https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Edebi eserler, yaratıldıkları döneme aralanan birer kapıdır. Sanatçı, içinde yaşadığı çağın toplumsal, askeri, ekonomik, kültürel şartlarının şekillendirdiği kişiliğini edebi eserler aracılığıyla dışa vurur. İşte bu dışavurumun, herhangi bir dönemin sanatçıları için ortak bir anlayış haline gelmesi edebi akımları ortaya çıkarır. Farklı akımların ortaya çıkmasında ise edebiyat tarihi ve edebi eleştirinin işbirliği yadsınamaz. 20. yüzyılda Batı edebiyatını etkisi altına alan sürrealizm(gerçek üstücülük) de ortaya çıktığı dönemin şartlarından beslenmiştir. Akımın öncüsü kabul edilen Andre Breton, gerçeküstücülüğün kuramsal temellerini oluştururken çalışmalar yürüttüğü psikiyatri alanındaki uygulamalardan etkilenmiştir. İnsanın ruhsal anlamda çok katmanlı oluşu ve davranışlarının temelinde yatan nedenlerin ortaya çıkarılmak istenmesi üzerine farklı yöntemler geliştiren psikanalizmden ilham almıştır. Bu nedenle yarı-otobiyografik romanı Nadja,“Kimim ben?” sorusuyla başlar. Felsefeyi epeyce meşgul etmiş olan bu merak, edebiyatta kendini de farklı zeminler üzerinden tartışmaya açmıştır. Andre Breton’un unutulmaz eseri Nadja, bireyin kendi gerçekliğini arayışa çıkması, karanlık taraflarını ortaya koyması gibi gerçeküstücülüğün (sürrealizm) ilke olarak benimsediği anlayışın kurgusal biçimde ortaya konmuş halidir.

 

İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve beraberindeki toplumsal dönüşümle birlikte bireyin yaşadığı manevi buhran, psikoloji biliminde insanın iç dünyasındaki karmaşayı anlamak için farklı anlayışları ortaya çıkarmıştır. Şüphesiz bu alanı psikanalizm çalışmalarıyla ses getiren Sigmund Freud derinden etkilemiştir. İnsanların görünen gerçekliğinin ardında yatan süreçleri açığa çıkarmak için ortaya koyduğu kavramlar ve uyguladığı metotlarla kendi gerçeklerini görmelerini sağlamıştır. Bilinçaltında yer eden, farkında olmadığımız durumları açığa çıkarmak psikanalizm çalışmalarının özünü teşkil eder. Rüya, serbest çağrışım, hipnoz gibi metotlarla kişinin bilinçaltını açığa çıkarabilmek denenmiştir. Yazar bunu romanda “Önemli olan bu dünyada kendimde yavaş yavaş keşfettiğim özel yeteneklerin, beni hiçbir şekilde bana özgü ama bana verilmemiş olan daha genel bir yetenek arayışından saptırmamasıdır. Kendimde bildiğim her türlü haz ve hevesin, hissettiğim her türlü yakınlık ve duygudaşlığın, etkilendiğim her türlü cazibenin ötesinde başıma gelen ve yalnız benim başıma gelen tüm olayların, yaptığım gördüğüm bir sürü hareketin yalnız benim hissettiğim heyecanların ötesinde diğer insanlara kıyasla farklılaşmamın neden ibaret, o olmazsa neye bağlı olduğunu öğrenmeye anlamaya çalışıyorum.” (s10) şeklinde ifade eder. “Aslında psikanaliz değer verdiğim, insanı kendisinden sürgün etmeyi hedeflediğini düşündüğüm ve kendisinden mahkeme kâtibi marifetlerinden daha başka marifetler beklediğim bir yöntemdir.” (s19) diyerek psikanalizme dair beklentisini de dile getirir. Kitap, psikanalizmin etkisinden dolayı akış itibarıyla karmaşık bir kurguya sahiptir. Olay örgüsünün varlığından söz etmek pek mümkün değildir.

 

Mekân olarak seçilen Paris sokakları kahraman için arayışın temsilidir. Sokaklar boyunca karşılaştığı her mimari yapı, dükkân, insan kahramanın zihninde başka bağlantıları açığa çıkaran ve arayışını sonuçlandırmasınayardımcı olabilecek birer unsurdur. Nereye çıkacağı bilinmeyen bir labirentin içinde dönüp durmaya benzer, her gün aynı sokakları adımlaması. Sokaklar aynı olsa da çağrıştırdıkları farklıdır. AndreBreton, sanat dünyasından farklı isimlerle tanışıklığına da kurguda yer verir. Bu durum romanı biyografik kılar. Üç bölümden oluşan romanın bu ilk bölümünde kendinden yola çıkarak kurguladığı Andre’nin sorgulamaları, Paris’teki çevresi ve sanata dair düşünceleriyle iç içe verilir.

