https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“İstersen kütüphaneleri kapat, ama benim zihnimin özgürlüğünün üstüne kapatabileceğin ne bir kapı ne bir kilit ne de bir sürgü var.”

 

İngiliz feminist ve modernist yazar Virginia Woolf, Viktorya döneminin (19.yüzyılda Britanya’da 64 yıl iktidarda kalan Kraliçe Viktorya dönemi) tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen’ın kızı olarak 25 Ocak 1882’de İngiltere’nin Londra kentinde gözlerini dünyaya açtı.Woolf’un dünyaya geldiği bu dönemde kadınlar ikinci planda tutulduğundan kendisi okula gönderilmemiş fakat babası ona geniş bir ufuk açacak olan kütüphanesini sunmuştur. Babasının kitaplarıyla eğitim alan Virginia, daha o günlerde yazar olmaya karar vermiştir.

On üç yaşında annesini kaybeden küçük Virginia, bundan ciddi ölçüde etkilenmiş ve ağır bir depresyon sürecine girmiştir.Bu dönemde çeşitli sesler duymaya başlayan yazar, ölümü ve kaybedişi, hafızasında çok derin bir noktaya gömmüştür. Nitekimilerleyen yaşamında onu çıkmazlara sokan hatta ölümüyle sonuçlanan intiharının temelinde belki de annesinden sonra kız kardeşini de kaybetmesi yatıyordur. Her şeye rağmen yazma tutkusunu kaybetmeyen Woolf, 1895’te bir gazetede ilk kez hikâyelerini yayımlatır. Profesyonel olarak yazmaya ise 1905’te başlar.

“Kadınları korumaktan vazgeçmeniz lazım, onları farkı işler ve farklı uğraşlarla baş başa bırakın, izin verin ki asker olsunlar, denizci olsunlar, otomobil sürsünler, liman işçisi olsunlar…”

“Kendine Ait Bir Oda”, feminist harekette Woolf’un güçlü ve sarsılmaz sesi olarak kabul edilir. Woolf, bir yazar olarak Cambridge Üniversitesi’ne ve Oxford Üniversitesi’ne “Kadın ve Kurmaca Edebiyat” hakkında konuşmacı olarak çağrılmış ve bu konuşmalardan hareketle Kendine Ait Bir Oda’yı kaleme almıştır. Eserde, kendisinden önceki ve kendi yaşadığı tarihsel süreçte kadının bırakın edebiyatta var olmasını, ifade özgürlüğünün bile bulunmamasını şiddetli itirazlarla dile getiren Woolf, kadınlar için çıkış yolu aramakla birlikte onları (özellikle kendi çağından önce yaşamış kadınları) eleştirmiştir de: “Benim gözümde sizler utanç verici derecede cahilsiniz. Önemli olarak kabul görecek hiçbir keşifte bulunmadınız.”

Woolf kadınlara “güçlü olun!” diye kızıyordu ama bir yandan da bunun pek mümkün olmayacağını içten içe biliyordu. Öncelikle kadın para kazanmalıydı ve kadının kendine ait bir odası olmalıydı. Eğer kadınlar edebiyatta var olmak isteyeceklerse, gizlice bir masanın altında veya erkeklerin gölgesinde yazmamalıydı. Kadının tek başına ayakta kalması maddi gücüne bağlıydı fakat o dönemde kadın para kazansa bile bunu istediği gibi harcayamıyordu. Çünkü önyargılar ve toplum baskısı görünen çok daha büyüktü. Kadın boyundan büyük işlere kalkışamaz; çocuk bakmak, yemek pişirmek, çorap dikmek ve erkeğin gücünü yansıtan bir ayna görevi görmekten öteye geçemezdi.

Altı bölümden oluşan kitabın ilk kısmında “Kadın ve Kurmaca Edebiyat” hakkında kendisinden istenen araştırmayı yapmak için gittiği üniversitede “kadın olduğu için” kütüphaneye alınmadığını ve yine “kadın olduğu için” çimlerde yürüyemediğini anlatmış, bunları anlatırken aslında kadın-erkek ayrımını somutlaştırmıştır.

