https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Yazı-Yorum Kültür Sanat ve Edebiyat dergimizin röportaj konuğu, geçtiğimiz günlerde ilk öykü kitabı ‘’Cıs’’ ile okurlarıyla buluşan Hakan Sarıpolat. İthaki Yayınlarından çıkan ‘’Cıs’’ sekiz öyküden oluşuyor. Kendisiyle sadece kitabı hakkında değil, edebiyata bakışı ve öykücülüğü hakkında da konuştuk.

***

1)İsterseniz söyleşimize edebiyat yolculuğunuz ile başlayalım. Hakan Sarıpolat’ın edebiyatla dostluğu nasıl başladı?

Merhabalar İlknur Hanım. Edebiyata olan ilgim çocuklukta Battal Gazi Destanı’nı okumamla başladı. Halamın komşuları tonton bir çiftti. Ne zaman yanlarına gitsem avuçlarımı bahçelerindeki ağaçlardan topladıkları meyvelerle doldururlardı, bir de eski romanlarla. Bazen eksik sayfalar olurdu bu romanların içlerinde. Bu eksik sayfaların miktarı onlarca sayfaya ulaşabiliyordu. Bir anda Battal Gazi zindandan kurtulmuş ve onlarca düşman askerini perişan hâle getirmiş olurdu. İşte o zamanlarda kitabı kapatır ve eksik kısımlarda yaşananları tahayyül etmeye çalışırdım. Sonra bir şey oldu ve okumaya karşı ilgim azaldı. Çocukluktan öğretmen olduğum zamana kadar geçen süreç edebiyat anlamında pek verimli değildi benim için. Lisede çok fazla kitap okuyan birisi değildim açıkçası. Kütüphaneden aldığım bir kitap bazen haftalarca elimde sürünürdü. Üniversiteye hazırlanma aşamasında en çok okuduğum kitaplar test kitapları oldu. Üniversitede ise gezdik, tozduk, yedik, içtik. Edebiyata olan asıl bağlılığım öğretmen olduktan sonra başladı diyebilirim. Şu zamana kadar bu bağ sürekli sıkılaşarak kendini muhafaza etti.

2)İlk kitabınız “Cıs” raflardaki yerini aldı. Sekiz öyküden oluşan kitabın ilk öyküsünden söz edelim istiyorum öncelikle. “Zincir” zifirle kaplı, kan kokan bir mahallede geçen ve dokuz bölümden oluşan, bağlanmak, gidememek teması üzerine iyi kurgulanmış uzun bir öykü. Zincir bir sembol. Anlatıcı, ilahi anlatıcı olsa da zaman zaman ben anlatıcı okura yol gösteriyor. Teknik anlamda, mekân ve anlatıcının öne çıktığı bir öykü. Buradan yola çıkarak öyküde mekân ve anlatıcının öneminden söz etmek ister misiniz?

Her anlatıcının avantajlı olduğu durumlar vardır. Yazar doğru anlatıcıyı tercih ederse metinde daha rahat çalışır. Örneğin şizofren bir karakteri 1.tekil şahıs ile anlatmak her zaman daha avantajlıdır. 3.tekil şahıs ile anlatırsa yazar tıkanacaktır bir yerde. Zincir’de baba Ali İmran’ın başından geçenleri Cebo’ya anlattırmamdaki sebep de biraz elimi rahatlatmaktı. Mahalleden birinin yaşadığı yeri öznel bir gözle aktarmasının okuru daha sıkı sarmalayacağını düşündüm. Belki yaşanan olaylar Cebo’nun anlattığı gibi olmadı tam olarak ama bunun bir önemi yok. Önemli olan onun ne dediği.

