https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Dostoyevski, “Budala” adlı eserinde diyor ki: “İnsanoğlunu sonsuz bir uçurum üstüne ayağını koyacak kadar orada yaşamaya mahkûm edin; yağmur altında, karda kışta, acı içinde, açlıkta yoklukta yaşar da ölmeye razı olmaz, yaşamını sürdürmekte direnir.”

“Belki bu bir simge. Ama biliyoruz ki, insanoğlu açlıklar, yokluklar, sömürüler, sefaletler, aşağılanmalar arasında yaşamaya devam ediyor. Şimdi, nedir bu dünyaya bağlılığımız? Nedir bu? Varmak istediğim gerçek, insanın içindeki bu sevinç nedir? İnsanoğlu ölüme, yoksulluğa karşı, açlığa, doyumsuzluğa karşı, mitleriyle, düşleriyle, umutlarıyla, sevgileriyle yeni bir dünya kurup o dünyaya sığınır.”

Boğaziçi Üniversitesi’nde fahri doktora aldığı gün yaptığı konuşmasında söylemişti bunları, usta romancı Zülfü Livaneli’nin masalsı söylemiyle “gözüyle kartal avlayan yazar” Geçenlerde bir kitabını okurken o anı hayalimde canlandırdım ve onu güçlü kılan şey neydi diye düşündüm bir süre. Cevap aslında apaçık karşımda duruyordu: Yaşar Kemal gerçekle nasıl yaşanması gerektiğini çok iyi biliyor, sadece gerçeği konu ediyor ve olanı eğip bükmeden, olduğu şekliyle yazıyordu.

Benim bahsedeceğim kitabı, onun konferansını dinlerken aklıma gelen ve anlatım tarzı olarak da beni en çok etkileyeni. Bir kitap rüştünü okunduktan aylar hatta yıllar sonra ispatlar bana göre. Bunca zaman sonra bile kitapla göz göze geldiğinizde bir şeyler söylemeyi sürdürüyorsa, o kitap size bir şey katmıştır demektir. Hepimiz yaşamışızdır bunu. Kitaplığımızdan bir kitaba takılı verir gözlerimiz aniden ve aklımıza o kitaptan birkaç satır düşüverir. Ruhumuzun en kuytu köşelerinde saklı kalmış duyguları davet eder zihnimize. Gülümseriz. Kahve kokusudur bazen sadece. Bazen tatlı bir meltem eser odamıza. Belki de yüreğimiz burkulur o anda. Ağlarız. Kelimelerin çok ötesindedir bu hisler.

Bu kitap, bende tam olarak böyle bir his uyandırır ne zaman onu kitaplığımın sol üst rafında görsem. Arada açar okurum. Karakterleri nefes alır benimle birlikte. Sokakta, iş yerinde ve arkadaş çevremde gördüğüm onlarca örneğiyle, çok özel bir yere sahiptir bende.

“Filler sultanı ile kırmızı sakallı topal karınca” adındaki bu roman masalsı bir diyarda geçiyor. Bir fabl örneği olduğundan kitapta bazı temsili karakterler bulunmakta. Meseleler onlar üzerinden aktarılmış ki; bu anlatım tarzı eski yunandan Aesop (sözel anlatı örneği) ve daha yakın tarihe bakacak olursak George Orwell’in “Hayvan Çiftliği’ni”(yazınsal örnek)  aklımıza getiriyor. Yaşar Kemal ise bizden birisi, bu coğrafyayı ve insanımızı çok iyi anlamış bir yazar. Dolayısıyla anlattıkları daha sıcak. Kitaba gelecek olursak, başkarakter olan filler sultanı doymak bilmez, bencil ve despot bir sultan. Karıncalar ise çoğunluğu oluşturan halkı temsil ediyor. Öyle küçük görünmelerine bakmayın. Bir araya gelince çok kuvvetliler lakin romanın ilk kısmında henüz güçlerinin farkında değiller.