 

İkinci bölümde yine sokaklarda insanları gözlemlediği ve nereye gideceğine dair fikrinin olmadığı bir yürüyüşe çıkar. O esnada Nadja’yla karşılaşır. Nadja hayalini kurduğu kadına benzemektedir. Umut anlamına gelen Nadja ismini seçtiğini vurgular yazar. Ve kadın geçmişini, hikâyesini anlatır. Andre, Nadja’yla insanlara, hayata, idealizme dair eleştirilerini ifade eder. Nadja’yla karşılaşma sonrası ayrılırken Andre “Kimsiniz?” sorusunu yöneltir. Nadja ise “Avare ruhum ben” karşılığını verir. Nadja dışarıdayken hep yan yanadırlar. Eve dönerken takside eşlik ettiği bir sırada Nadja“Bir oyun: Bir şey söyle. Gözlerini kapa ve bir şey söyle. Ne olursa olsun, bir sayı, bir ad… Şöyle(gözlerini kapıyor): İki, iki ne? İki kadın. Bu kadınlar nasıl? Siyah giysili. Nerede bulunuyorlar? Bir parkta…” (s65) şeklinde bir oyuna dahil eder Andre’yi. Aslında bu oyun psikanalizmde bilinçaltını açığa çıkarmada kullanılan yöntemlerden biridir.

Roman ilerledikçe açığa çıkan şeyNadja’nın bir hayal olabileceği fikridir. Andre’yle olan konuşmalarında sarf ettiği cümleler bize Nadja’yı Andre’nin var ettiğini, aslında hayali bir kadın olduğunu düşündürür. “Şimdi de kendisi üzerindeki güç ve iktidarımdan belki inanmak istediğimden daha fazla ona istediğimi düşündürme ve yaptırma yeteneğimden bahsediyor.(…) Ona öyle geliyormuş ki beni tanımasından çok önce bile benden asla hiçbir sırrını saklamamışmış.”(s67)

Nadja’yı birçok kez tekrar gördüm, düşünce alemi benim için daha açık ve aydınlık oldu; anlatış tarzı daha da rahatlık, özgünlük ve derinlik kazandı. Ama aynı zamanda, onun (kişiliğinin) bir kısmını, en insanca tanımlanmış olan kısmını alıp götüren onulmaz felaket hakkında, ancak o gün bilgi sahibi olduğum o felaket beni ondan yavaş yavaş uzaklaştırmış da olabilir. Sadece en katışıksız sezgiye dayanılarak ve her an bir mucize gösteriyormuş gibi gerçekleşen bu kendini yönlendiriş tarzına hayret etmekle birlikte ondan her ayrılışımda kendi dışında akıp giden (…) bu hayatın burgaçlarına tekrar yakalandığını hissetmekten dolayı da gittikçe daha çok endişeleniyordum.”(s99)Nadja’nın Andre’ye söylediği sözler de bu düşünceyi güçlendirir: “Benim soluğumun tükenişiyle ki sizinkinin başlangıcıdır.” “İsteseydiniz sizin için sadece bir hiç veya iz olurdum.” (s99)Nadja’nın bir tımarhaneye kapatıldığını öğrenen Andre, delilik ve akillik arasındaki denge üzerine düşünmeye başlar. Kendi kendine konuşur: “Kim var orada? Sen misin Nadja? Öbür dünyanın, tüm öte dünyanın bu hayatta olduğu doğru mu? Seni duyamıyorum. Kim var orada? Yoksa yalnız mıyım? Ben kendim miyim?” (s126)

 

Üçüncü bölümde ise kendisi ve okurla konuşur. Varoluşu sorgular. Nadja’nın“Andre? Benim hakkında bir roman yazacaksın. Buna eminim.” (s85) dediği gibi Nadja’yı yazdığını belirterek kitapta yetersiz gördüğü kısımları, yer verdiği mekanları ele alır ve kitabına eleştirilerde bulunur romanın kahramanı Andre. Ve sarsıntının öneminden bahseder. Bir gazetedeki haberi kendisi için uygun bir son olarak görür. Bu haber bir uçağın kayboluş haberidir. “Güzellik ya çırpınmalı olacak ya da hiç olmayacaktır” cümlesiyle son bulur roman.

 

Andre Breton, Andre ile kendi dünyasını biraz olsun yansıtmayı başarıyor. Nadja’nın hayali olabileceği, iç ses olabileceği sadece bir ihtimal elbette. Belki de romandaki Andre’nin hayatına girmiş ve kendi gerçeğini arayan bir kadın olarak Andre’yi de arayışa iten, arafta biridir, kim bilir? Gerçeküstücülere göre bilinçaltını sarhoşluk, akli rahatsızlık, ateşli hastalık, madde kullanımı gibi durumlar açığa çıkarabildiğinden Nadja’nın tımarhaneye yatırılması da şaşırtıcı bir son olmaz. Sanatın her alanında iz bırakmayı başarmış gerçeküstücülüğün varoluşsal sorgulamalara değin uzandığı Nadja’da Andre’nin dünyasına dair aktarılanlardaki karmaşa zihnimizdeki gerçek işleyişin ta kendisidir. İç dünyasına kulak veren bir adamın, gelgitler içindeki ruhunu, bilincinin derinliklerinde yatan gerçekleri arayışındaki bocalamaları, esrik hallerini ele alan Breton, gerçeküstücülüğün insanı mantıkla açıklanamayacak karmaşık bir varlık olduğu gerçeğini ortaya koymuştur.