Öyküde olayların geçtiği mekân kısıtlıdır. Bu nedenle yazarın işi romana göre biraz daha kolaydır. Birkaç tasvirle istenilen etki yaratılabilir. Ancak olaylar bir mahallede ya da daha büyük bir coğrafyada geçiyorsa işte o zaman iş zorlaşır. Klasik eserlerde uzun ve detaylı tasvirler kullanılırdı mekânlar için ama günümüz okuru bu kadar sabırlı değil maalesef. Kısa ve öz olsun istiyorlar. Bu nedenden dolayı mahallenin birkaç etmenle okurun gözünde canlanmasını sağlamalıydım. İki belirleyici seçtim: Koku ve renk. Çünkü kokular ve renkler insanların belleklerinde tanımlıdır. Gün içinde duyumsadığınız bir koku sizi farklı bir âna götürebilir. Ya da sürekli baktığınız bir renk içinizi ısıtabilir. Buna ister yazar uyanıklığı deyin ister başka bir şey. Böyle oldu işte.

3)Yine Zincir öyküsünden söz edecek olursak, ana karakter Ali İmran gibi görünse de kurguya yön veren Gülbahar. Yan karakterlerin öyküde ne kadar önemli bir görevi olduğunu görüyoruz. Kurgusal metinler, karakterler üzerine inşa ediliyor demek yanlış bir tanımlama olmayacak diye düşünüyorum. Sizin karakter seçimlerinizi neler etkiliyor? Konu mu karakterleri şekillendiriyor yoksa karakterler mi konuyu oluşturuyor?

Vermek istediğim şey neyse ona en uygun konuyu ve karakteri seçmeye çalışıyorum. Zincir gibi bir mahallede insanların İstanbul Türkçesiyle konuşmasını ya da hiç küfür etmemesini bekleyemezsiniz. Ya da Satılık Melek Tüyü’ndeki çocuğun yetişkin gibi düşünmesini ve konuşmasını… Karakterler gibi düşünmek gerekiyor. Bir konu hakkında benden -yazardan- çok farklı bir şey düşünebilir karakter. Dindar ya ateist olabilir. Hükümet yanlısı olabilir. Eşcinsel veya tacizci de olabilir. Karaktere en uygun diyaloglar ve düşünce yapıları oluşturulmalı diye düşünüyorum. Tek sesli öykülerin ortaya çıkmaması için en önemli şartlardan biri de bu.

4)Karakterler ile söyleşimize devam edelim isterseniz. Yazar için elbette tüm karakterleri çocuğu gibidir. Yine de bir nebze olsa yaratıcısı için öne çıkan bazı karakterler vardır. Sizin öykü karakterleriniz içinde diğerlerinin önüne geçen, öyküyü sonlandırmanıza rağmen sizin için yaşamaya devam eden bir karakteriniz var mı?

Cücük Ahmet. Çünkü onun öyküsünü yazıyorum şu anda. Zincir’de kılıktan kılığa giren bir insan olarak çıktı okurun karşısına. Onun kim olduğunu soran çok fazla insan var. Bir sonraki kitabımda bunun yanıtını vermek istiyorum.

5)Zincir öykünüz, ayakları yere basan karakterler, olay örgüsü ve mekân açısından novellaya dönüştürülme şansı olan bir metin. Neden öykü?

Zincir’de vermek istediğim şeylerin tamamını verdim. Elbette kurguyu sündürüp bir novella hatta roman yazabilirdim ama öykü bitmişse bitmiştir benim için. Uzatmanın anlamı yok.

6)Kitabınızın tamamını ele alırsak büyülü gerçekçilik izlerini görüyoruz. Satılık Melek Tüyü adlı öykünüz Marquez’e ithaf edilmiş. Bu vesileyle, kendinize yakın bulduğunuz, yazım yolculuğunuzda sizi etkileyen yazarlar kimlerdir diye sormak isterim?