“Kadınları Erkekler Anlatıyor”

Kitabın ilerleyen bölümlerinde British Museum’a araştırma için girebildiğini ancak kadın ve edebiyat hakkında eserleri incelediğinde, yazılanların çoğunluğunun erkek sesinden, kaleminden çıktığını fark ederek buna kendince tepki göstermiştir. Ona göre erkeklerin bakış açısında kadınlar özellikle fiziksel olarak tarif edilmiş ve kadınların duygu dünyaları kısıtlı ölçüde betimlenmiştir. Fakat en nihayetinde Woolf’un bu okuduklarından çıkardığı sonuç, erkeklerin kadınları bazen bilinçli bazense tamamen bilinçaltlarını bir eseri olarak yargılaması olmuştur. Bunda şaşırılacak bir şey de bulmamıştır Woolf ve şu soruyu sormuştur: “Ataerkil bir dünyada yüzyıllarca itelenen, görmezden gelinen “kadın”, erkekler tarafından ne kadar tarafsız anlatılabilirdi ki?”

Edebiyat dünyasında kaleme kâğıda sarılan kadınlar yok değildi aslında. Cesaret bulup yazan kadınlar eserlerini erkek isimleri kullanarak yayımlamaktaydı. Yani eril gücün eli, kolu, sesi, benliği ortalıkta rahatça gezinirken kadın sindirilmişti. Acı olan şuydu ki, kadınlar artık bunu “otokontrol” haline getirmiş ve uyarısız, tartışmasız içine kapanmıştı.

Kadınlar Arasından Bir Shakespeare Çıkar mı?

Virginia Woolf, büyük tiyatro yazarı “Shakespeare gibi bir kadın yazar da üne kavuşabilir mi?” sorusuna eser boyunca değinmiştir. Ortaya attığı bu sorunun hafızamızda daha net canlanabilmesi için Shakespeare’a Judith adında hayali bir kız kardeş yaratmış ve sorularına bu yöntemle cevaplar aramıştır. Ağabeyi gibi yetenekli bir kalem olan Judith yazmaya koyulduğunda önüne çıkan ilk engel eğitim almamış olduğu gerçeğidir. Woolf ilk hayal kırıklığını burada dile getirmiştir. “Kız kardeş” istese de yazma serüvenini yaşayamamış, etrafındaki insanlar tarafından aşağılanmış ve ötekileştirilmiştir.

O dönemde kadına atfedilen vazifelerin dışına çıkmaya çalışan Judith, eğitimsizlik başta olmak üzere çeşitli sosyo-ekonomik sebeplerden ötürü bir Shakespeare olamamıştır. Judith’in içinde yanan yazma tutkusu erkeklerin gücü karşısında ezilmiştir. Kadınların yazma yetisinin olamayacağı savı, Judith’in yaşadığı acılarla da birleşince intiharını getirmiştir. Woolf’un aklından ve yüreğinden dökülen “Kendine Ait Bir Oda”, zaten Woolf’un kendisi değil midir? O da tıpkı Shakespeare’in kız kardeşi gibi kendini yetersiz ve yeteneksiz hissedip, bir de üzerine savaş korkusuyla “Perde Arası” isimli romanını yazarken bunalıma girip intihar etmemiş midir?

Eserde verilen mesajların ortak noktası kadınların toplum dayatmasına, ikinci cins olarak görülmesine, hayatın her alanında görmezden gelinmesine dayanıyor. Woolf’un bu eseri kadın mücadelesi açısından bir meşale niteliğindedir. Ve Woolf tuttuğu bu meşaleyi Ouse Nehri’ne süzülürken (bu nehirde intihar eder) kendisiyle birlikte götürmemiş, biz “kız kardeşlerine” emanet etmiştir. Ateşin hiç söndürülmemesi için kendimize ait bir odamız olsun.