Elbette ki her toplumda statükocu bir zihniyet vardır. Bunlar her zaman gücü elinde tutana hizmet etmeyi bir ibadet neşvesiyle yaparlar. Toplumun çektiği sıkıntılardansa, erk sahibinin gözüne girerek bulundukları konumu koruyabilmektir onlar için önemli olan. Bu romanında statükocu zihniyete hizmet etmeyi Ulukepez adındaki bir hüdhüd kuşuna yüklemiş yazar. Karıncalara yeryüzünün ve yeraltının hazinelerini taşıtan sultanın emirlerini hem uygulatıyor hem de karıncaların gözünü korkutuyor Ulukepez. Bir isyan çıkmaması için karınca toplumu ile ilgili bildiklerini sultana düzenli olarak rapor etmekten de geri kalmıyor tabii. Sultan ise roman boyunca endişeli bir karakter olarak resmedilmiş. Rutin işleyişi aksatacak ufacık bir hareket dahi, onu onca gücüne rağmen korkutabiliyor. Onun komik sayılabilecek bu endişesini, despot ve aceleci emirleri peş peşe vermesine bağladım ben kitabı okurken.

Kitabın başından neredeyse sonuna kadar devam eden bir döngüden de bahsetmek gerekli ayrıca. Öyle ya toplumlar uyanmadan ne döngü kapanır ne de tarihi tekerrürler zinciri kopar. Bu döngüde ise doymak bilmez filler, sultana isteklerde bulunuyor. Bu istekler, kendisi de fil olan sultanın işine geliyor ki, her defasında karıncaları korkunç zahmetlere sokacak kararlar almakta tereddüt etmiyor. Öyle ki, “dünya üzerinde yaşayan her bir file zümrütten zebercetten birer saray yapılacaktır” dediğinde bile bazı karıncalar makûs kaderlerine boyun eğiyorlar ve emre itaatsizliğin getireceği sonsuz azaptan kurtulmak için hiçbir şey yapamamanın getirdiği sarhoş edici uyuşukluk haline sığınıyorlar. Bu aymaz halleriyle, bir şekerin etrafında toplanan hem cinsleri diğer karıncalara çok benzediklerini söylemek mümkün. Karıncaları tuzağa çeken şekerler değişiyor sadece. Hepsi bu.

Bu arada sultan, karıncaların vaziyetinin nice olduğu hakkında her gün düzenli olarak haber alıyor hüdhüdden. Hatta bazen sultana dalkavukluk etmek isteyen karıncalar da yarış ediyor ona bilgi taşımak için. Filler sultanı, bu karıncalara öz benliklerini unutturmak için sizler de birer filsiniz dediğinde ise iş iyice çığırından çıkıyor. Bunu duyan karıncalar, fillerin düzenli olarak yaptıkları ağaç kovuklarına sürterek kaşınma eyleminin doğal birer ortağı oluveriyorlar. Bu beklenmeyen yeni duruma derhal önlem almak icap ediyor ve önceden fil olmayanlara bu eylem yasaklanıyor. Nedeni basit ve oldukça manidar elbette: “Fillere has, hedonizm soslu fantastik hazlar, fillere has olarak kalmalıdır.”

Karıncaların içinde bir grup karınca var ki diğer karıncalardan farklı düşünüyor. Özgürlük adalet, eşitlik gibi kavramlardan söz eden bu grup, kırmızı sakalları sayesinde diğerlerinden kolayca ayırt edilebiliyor. İçlerinde bir tane de topal karınca var ki cevval mi cevval. İşi gücü karınca toplumunu yaklaşan tehlikeye karşı uyarmak, diğer bakış açısıyla ise onları sultana karşı “kışkırtmak”. Derken zaman geçiyor, toplumdaki homurtular artmaya başlıyor. Sultanı eleştiren karıncanın kellesinin üzerinde Demokles’in kılıcı dönmeye başlıyor. Karıncalar arasında sultana koşulsuz itaat edenler olanı biteni az da olsa sorgulamaya başlayınca, hüdhüdden haberleri çoktan almış olan filler sultanı, kollarını sıvayıp uykularından uyanan güruhun kellelerini almaya koyuluyor.

