Günün birinde önce insanları, sonra da aynaları terk edip daha güzel sıfatlara sahip olabilmek için koşarak gittiğimiz “Yalnızlar Şehri”; yeni evimiz değil, belki de yepyeni bir yolculuğumuzun başlama sebebidir.
Suzu, kırsal bir kasabada babasıyla birlikte yaşayan lise öğrencisidir. Sıradan bir hayatı varken bir anda sanal dünyada milyonların gözdesi olur. Böylelikle gerçek dünyada değiştiremediği hayatını sanal dünyada yeniden yazmaya başlar. Film, seyircileri sanal dünya olan ‘U’ dünyası ile karşılar. Telefonlarımıza indirerek gireceğimiz uygulamaya bizleri birinin davet etmesi gerekmektedir. Bu durum bizlere geçen sene popüler olan ‘Clubhouse’ uygulamasını hatırlatır. ‘U’ dünyası aslında bu uygulamaların bir karışımıdır. Sanal evreni geleceğin ‘metaverse’lerini andırırken; içeriği, günümüze hâkim olan diğer popüler uygulamalara benzemektedir. ‘U’ dünyasına kabul edildiğiniz an telefonunuz bedeninizle bütünleşir ve gerçek kimliğimizden aldıkları verileri işleyerek sanal evrende bizlerin birer kopyasını yaratır. Bu kopyalara ise ‘U’ dünyasında ‘As’ denir.
Suzu, bebekliğini ve çocukluğunu ailesiyle birlikte güven içerisinde geçirmiştir. Şarkı söylemeyi, müzik aletleri çalmayı çok sever. Fakat annesinin ölümünden sonra müzikle olan ilişkisini bir kenara bırakır ve içine kapanık, babasıyla dahi iletişimi olmayan bir kişiye evrilir. O artık sürekli ağlayan bir kızdır. En büyük yeteneği olan sesini bile umursamaz. İşte Suzu’nun unuttuğu bu yeteneğini, ‘U’ dünyası ona yeniden hatırlatır ve Suzu’yu beş milyar kullanıcısı olan evrende popüler bir şarkıcı haline getirir. Ancak bu popülaritenin arkasında başka bir şey vardır. Suzu ve onun gibi orada olan bütün kullanıcıları etkileyen bir şey: “Bilinmezlik.”
İnsanlar sanal dünyada ne kadar kendilerinden uzaklaşırlarsa, o kadar başka birine dönüşürler. Gerçek hayatında ilgi görmeyen biri, sanal dünyada spot ışıklarının altında olabilir ya da gerçek dünyada durmadan sorunlarla karşılaşabilen biri, sanal dünyada kendisini dünyanın en rahat insanıymış gibi gösterebilir. Filmin alt metninde, günümüz dünyasında herkesin hayatını ele geçiren bu yalan yatar. Hiç derdimiz tasamız yokmuş gibi kendimizi sosyal medyada ‘mükemmel’ göstermeye çalışır, gerçek hayatımızı değiştirmek yerine sanal dünyalarımızı yazarız ve asıl kimliğimizi ortaya çıkarmamak için sürekli saklanırız. Çünkü sanal dünyadaki kimse gerçek hayattaki ‘ben’ ile tanışmak istemez. Suzu da tam olarak bunu yapar ve sanal dünyada kendisine ‘Belle’ der, güzel sesiyle herkesi etkiler.
