Duvarda asılı puslu, kırık bir ayna var.Kırık şekli ile yelpazeye benziyor.Bazı parçaları kopmuş bazıları da düşmek üzere.Metin’ in çay ocağından içeriye girdiğinde ilk gördüğü şey bu kırık ayna olmuştu. İsmail Bey onu bu adrese gönderirken; “Göreve atanana kadar para kazan, sahibi hasta ve kimsesiz bir adam harçlığını çıkarırsın” demişti.
İlk iş günü olacaktı,erkenden yollara düşmüş, iki dolmuşla ulaşmıştı çay ocağına. Bir iş hanının zemin katında oldukça karanlık bir koridorun sonundaydı ve kapısı yoktu çay ocağının.Soluk bir sarı ışık eşliğinde; tarifsiz bir yalnızlık kokusu vardı bu koridorda. Kenarı kırık bir plastik masa,iki tabure ve yerde gelişi güzel söndürülmüş sigara izmaritleri, etrafa saçılmış boş kolilerden başka bir şey görünmüyordu.Sessizdi ortalık.
Yetiştirme yurdunda bulaşık temizlik işlerini iyice öğrenmişti. Üniversitedeyken de zaman zaman harçlığını çıkarmak için bulaşık yıkamıştı.Etrafa bakındı, bir sigara yaktı ve köşedeki çalı süpürgesini alıp etrafı süpürdü. Havaya kalkan tozla birlikte koca bir bulut oluşmuştu. Atanıp gideceği bir köy okulunu, köy okulunun yanmayan sobasını, okuldaki öğrencilerini çok defa hayal etmişti. Kırık aynalı çay ocağınıhiç hayal etmemişti kendini. Çöpleri toplayıp içeriye geçti. Kırık aynaya bakmamak için zor tutuyordu kendini. Karşısında aynanın her kırığına denk gelen kaç Metin vardı? Sayamadı. Çayın altını yaktı. Tezgâhın üstü; dibi tutmuş kahve fincanları, çay lekeli bardaklar, şeker kırıntıları doluydu. Karıncalar sağa sola kaçışmaya başlamıştı.Tezgâhı temizlemeye koyuldu. Tezgâhın sağ tarafında küçük bir raf vardı. Bardakların çay tabaklarının fazlalıkları ve küçük bir radyo duruyordu rafta.
Her bardak yıkadığında, her hareket edişinde kırık aynada kendi yansımalarını görüyordu. Bozuk musluğu kapatmaya çalışmak için uğraşırken daha fazla bakıyordu kendisine. Bir müddet kaldı öyle.Çay ocağının sahibi de aynı boylardaydı anlaşılan.Tezgâh iyice temizlenmişti. Bozuk muslukher tarafı ıslatmıştı. Gömleğinin önü de ıslatmıştı. Mavi gömlek, kot pantolon ve spor ayakkabıları var üzerinde. Gömleğin rengi biraz soluktu. İki yıldır bukıyafetleri giyiyordu.
Babasının annesine ve ona uyguladığı şiddet, annesinin hiç dinmeyen gözyaşları on üç yaşındayetiştirme yurduna bırakılması ile bitmişti ama o günden sonra kendi sessizliği başlamıştı.Annesini, babasını o günden sonra bir daha görmedi. Annesinin hayali ve babasının onu yetiştirme yurduna bırakırken; “Seni okutacaklar iş sahibi olacaksın devlet dairesinde” son cümleleri ile yalnızlık ve suskunlukla geçen yıllar.Minnet duygusu çukuruna atılmış gibiydi. Hiç kaçmayı düşünmedi, hiçbir zaman kavga etmedi ve tek bir soru sormadı. Sadece sustu. Bu çay ocağı da kocaman bir nimetti ve minnet duyması gerekiyordu bunu sağlayanlara. Eğitim Fakültesini bitirmiş Metin.“Sana ait olması gerekenler elinden alınır ve kırıntılar şeklinde tekrardan önünü koyulmaya çalışılır. Birde bu kırıntıları yaşamını alt üst edenler sana sundu mu; İşte o anda minnet çukurunda olduğunu anlarsın.” Bu cümleler hep ruhunu örselemişti.
Çay kazanından gelen sesle irkildi. Çayı demledi. Ortalık biraz toparlanmış gibiydi. Kırık aynaya tekrar baktı. Her biri ayrı bir şey istiyor gibiydi. Bir an karaltı hissetti arkasında.
– Abi günaydın.
-Günaydın.
-Çok erkencisin.Ahmet Dayı sandım seni. Gerçi hasta artık gelmez dediler ama merak ettim.
-Sen yeni çaycısın dimi?
