https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“Bir kitap okudum ve tüm hayatım değişti.” diyenleriniz mutlaka vardır. Ama “Bir kitap okudum, felç oldum, kolumu, bacağımı kırdım ya da bir kitap okurken öldüm.” diyeniniz var mı? Kâğıt Ev, kitapseverlerin başına gelen bu korkunç vakaları anlatarak giriyor olaya. Bu olayları okurken, bazen ağzınız kulaklarınıza değiyor. “Öfke nöbetine tutulup Karamazov Kardeşler’in sayfalarını mideye indirdikten sonra hazımsızlıktan ölen bir Şili Terrieri’i de biliyorum ayrıca.” Zavallı köpek keşke hazmı daha kolay bir kitap seçseymiş. Kâğıt Ev’i okuduktan sonra hayatım değişmedi ama kitaplara bakış açım değişti.

Kitabın yazarı Dominguez, başta eleştiri olmak üzere birçok yazınsal türde eser vermiş. Kâğıt Ev, Dominguez’in Türkçe’ye çevrilmiş ilk ve tek eseri. Yirmiden fazla dile çevrilmiş ve yayınlandığı her ülkede büyük ilgi görmüş farklı bir eser. Zira bu kitabın antagonisti diğer tüm kitaplar.

Bu kitabı okumadan önce karşıma çıkan, “Kütüphane düzenleme atölyesi” ilanına şimdi o kadar da şaşırmıyorum. Bayağı ciddi bir işmiş kütüphane düzenleme konusu. Kusursuz bir düzenleme yapmak istiyorsanız en iyisi konuyla ilgili bir fakülteye kayıt yaptırın. “Kitapların konumlarını dinamik kriterlere göre değiştirme olanağı sağlayan bir onluk sayı sistemi üzerinde çalıştığını açıkladı…” Buna bakılırsa matematik de bilmelisiniz. Peki, birbiriyle kavgalı yazarları biliyor musunuz? Lorca ve Borges’i aynı rafa koyamazsınız ya da Llosa ile Marquez’i.  Hadi diyelim ki bilmeden ya da bildiğiniz halde bunu göze alarak yaptınız; sabah kalkıp bir bakacaksınız ki kütüphanede kan gövdeyi götürüyor. Bizdeki kavgalı yazarlara da bakmadan edemedim; Nazım Hikmet ve Peyami Safa’yı aynı rafa koymayın lütfen!

Bu kitaptaki her karakter, anlatıcımız da dâhil, ileri derecede kitapsever. Kitapsever demek hafif kalır aslında; affınıza sığınarak kitap manyağı diyeceğim. Bir arkadaşım aynı kitaptan iki tane alırdı. Nedenini de şöyle açıklamıştı, “Birini okuyorum, diğerini de kütüphaneme koyuyorum.” Kütüphanesindeki kitaplar el değmemiş, gıcır gıcır olmalıymış. Ne diyelim her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır. Kimimiz okurken kitabın canını çıkarırız, kimimiz yıpranmasın diye sayfayı kırk beş dereceden fazla açmayız. Bu kitapta anlatıcıyla birlikte peşine düştüğümüz ama kendisiyle karşılaşma şansı yakalayamadığımız Brauer ise okuduğu kitapların kenarlarına bir şeyler karalayıp, renkli kalemlerle satırların altını çiziyormuş. Bu konuda kendine yapılan eleştirilere de “Elime geçen her kitapla sevişiyorum ve onlarda bir iz bırakamazsam orgazm da olamıyorum.” diye cevap veriyormuş. Don Quijote’in muazzam bir baskısını karşısına alıp akşam yemeği yerken fotoğraf da çektirmiş Brauer. “Ne var canım bunda?” mı dediniz? Fotoğrafa yakından bakın o zaman; o muazzam kitabın yanına garip bir şekilde yerleştirilmiş şarap kadehini gördünüz mü? Bununla kalsa iyi; Brauer’in yatağının üstüne yaydığı kitapları tesadüfen gören bir arkadaşı şaşkına dönmüş, “…öyle bir biçimde yerleştirilmişlerdi ki açı verilmiş, hacimli bir insan bedeni şekli oluşturuyorlardı.” Brauer’i anlatan arkadaşının onun hakkındaki yorumu, “… bence onun kitaplara duyduğu yakınlık fazla ileri gitmiş ve artık kontrolden çıkmıştı.” Doğru söze ne denir?

Kitapta ilgimi çeken ve beni düşündüren bir meseleyi de söylemeden edemeyeceğim; kitaplardaki patikalar. “Cümle diziminde belli bir ritmi olmayan bir yazar bunu başaramaz.” Nedir bu ritim, patika? Kelimeler arasındaki boşlukların bir düzende olması; kelimeler arasında uzayan yatay ya da dikey yollar. Ey büyük yazarlar, artık kitaplarınızı okurken bu yolları arayıp duracağım.

“Çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur.” Tabi kitap cellâdı değilseniz. Zira kitaplar son derece dayanıklıdırlar, yüzlerce yılı devirmiş kitaplar var. Okuduktan sonra bir daha elimizi sürmeyeceğimizi de bilsek o kitabı atmayı ya da birine hediye etmeyi düşünmeyiz. Brauer’in kitapları kütüphanesinden taşmış ve zamanla tüm evini işgal etmiş. Banyosu bile kitap doluymuş; onlara zarar vermemek için yaz kış soğuk suyla duş alırmış.

Kitapların asıl işlevlerinden farklı amaçlarla kullanıldığına da tanık olmuşsunuzdur; “…Masa bacağı yahut üst üste dizilip üstlerine bir örtü serilerek komodin işlevi gördüklerine…” Hacmi ve kütlesi büyük kitaplar, “… Daha çok ütü ve düzleştirici olarak kullanılmıştır…” Bunun yanında, “…İçlerinde mektuplar, banknotlar ve sırlar saklayan raflara gizlenmiş kitaplar…” Kâğıt Ev, kitapları bu zamana kadar kullanıldığından farklı bir amaçla kullanan bir adamın peşinden sürüklüyor bizi. “İnsanlar kitapların kaderini de değiştirir.”

Kitap temiz ve duru bir anlatıma sahip; bir oturuşta kolayca okunuyor. Ama kitapta adı gecen yazarların, kitapların ya da dip notların peşine düşerseniz işin içinden çıkamayabilirsiniz.

Kâğıt Ev’in sayfalarında sizi bir de sürpriz bekliyor; Peter Sis’in muhteşem illüstrasyonları.  Doğrusu görülmeğe değer.