Filmin ikinci kısmı ise,sanal dünyada ortaya çıkan bir “Canavar” ile karşılar bizleri. Belle’in beş milyar kullanıcıya özel olarak vereceği konseri bozan canavar, sanal dünyada bir kaosa yol açar. Böylelikle karşımıza sanal dünyada adaleti sağlamaya çalışan“Sanal dünya fedaileri” de çıkmış olur. Fakat bu adalet kime göredir? Çünkü sanal dünyaya adımımızı attığımız anda aslında gerçek dünyadaki güvenlik güçlerini arkamızda bıraktığımızı düşünürüz. Oysaki toplum olduğu sürece muhakkak düzen de olmalıdır. Düzeni sağlamak da bu fedailerin görevidir. Ancak canavar çok saldırgandır ve sanal dünyada kaos yaratmakta üstüne yoktur. Dolayısıyla sanal dünya kahramanları canavarın peşine düşmekte gecikmez. Canavar ise saldırganlığını kullanarak kaçar. Çünkü ‘U’ dünyasındaki en kötü şey kimliğin ifşa edilmesidir, kimse kimliğini sanal dünyada göstermek istemez. Belle ise bütün bu olayların ortasında kalır. Ve bu, Belle’in dönüm noktası olur. Film ise bir sanal dünya masalı olmaya doğru yol alır. Artık elimizde bir güzel bir de çirkin vardır. Herkesin hayran olduğu Belle, birden canavara ilgi duyar ve onun ‘aslında’ kim olduğunu merak eder. Ve bu merak onu canavarın kalesini doğru sürükler.
Canavarın kalesini ilk gördüğümüzde aklımıza Miyazaki’nin‘Yürüyen Şato’ filmi gelir. Belle, kalenin eşiğinden geçtikten sonra kendi masalına başlar ve ona bu yolculukta yapay zekalar eşlik eder. Bu yapay zekalar sanal dünyanın içerisindeki daha da sanal olan yaratıklardır. Sanal dünya sanki gerçekmiş de yapay zekalar sanalmış gibi bir algı yaratılır. Aynı günümüzde sosyal medyanın bizlere yaşattığı gerçeklik hissi gibi. Artık sanal ve gerçeklik arasındaki o bağ iyice incelmiştir.
Belle, aynı Disney masalında olduğu gibi canavarın evine girer ve aralarında tuhaf bir güven bağı oluşur. Sanal dünyada olmalarına rağmen duyguları gerçektir. Yapay zekalar Belle’den canavarı iyileştirmesini ister. Çünkü canavarın hayatında eksik bir şey vardır: “Sevgi.”
Belle, kaleden çıktıktan sonra sanal dünya fedailerinin başı olan Justin tarafından yakalanır. Bu durum aslında herkesi şoke eder. Çünkü izlenilmediğini sandığın bir dünyada seni izleyen birilerinin olması korkutucudur. Aslında o dünya da yavaşça gözetim toplumuna dönüştürülmeye başlamıştır. Yani “Panoptikon olgusu” kendini en sert biçimde hissettirir. Aynı günümüzde olduğu gibi. Kullanıcı olarak bizler her ne kadar izlenmediğimizi zannetsek de mahremiyet alanımız her geçen gün azalmaktadır. Belle de böyle bir durum içerisine girer, onun da mahremiyeti ihlal edilir. Peki bu durumda ne yapmalıdır?
‘U’ dünyasında son kez seyirci karşısına çıkan Belle, canavarı korumak için kendi kimliğini ifşa eder ve Belle’in kim olduğunu öğrenen eski popüler şarkıcı şaşkınlığını şöyle ifade eder: “O da aynı benim gibi sıradan biriymiş.” Sıradanlığın zayıflık sanıldığı günümüz dünyası için bu yorum aslında bütün bir filmin özeti olur.
Bizi Ayakta Tutan Şeyin Adıdır “Sevgi”
Özetle şunları söyleyebilirim ki, film gerek müzikleri gerek göz alıcı tasarımıyla bizi masalsı bir yolculuğa çıkarır. Bu yolculukta ise günümüz dünyasının sorunlarını gözümüze batırmadan güzel bir şekilde işler. Asıl önemli olanın yaşadığımız bu hayat olduğunu ve bu hayatı “kendimiz” olarak yaşamamız gerektiğini vurgular. Bunu anlatırken de tabii ki en güzel duygu olan sevgiyi seçer. Sevgisiz büyüyen çocukların acısını paylaşan bu film, hem günümüz olaylarına değinmesi hem de verdiği mesaj doğrultusunda izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor. İyi seyirler.