-Evet
- Benim adım Memo. İkinci kattaki muhasebecinin yanında çalışıyorum.Senin adın ne?
Metin karşısında hızlı hızlı konuşmaya çalışan Memo’yu süzdü. On üç, on dört yaşlarında görünüyordu. Kolları dirseğine kadar kıvrılmış beyaz gömleğine ve lacivert pantolonuna baktığında, Memo’nunda soluk ve puslu bir hayatı olduğu belliydi.
- Çay demini alıyor az sonra veririm.
- Beklerim abi. Benim patronun gelmesine bir saat var daha.
Memo dışarıdaki tabureye oturdu Birçok isim, birçok iş ve çalışanların kısa hayat hikâyelerini anlatmaya başlamıştı. Metin ona bir çay verdi ve içeriye geçti. Tam aynaya doğru başını kaldırdığında; Birden aynanın parçalarından biri lavabonun içine düştü ve sayısız parçaya bölündü.
Memo’nun sesi duyuldu
– İyi misin abi?
– İyiyim, iyiyim dedi Metin.
Rahatladığını hissetmişti. Çay ocağına geldiğinden kırık aynayla mücadele ediyordu. İçinden azda olsa zehir akmış gibi hissetti. İçinde boğulduğu çukur sanki sızıntı bulmuş ve boşalmaya başlamış gibiydi. Kırıkları çöpe atıp kendine bir çay doldurdu. Memo’nun yanına oturdu.
– Artık oraya yeni ayna alırsın abi. Kırık ayna uğursuz olurmuş, anam derdi ürkek sesiyle Memo.
– Haklısın
– Neyse abi ben gideyim birazdan patron için çay almaya gelirim. Hızlı hızlı koridorda kayboldu.
Katlara çay dağıtılmıyordu. Memo gibi üç- beş çocuk vardı odalara çay götüren. Biraz sonra insanlar çay almaya kahve içmeye gelmeye başladılar. Çaylarını, kahvelerini, sigaralarını içip, paralarını bırakıp gidiyordu. Kendi aralarında kısa sohbetler oluyordu. Metin olan bitenin uzaktan uğultular halinde izledi.
- Orta bir kahve alabilir miyim?
Metin kahveyi yapmaya koyuldu. Kahveyi masaya bıraktığında,sigarasını içen hüzünlü bir yüz gördü.Bu hüzünlü bakışlar Metin’e, yetiştirme yurdu günlerini hatırlattı. Bir gün yetiştirme yurdunun bahçesinde etrafı izlerken İsmail Bey’ in elinden tutmuş yurda giren bir kızdı görmüştü. O kızı hep uzaktan izledi. Çok hüzünlü bir yüzü vardı. Hiç bir zaman onunla konuşmaya cesaret edemedi.Aynur sadece uykusuz gecelerde ışık oluyordu. Yıllar geçip üniversiteye gitmek için ayrılırken Aynur’unda üniversiteyi kazandığını Hukuk Fakültesinde okuyacağını öğrenmişti.
-Kahve güzel olmuş elinize sağlık.
-Afiyet olsun. Parayı bıraktım. İyi günler.
Dördüncü katta ofisi olan Avukat Aynur’du kahve içip giden. Merdivenleri çıkarken,bu eliyüzü düzgün yakışıklı genç adamın ne işi vardı burada diye düşündü Birbirlerini tanımamışlardı.
Metin, saatine göz attığında öğlen olduğunu fark etti. Etraf sakinleşmişti. Masasını sildi. Bardakları yıkamaya başladı.Yine aynayla karşı karşıyaydı, bu defa hüzünlü yüzü ile az önceki genç bayan da eklenmişti puslu hayallerine. Anlık boşluk duygusu yaşadı. Bir eli muslukta bir eli lavabodaydı. Lavaboya kan akmaya başlamıştı. Aynanın bir parçası daha kopmuştu ve bu defa bileğindeki damara denk gelmişti. Acıyı çok hissetmedi ama kan çoğalıyordu. Sadece izledi Metin. Kanın akıp gitmesi bir huzur dalgası yaratmıştı ruhunda…
Etraf Memo’nun çığlıkları ile yankılanıyordu.
-Ben bir şey görmedim. Ben bir şey yapmadım. Memo hıçkırarak ağlıyordu. Aynur ablamı çağırın o avukat. Ben hiç bir şey yapmadım.
Polisler etrafa göz atıyorlardı.
Metin’in bileğinden sızan kan bütün çay ocağını yayılmıştı. Lavabonun önünde yatıyordu ve elindeki ayna parçası yüzünü gösteriyordu.
“Minnet çukuruna kan dolmuştu bu defa”.