Büyülü gerçekçilik bana her zaman çok yakın gelmiştir. Çocukken kardeşlerimle elektrikler kesildiği zaman başımızı annemizin bacaklarına dayar ve onun anlattığı masalları dinlerdik. Belki de bu yüzdendir bu türe olan yakınlığım. Gabriel Garcia Marquez’in yazdığı her şeyi okudum. Aynı şekilde Franz Kafka’nın da… Türklerden Onat Kutlar’ı ve Orhan Pamuk’u… Sanırım beni en çok etkileyen yazarlar bunlar oldu.

7)Öykülerinizde hayvan unsurları göze çarpıyor. Zincir, Kuyruk Acısı, Atlıkarınca, Kelebekler ve Cıs öykülerinizde olduğu gibi. Bazı öykülerinizde de çocuk ön planda. Gerek ana gerek yan karakter bazen de anlatıcı olarak çocuk bir şekilde öykülerinizedâhil oluyor. Atlıkarınca’da söz ettiğiniz “sevgisizlikten uyuyamayan, düşsüz çocuklar” gibi. Bu öyküde Ayşegül Çelik’in Korku ve Arkadaşı adlı kitabından bir cümleyi epigraf olarak kullanmışsınız. “Biraz delilere benzer,” diyor çocuklar için. Bu konuyu biraz açabilir misiniz? Neden çocuklar ve hayvanlar?

Çünkü çocuklar ve hayvanlar yeryüzündeki en saf canlılardır. İçlerinde kötülük yoktur. Sadece doğaya uyum sağlamaya çalışırlar. Kötücül düşünceler sonradan yeşerir içlerinde. Büyüdükçe saflıkları bozulur. Bu bozulmanın nedenlerine eğilmek istedim biraz da. Ne oldu da yollarından saptılar? Temele inmeye çalıştım. Hayvanları daha çok simge olarak kullandım. Onlar ne kadar büyürse büyüsünler hep çocuk kalıyorlar.

8)Evde Unutulan Bir Çift Göz beni en fazla etkileyen öykülerinizden biri oldu. Fiziksel olarak gitse bile, gözlerini üzerimizde bırakanları anlatan bir öykü. Zincir öyküsündeki Gülbahar’dan çok farklı bir karakter gibi görünse de bu öykünün ana karakteri Vildan aslındaGülbahar’a benziyor. Farklı mahallelerde, farklı sosyo-kültürel çevrede yaşasalar bile, bu iki öykününalt metinlerinden kadınların sıkışmışlığı temasını çıkarabilir miyiz?

Sadece kadınların sıkışmışlığı çıkarılmamalı o öyküden. Toplumda çoğu kişinin üstünde bir çift göz var artık. Öğretmenin öğrenci üstünde, patronun işçi üstünde, annenin çocuğu üstünde, eşin diğer eş üstünde… Tahakkümün yok edilmesi için bu gözlerin oyulması gerektiğini düşünüyorum. Ya da Vildan’ın yaptığı gibi gözleri bir dolaba kilitleyip onların çıkardığı cılız seslere gülmeliyiz.

9)Satılık Melek Tüyü adlı öykünüz Giovanni Scognamillo adına verilen Gio Öykü Başarı Ödülü’ne layık görüldü. Ödüllerin yazara yüklediği sorumluluklar var mıdır? Günümüz edebiyat dünyasında verilen ödüller hakkında neler düşünüyorsunuz?

Açıkçası aldığım ödüllerin bana bir sorumluluk yüklediğini düşünmüyorum. Ancak ödüllerin kamçılayıcı bir özelliği olduğunu da yadsımıyorum. Bir yazar ya da yazar adayı için önemli etmenlerden. Arada alınırsa iyi olabilir. Günümüzde edebiyat dünyasında verilen ödüllerin neden verildiği konusuysa çok çetrefilli. Yayınevinin dergilere verdiği reklam sayısına göre bile ödül verilebiliyor. Kıstasları nedir açıkçası bilmiyorum. Her ödül için değil lafım, bunu da ayrıca belirtmek isterim.