Sarıca karıncalar adındaki bir diğer grup, şartların da zorlamasıyla(sultan tarafından sopalanmak çoğu zaman yeterince ikna edici olur)kırmızı sakallılara katılmaya meylediyor. Bunu işitip sinirden köpüren filler sultanı, açlık içinde kıvranan karıncaların liderini çağırtıyor. Ona, karıncaların açlığını buğday ile çözeceğini vadediyor. Fakat bir şartı var. Sultanın oldubittiye getirmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda, “normal karıncaların”, öldürdükleri her bir kırmızı sakallı karınca karşılığında sultandan yiyecek almaları kararlaştırılıyor. Hikâyenin zamana meydan okuyan tarafı tam da burası belki de. Aç bırakılan bir halk ve vaat edilen bir lokma karşılığı feda edilen bir gelecek.

Bu arada bilge, kırmızı sakallı topal karıncanın kellesini getirene bir ambar dolusu çiçek özü, balözü ve çekirdek özü vereceğini vadediyor sultan. Başlarda hemcinslerini öldürmeyi onurlarına yediremeyen karınca halkı, kısa bir süre sonra sultanın çeşitli hileleriyle teklifi kabul ediyor. Plan çok açık aslında. “Açlığa mahkûm et ve az bir yiyecek karşılığında onlara istediğini yaptır. Onları uyandırma ihtimali olanları ise yok et.” Tam bir distopya örneği yaşananlar. Öfke iklimi her bir yanı sarıyor bu hayali memleketin ve derhal kırmızı sakallı karınca avı başlıyor.

Bu esnada kırmızı sakallı karıncalara benzeme ihtimali bulunduğu düşünülen sarıca karıncalar dahi işkenceye uğruyor, öldürülüyor ve neredeyse soyları büsbütün tükeniyor. Zulüm ve keyfi yönetim dağları aştığı bir sırada karıncaların bilge lideri kırmızı sakallı topal karınca çıkageliyor. Aklı başında kalabilmiş karıncaları örgütleyerek hepsini bir araya getiren bu bilge karınca, sultana artık karıncaların bağımsız olmak istediklerini bir manifesto ile ilan ediyor. Bu durum karşısında sultan ve azgın filler, yıllardır süregelen rahatlarının bozulma tehdidine karşı öfkeden deliye dönerek karınca ülkesine saldırıyorlar. Fakat onları hesaba katmadıkları, büyük bir sürpriz bekliyor.

Kırmızı sakallı topal karıncanın önderliğiyle örgütlenen karıncaların yerin altına kazdıkları çukurlara düşüyor her bir fil. Sarayın altını kazmayı da unutmuyor tabii karıncalar. Sonuç mutlak bir galibiyet oluyor karıncalar için. Masal tadı veren bu didaktik stilde yazılmış romanda, akıl ve bilginin kötülüğü ve zulmü, her koşulda yenebileceğini ispat ediyor.

Yaşar Kemal kıssadan hisse notuyla şunları yazmış: “yeryüzünün bütün karıncaları birleşince.” Toplumlar bilimin ve aklın sesine bir kez olsun kulak verdiklerinde dahi despot düzenlerin ayakta kalamayacağına, onların sadece bizim cehaletimizle kaim olabileceklerine dair ne muhteşem bir masal, ne muhteşem bir son.

 

 

*İncelemeye kaynak alınan kitap:

“Filler sultanı ile kırmızı sakallı topal karınca” (Yaşar Kemal)

Yapı Kredi Yayınları 33.baskı (Nisan 2019)