Öncelikle “Gölgede Yaşamak” ile başlayıp size hoş geldiniz demek istiyorum. Bu dosya size Yunus Nadi Öykü Ödülünü de kazandırdığı için ayrıca önemli. Böyle büyük bir ödülün size yüklediği sorumluluktan bahseder misiniz biraz? Sonraki eserlerinizin üzerine baskı unsuru oluşturdu mu? Belki sırf bu yüzden kusursuzluk arayıp geciktirdiniz dosyalarınızı veya yayımlamaktan vazgeçtiğiniz.
Sözünü ettiğiniz sorumluluğu bir öyküm ilk kez bir dergide yayımlandığında hissetmiştim. Yazmanın ödülü onun değer görmesidir. Ben de ilk ödülümü önce “Karşın”, sonra da “Sözcükler Dergisi”nin öykülerimi yayımlamasıyla aldım. Bu, kalemime güvenildiğini gösteriyordu. Cümlelerimi basılı bir dergide okuduğumda öyküye ve onu okuyan kişilere karşı sorumluluğun ne demek olduğunu anladım. Kusursuzluk arayışı, kurgu çalışmalarımın temposunu, yoğunluğunu artırdı. “Gölgede Yaşamak” böyle bir arayışın ürünü. Hiç unutmuyorum, ödül jürisinde yer alan kıymetli Osman Şahin, ödülü aldıktan sonra, “Bundan sonra yazacakların bu öykülerin gerisine düşmemeli,” demişti. Kendime pek çok kez şu soruyu sordum: Kalemimize güvenenler arttıkça sorumluluğumuz da mı artıyor? Yazdıklarım değer görmeyebildi. Okurunu bulamayabilirdi. Öyle olsaydı yazmayla ilişkim değişecek miydi? Sanmıyorum. Sadece hikâyenin sapasağlam olması için yazmak, onunla ilgili bir onay, alkış umudu taşımadan; cümlelerinizi kendiniz için bir güç kalkanına dönüştürmeyi düşünmeden yazmak, yazıya karşı en büyük görev ve sorumluluk bu bana göre.
“Gölgede Yaşamak” çok derin bir başlık. Kitabı eline alır almaz düşünmeye başlıyor insan. Sonuçta herkesin duruma ve bulunduğu yere göre değişen bir gölgesi var. Ve onu kapkara bir taklidimiz olarak düşünmek doğru mu? Canımız istediği zaman sığınabilir miyiz o gölgeye?
Sığınmayı, korunma ihtiyacı duyan varlığın bir hareketi olarak düşünürsek neyden korunma, sorusunu sorabiliriz. Kötülüklerden mi? Bünyesinde bütün zalimlikleri barındıran kötülük nerede peki? Dışarıda, ötekinde, başkasında mı? Kötülüğü ötekinde görmek, gerçekten kaçmaktır. Varlığın gölgesini reddetmesidir. Elektrik ışıklarını açarak varlığın gölgesi olduğunu inkâr edemezsiniz. Bir kâğıdın ön yüzünü yırttığınızda arka yüz de yırtılır, çünkü ikisi birdir. Gölge, içimizdeki karanlığı, dışarıdan görülmesini arzuladığımız aydınlık ideallerimizi temsil eder. Jung, “Herkes bir gölgeye sahiptir, bu gölge bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az içeriliyorsa, o kadar kara ve yoğun olur,” diyor. İnsanın kendi gerçeğini bulması için gölgesini kabul etmesi, onun rehberliğini izlemesi gerekiyor. Sahiciliği de yaratıcılığı da insanın gölgesiyle gerçek bir iletişim kurmasıyla başlıyor.
Apartmanlarda sırt sırta vermiş evlerin, otoparkta uç uca eklenmiş arabaların ve bir sınırla ayrılmış şehirlerin birbirlerine olan uzaklığı gibi insanın da gölgesiyle arasındaki mesafeyi tanımlar mısınız?