10)Yazmak için bir meselesi olması gerekiyor yazarın diye düşünüyorum. Lafı uzatmadan sormak istiyorum. Hakan Sarıpolat’ın meselesi nedir?

Tek meselem kurgu. Toplumu veya insanı değiştirmek gibi yüce bir misyon edinmiş değilim. Okuru bulunduğu yaşamdan uzaklaştırıp yeni dünyaların içine atabilirsem kâfi benim için.

11)Yazarlığınızın haricinde eleştirel bir okursunuz. Sosyal medyada okuduğunuz kitaplar hakkında olumlu ya da olumsuz eleştirilerinizi sözünüzü sakınmadan dile getiriyorsunuz. İyi öyküler değil bunlar diye eş-dost övgüleri nedeniyle kendine okur bulan metinleri bazen oldukça keskin bir dille eleştiriyorsunuz. Kitabınız hakkında yapılabilecek eleştiriler sizi korkutmadı mı?

Bir başkasına laf söylemeyeyim, iki gün sonra o da bana laf söyler anlayışına o kadar uzağım ki… Oluşturduğum yazım dünyasına göre konuşuyorum sadece. Hiçbir zaman bunun dışında bir amaç gütmedim. Söylediklerim karşı tarafa çok saçma gelebilir, bu beni fazla ilgilendirmiyor. İsterim ki kitabımı okuyan herkes fikirlerini açıkça söylesin. Yapıcı eleştiriye ihtiyacım var.

12)İshak edebiyatın kurucuları arasında yer alıyorsunuz. Bu oluşumda öykü hakkında söyleyecek sözü olan değerli isimlerle birliktesiniz. Sizleri böyle bir oluşuma yönlendiren etkiler neler oldu?

Yaklaşık iki yıl önce sürekli öykü konuştuğum dostlarımla, artık konuştuğumuz şeylerin dışarıya çıkması gerektiğini düşündük. Ve böylece İshak Edebiyat’ı kurduk. Beklediğimizden fazla bir ilgiyle karşılaştık. Sağ olsun, okur bizi sevdi. Biz de onları… Elimizden geldiğince birbirimizi besliyoruz. Gelen öykülerin hepsine bir şekilde dönüş yapıyoruz. Bazen bir öykü hakkında uzun uzun yazışıyoruz. Tek derdimiz öykü çünkü. Böyle yapmaya da devam edeceğiz.

13)Son olarak, yazmak isteyenler için önerileriniz nelerdir? Bu konuda verilen ilk öneri, çok okuyun olmaktadır. Sizce çok okumak, yazmak için yeterli midir? Bir yazar çok okumanın haricinde nelerden beslenmelidir?

Klasik bir cevap olsa da elbette okumak en önemli etmen. Bunun haricinde güzel filmler izlenmeli ve notlar alınmalı. Sahneler yazarak çalışılabilir. En önemlisi tekrar ve tekrar yazma alışkanlığını edinmek. Bir öyküyü içimize sinene kadar yeniden kurgulamalı ve yazmalıyız. Bıkmadan, usanmadan. Ha bir de benim gibi sürekli öykü konuşabileceğiniz birkaç dosta sahip olsanız hiç fena olmaz.

Beni konuk ettiğiniz için teşekkür ederim İlknur Hanım. Yanımda olduğunuzu bilmek beni çok mutlu ediyor. Var olun.

                                                                      Zaman ayırdığınız için çok teşekkürler.

                                                                      

Kayseri’de doğup Kaş’ta büyüyen yazar Anadolu Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliğinden mezun. Öyküleri; Varlık, Notos, Patika, Lacivert, hece Öykü, Öykü Gazetesi, Altı Yedi, KE ve Trendeki Yabancı gibi dergilerde yayımlandı.  2019 yılında,’’Satılık Melek Tüyü’’ isimli öyküsüyle Giovanni Scognamillo adına verilen GİO Öykü Başarı Ödülü’ne layık görüldü.