin sorun kime soracaksanız.”

Hemşire ifadesiz bir yüzle geri döndü ve geçmiş olsun dilemeyi ihmal etmeden dışarı çıktı. Alışmış olmalılardı böylesi huysuz hastalara, artık işlemiyordu bünyelerine. Hoş ben huysuzluk etmiyordum ya, beni rahat ettirmek onların göreviydi, hakkım olanı istiyordum o kadar. Eşim yatağımın yanına geldi ve elini alnıma koydu. Boncuk boncuk terlerimi sildi ve bir damla gözyaşı ilave etti onların yanına. “Canım benim,” dedi. “Benim senden daha çok canım yanıyor. Ama gerçekten biraz fazla evham yapıyor olabilir misin?”

Bir küfürle kalktığı koltuğa geri oturttum onu. “Benim ağrı eşiğim yüksektir bilmiyor musun sen? Bir şey var ki bu kadar yıkıyorum ortalığı. Belki nadir görülen bir semptom veya hiç görülmeyen bir gelişme,  nereden biliyorsun? Bu kadar ızdırabı olur mu insanın?”

Hastanede kaldığım dört gün boyunca ağrıdan ne uyuyabildim, ne bir o yana bir bu yana dönmeme rağmen yattığım yerde rahat edebildim. Ne yüzüm güldü, ne zevkle bir şey yiyebildim. Daima asabiyet içinde, bütün bunların ne zaman biteceğini sabırsızlıkla bekleyerek ve ağrı çekerek geçti. Doktor kontrole yanıma geldiğinde şikâyetlerimi dinledi. Sonra başını yerden kaldırarak yüzüme baktı: “Bunlar gayet doğal. Kocaman bir organınızı aldık, kolay değil. Biraz sabredeceksiniz ve evham yapmayacaksınız!”

Hay Allah’ım yine o kelime. Yapmıyorum efendim yapmıyorum. Ruhumu teslim edecekmiş gibi oluyorum, o kadar. Oldu mu?

Yüzünüz gülsün biraz, iyileştiğinizi ancak öyle anlayabiliriz.

Kambur yürümeyin lütfen öyle yürümeye alışacaksınız.

Yapmayın, bu zamanlarda daha iyi görmek isteriz biz hastayı.

Siz hiç evham yapmayın. Sonuçta biz niçin burada varız?

Evham yapma hayatım, bak iyi olacaksın.

Artık duymaktan usandığım bu sözleri bir defa daha bile olsun tekrar işitmemek için ağrılarımı duymamaya, acıdan gebersem de söylememeye karar verdim. Doktorundan hemşiresine, hastabakıcısından temizlikçisine kadar dillere düştük. Hele arkadaşlarım, sanki düşmanlarıydım, yaramı dağlar gibi lakırdılar ediyor, kahkahalar atıyorlardı. Bu kadar da muhannet olunur muymuş diye. Hâlbuki benim ağrı eşiğim yüksektir, anlamıyorlar ki bir şey var…

Yatağımda dönüp durdum. Bir sonraki ağrı kesici ne zaman gelecek diye yolunu gözledim durdum. Kıvradım, kıvrandım ama sesimi çıkarmadım. Sordukları zaman iyiyim, dedim. Emin misin dedikleri zaman, hiç olmadığım kadar diye cevap verdim. Dayanabileceğim kadar dayandım, dayandım, dayandım, en son gözlerimin karardığını hatırlıyorum.

Gözümü açtığımda yine dayanılmaz bir ağrı hissettim. Yanıma baktığımda eşimin gözyaşları içerisinde bana koştuğunu gördüm. Çığlık çığlığa bağırıyor ama neler olduğunu sormak için tek kelime edemiyordum. Dişimi sıktığım anlardan birinde sorabildim: “Ne… oldu?”

Eşim cevap veremeden içeri kalabalık heyet halinde doktorlar girdi. Meğer apandistim şişmiş, şişmiş de patlamak üzereyken bayılmışım. Neyse ki doktorların elleri altındaymışım da hemen müdahale edilmiş, başarılı bir operasyonla kurtarılmışım. Fakat dayanılmaz bir acım olması gerektiğini, nasıl olur da buna dayandığımı ve hiç ses etmediğimi sordular.

Eşim girdi araya, “Ağrı eşiği oldukça yüksektir, hiç gıkını çıkarmaz böyle durumlarda.”

Acısı katmerleşmiş bir hasta olarak soluk bile alamıyordum. Bir süre kendi derdime çare üretmeye çabaladım fakat konuşmak için hevesli olduğumu gördüklerinden beklemişlerdi. Durdum, durdum ve irademe söz geçirebildiğim an güçlükle cevap verebildim: “Evham… Evham yapmak istemedim.”

Doktorun bir anda gözleri büyüdü. Sihirli bir sözcük duymuş gibi düşündü, düşündü.

“Yapınız efendim, bilakis yapınız. Olur mu öyle şey? Bağırınız, çağırınız, ağlayınız. Evham yapınız. Sonuçta biz ne için burada varız?”