İnkâr çok kıymetli bir savunma biçimi. Kendi bütünlüğünü. O bütünlük ne kadar yarım yamalak kırık dökük olsa da. İnsan hayatta kalabilmek için bir şeylere, iyi bildiği şeylere tutunmak zorunda. Kendi gerçekliği içinde tutarlı kalmalı tutunarak. Bir kez dağılırsa, hakikat parçalanırsa… Tutunmadan yaşayamayan varlıklarız biz. Yer çekimi yokmuş gibi mutlaka bir şeylere tutunmak zorundayız. İnkâr aile geleneğimiz. Tutunduğumuz elimizden gidince inkâr ediyoruz hakikati. Ne kadar inkâr etmek istesek de hakikat çok keskin, tartışılmaz ve yok sayılamaz olabiliyor. Çok acımasız. Ben böyle acımasızlık görmedim. O yüzden inkâr ettim. Bir kalbim olduğunu.
Doğduktan sonra bağımsız bir beden, özgür bir ruh ve aklına estiğini yapan bir kalp ile yaşadığımızı sanırken; tüm kimliğimizi kuşatan kabuktan ayrılmaktan bir türlü vazgeçemeyiz. Onu sadece kalkan olarak değil, aynı zamanda düşüncelerimizin sihirli ortağı yaptığımız için, ne zamanın ne de mekânın bir önemi kalır. Güvende hissetmek dedikleri, her koşulda konuşup anlattıklarına destek olacak birisinin yanında olmaktır bir bakıma. O birisi fiziki olarak yoksa bile, düşünsel olarak illa ki vardır ve zenginliğimizde saklıdır. Çünkü sahip olduklarımızı, gördüklerimizle sınırlayamayız. Bazen gözlerden yardım almadan konuşur dudaklar. Sese can veren şeyin yolu kalpten geçer ama kalbe uğramadan önce ruhumuzun gişesinden onaylatır pasaportunu. Yolculuklarımızın mesafesini de süresini de belirleyen kişiyi aramak yerine, valizi tutan elimizle tokalaşmalıyız. Aslında “Hoş geldin” ile “Hoş bulduk” arasında geçen bir saniyelik mücadelenin neticesiyiz biz, hepimiz, ayrı ayrı her birimiz.
Usta oyuncu ve yazar Zeynep Kaçar, üç kadının iç içe geçen hikâyelerini hem realist hem de sürrealist çerçevede, iki tezadın anlaşılması zor uyumu içerisinde eşsiz bir anlatımla sunuyor “Kabuk” isimli kitabında. Anneanne, anne ve evlat, zamandan bağımsız olarak birlikte büyüyüp birlikte yaşıyorlar sanki. Kalp atışlarının gürültüsü kadar konuşmaları da çarpıyor dört duvarın arasında. Ağızdan çıkan her cümlenin, odada yansımadan önce iç sesle kavga edişini biraz hayret biraz da hayranlıkla okuyorsunuz. Kısa bir süre sonra sesler kalıyor derinlerinizde, peşi sıra düşler beliriyor zihninizde. İki arada bir derede, gerçeklikle ait olunan zamanı sorguluyorsunuz. Sonrası kolay. Öykü ilerliyor ve kabuk hallediyor gerisini.
Bilindik feminist bir hikâye evreni kurgulamak yerine zor olanı başarmış Zeynep Kaçar. Anlatıyor, dinliyor, cevap veriyor ve sonra tekrar anlatıyor. Anne olmanın insana kazandırdığı ruhsal uzuvları, başarılı betimlemeleri ve zengin çekişmeleri ile doğal biçimde aktarabilmiş. Okurken biraz kadın, biraz anne, biraz da çocuk oluyorsunuz. Hepsinin ortasında duran insan tasviri ise esasında kadın olmaktan ötede. Her şey insan olmak ve acıyı solurken, onu benlikte tutmakla alakalı. Göğüs gerdiğiniz onca şey sizin parçanız ve aslında tam olarak sizi olduğunuz kişi yapan detaylar. Anımsanmak istenmeyen kötü hatıralar ile isyan edilen bugünün zorlukları, bizi sürükledikleri tercihlerle kabuğumuzdan ayırıyor. His olarak ağır basan acı, kabuğun benlikten sıyrılmasıyla alakalı birazda. Alışamayacağımızı sandığımız her şey fazlasıyla acı aslında.
Bazen acıdan beslenir insan bazense o acıyla yüzleşemeyecek kadar korkaktır. Ama yüreğindeki samimiyet, tek kişilik odalarda, ruhunu kilitli tuttuğu o kabuğun içerisinde hep korur kendisini. İş ki itiraf edebilsin. Yeter ki susma zamanlarında içinde hissettiği o büyük gürültüyü, nefesinden dışarı çıkartabilsin. Sonrası gözleri bağlı tutulan gerçekliğin, hayal etmeye başlamasıdır sadece. Hayal eder, görmeden anlatır kafasındakileri. Gözleri açılınca da anlattıkları hayal olmaktan çıkar. Yani cesaret etmek, özür ve pişmanlıkları geride bırakmak kadar değerlidir.
Bu hikâyede anne sevgisinin tarif edilemeyecek kadar biçimsiz olduğunu ispat etmekte üstüne yok Zeynep Kaçar’ın. Anneliğin hazırlık aşaması olmadan kadınların omzuna binmesi kadar, çocukların da dünyaya alışırken anne sevgisini ve fedakârlıklarını kendisine besin zinciri hale getirmesini, adeta ayna görevi üstlenerek gösteriyor bizlere. Hiçbir forma sığmayan, tamamen özgün bir anlatımla sevgiyi damla damla yaşatıyor Zeynep Kaçar. “Kabuk”, onun içinde kalmayı devam etmek kadar ondan dışarı çıkmayı da, ussal bir bileşke ile formülize ediyor. Kadın olmanın doğal bitki örtüsünü doyasıya seyretmek isteyen herkes gözlerini ardına kadar açmalı ve Zeynep Kaçar’ı okumalı. Feminizmin bilinen değerleriyle sınırlı kalmayan, insanlıkla beslenen, çok özgün bir kitap. Kesinlikle tavsiyemdir.
Sonsuz bir uykudayım şimdi. Bir daha uyanmayacağım. Bir geçmişim yok, bir geleceğim yok. Şu anda hep aynı anın içinde sonsuzluktayım. Kaygılarım yok, telaşlarım, o bir türlü mana veremediğim iç sıkıntılarım, çocukların derdi tasası, sepetin dibinde çürümüş patatesler yok, Mürsel yok, mavi elbisem, Saliha’nın şefkatli ilgisi yok, ben dediğim şey yok. İçi boş bir kabuk gibi yatıyorum yatakta, her şey geçmiş ve gelecek yandı, külleri savruldu. An dışında hiçbir şeyim.
Kaynak: Doğan Kitap, 3.baskı, 2021