Kendini sanat ırmağına bırakmış olanlar, akışlarında önlerine çıkan engelin çoğunlukla üstüne gidip bunu yeteneği dahilinde aşarlar.
Kimisi de, o engelin bazen etrafından dolanıp yola devam etmek için bahşedilen ikinci bir yeteneğini kullanmaya ihtiyaç duyar. Bir elinde fırça bir elinde kalemle kimi zaman harflerle, kimi zaman çizgilerle o çıkışı yine de bulur.
Yakasını sanata kaptıran böyle biri, meselesini anlatmak için, hayata karışmak isteyen düşüncelerini, sezgilerini, bir noktada eğer ideallere, kelimelere, satırlara dönüştüremiyorsa, bu sefer onu renge, biçime, çizgiye dönüştürüp kağıda aktarır.
Yazıya akıldaki süslenmiş kelimelerle ve nihai sonu tastamam kurulmuş bir hikayeyle girizgah edilmiyor ise, o fikrin sadece bir ışık gibi karanlıkta çaktığı unutulmamalıdır. Onun tastamam bir gerçeğe dönüşmesi, yazarın yaşadığı toplumun, dönemin ve kendi dünyasındaki inandıkları ile kurguladığı o ideal hale uzun bir uğraş ve çaba sonucunda ulaşılır.
Bu yoldaki duraklamalarda yazar hikayesine başka bir yerden bakmak ister. Mesela yazacağı hikayenin rengini görmek ister. Bu yolda takıldığı taşın üzerine basıp geçemeyen, kurgusunu bu eşikten atlatamayan zihinlerin böyle anlarda yardımına yazının büyük babası resmin yetiştiği tarihte defa kez görülmüştür.
Dünyaya onlarca roman bırakan ama adı hafızalara daha çok Notre Dame’ın Kamburu, ve Sefiller romanlarıyla kazınan Victor Hugo, tartışmasız yazarlığının yanında aynı zamanda ardından dört bine yakın suluboya, karakalem, mürekkep çalışması bırakmış bir ressamdır.
Hatta döneminin önemli ressamlarından arkadaşı Delacroix nın ‘ O, bu kadar iyi bir romancı olmasaydı, belki de resim sanatına damgasını vuracaktı ‘ dediği bilinir.
Hugo bu yeteneğini kendi dünyası içinde gizli bir sırdaş gibi tutmuş yoluna kelimelerle devam etmiş bir sanatçıdır.
Fransız Romantizminin en büyük temsilcisi olan Hugo aynı zamanda, çağının getirdiği her türlü toplumsal sorunda en önde çırpınan aydınlarından olmuştur.
Henüz sadece zihninin ardında biriktirdiği gözlem ve fikirlerden ibaret olanı, romana dökmeden yıllar önce, dönemin kötü şöhretli hapishanesi Bagne of Toulon’u ziyaret eder Victor Hugo. Henüz takvimler 1839’ u göstermektedir. Ancak 1845’ ler de yazmaya başlayacağı Sefiller’i bitirmeye de 17 sene vardır. Ama yolculuk başlamıştır.
Yazarın yaptığı çizimlerde, resimlerde görürüz ki çoğunlukla romanlarının sahnelerinin geçtiği, karakterlerinin köprülerinde yürüdüğü, Fransa’nın puslu manzaraları konusu olmuştur.
Kafada planlanmış bir deseni yapmaya başlarken, kara kalemin kağıdın tok yüzüne değdiği anda, bir bakıma yapandan bağımsız bir ortaklığa yazıldığını anlamıştır çünkü. O yüzden mürekkep lekesinin, kalemin ve samanın ve en sonunda ortaya çıkacak olanın arzusuna bırakır birazda kendini. Kim bilir bu iznin yol bulmaya çalışan hikayesinin başka bir boyutta kağıda yansıması olduğunu anlamıştır belki de?
Bazen resim yaparken küçük bir ayrıntı gibi görünen, denizde kırılan bir dalgayı kağıda geçirmiştir. Tıpkı adaletsizliğin herkese karşı kol gezdiği dönemin Fransa’sında, kırıp geçirilen toplumun halini Jean Valjean’ın hayat detayı üzerinden anlattığı gibi.
Bu noktada fark ediyoruz ki, tüm amacının, resimlerinde de, yazılarında da gerçeği yakalamak, tüm karanlığa, değişkenliğe rağmen, hem o gerçeği olduğu gibi, hem de onun ardındaki, aslında olması gereken ideali, hikayeye, resme aktarmak olduğunu hissedebiliyoruz.
Böylesi çoklu yetenek ile donatılmış ruhların eserleri, yaratma süreçlerinde, sonsuz gözlem ve mutlak iyiliğe inanç, sanat pergellerinin daireyi belirleyen ayağı olmuştur. Esasen sabit noktayı tüm insanlığın kalbine saplamayı başardıkları için de, eserleri üzerinden kaç yüzyıl, kaç dönem geçerse geçsin asla unutulmuyor. Çünkü bu zamansız doğrular, bu eserlerle, bizi o iyi kötü savaşının tam da kalbinde gibi hissettirdiği için içimize hala nüfus ediyor.
‘ Romantizm’ diye yaftalanan o sonsuz iyi kötü çatışmasının, çağımızda hala devam ettiği gerçeğini yadsımaz isek, tıpkı Sefillerdeki adaletsizliğin ve zulmün ardından önlenemez değişim rüzgarının gelişi gibi, dalga resminde de önce siyah mürekkebin, sonrada ardındaki beyaz guaj köpüklerin aslında aynı şeyi anlattığını nihayet görebiliriz.