Gölgenin yuvası, zihnimizin topografyasında bilinç alanıyla bilinç dışının arasındaki kıyıdır. Kıyı, eşiktir. Gölgemiz eşikten zıplayıp rüyalarımızda türlü simgelerin kılığıyla gezinir. Bilinç alanında yaşadığımız eksiklik, endişe, korku gibi gidermeye çalıştığımız pek çok durum gölgemizin arkadaşıdır. Gölgesiyle yüzleşme cesareti olanlar mesafeyi kısaltır. “Gölgede Yaşamak” öyküsünde bu mesafeyi resmetmeye çalıştım. Öyküyü on iki yıl önce yazdım. Bu mesafenin, görüntü toplumunun teşhir toplumuna dönüştüğü günümüzde iyice açıldığını düşünüyorum.
Ben yazımda da belirttim. Kitabınızı okur okumaz Paul Auster ve Yusuf Atılgan okurken tutuştuğum kurgu mücadelesinin içine düştüm. Bu anlamda hızlı olay akışı, arkasında çok derin insan manzaraları da bırakmayı ihmal etmeden okuru yolculuğa çıkarıyor. Sizce tespitim doğru mu? Sizi benzettiğim iki usta yazarın belirgin özelliklerini düşününce, “Evet, bu bende de var” dediğiniz şeyler nelerdir?
Alçakgönüllü olmayacağım. Çünkü alçakgönüllülük sahteliğin arkasına saklanmaktır çoğu zaman. Bir öyküyü yazarken kurgunun matematiğini, dilin ritmini, ses düzenini, öykünün yasasını kuran mesafelerin oranlarını, yani kısaca öykünün görünmeyen alanlarındaki değerleri de ince ince çalışırım. Hikâyeye, okura duyduğum saygıdan kaynaklanıyor bu titizlik. Tespitinize katılıyorum. “Gölgede Yaşamak” öyküsü okurundan akılla duyumsamayı, duyguyla düşünmeyi talep ediyor. İp uçlarından büyük resme ulaşılmasını istiyor. Yusuf Atılgan’la, Paul Auster’la kurduğunuz bağın temelinde de bunlar olmalı. Bir hikâyenin dile gelmesi için biz yazarların aracı olduğumuzu düşünüyorum. Onu yaşatan, konuşan bir kurmaca yapan okurudur. Yazarken bazen, bilinç dışındaki bir bilgiyle, sezgimizle seçeriz ayrıntıları. Dikkatli bir okur, ayrıntılardaki incecik bağlantıları da görerek metni yeniden kurar. Hatta, yazarlar arasındaki zaman ve mekân sınırını aşan bağları yakalar.
Yazarken en çok ne besliyor sizi? Gücünüzü aldığınız kaynağı bulabildiniz mi?
Kaynağımı bulamasaydım yazamazdım sanırım. Bir biyografi yazarı olarak düşündüğünde Stefan Zweig, yazarları iki kategoride değerlendiriyor: Ne yazarsa yazsın yazdığı her şeyin kaynağında kendisi olan yazarlarla; kendi varlığını nesnelliğinde eritip dünyaya açık olanlar. İlki, insanlığın bütün meselelerini kendisinde bulur; ikincisi, dünyanın türlü yüzünde. Aşağı yukarı böyle söylüyor Zweig. İki kategoriyi de yazarlığıma yakın buluyorum. Dolayısıyla içinde yaşadığım zamanın ruhuna temas eden, görebildiğim, okuyabildiğim, duyabildiğim her şey besliyor beni. Kaybettiğim şeyler, sahip olduğum değerler güç kaynağımı bütünüyle yaşatıyor bana.
Çocuk öyküleri de yazıyorsunuz. Aldığınız eğitimin, çocuklara hitap etmenizde size yardımcı olduğuna eminim. Nasıl başlıyorsunuz çocuk kitapları yazamaya? Önce konuyu seçip şöyle ders vermeli diyerek mi? Yoksa yaş gurubunun ilgisini çekecek kahramanı kafanızda yaratıp onun başına çoraplar örerek mi?
Genellikle mesele ettiğim bir konunun etrafında şekilleniyor çocuk kitapları. Kavramsal bir düşünce beni eylem odaklı hikâyeye götürüyor. Hikâyeyi yaşayan karakterlerin dünyasına. İlginç olmak için ilginç olmaya çalışmak sanatta hemen belli eder kendini. Bundan kaçınırım. Didaktik olmaktan çekinirim. Çocuk kitaplarımı yazarken karakterlerimin özgünlüğüne kapılıyorum. Onların sıra dışı dünyasını dile getirmeye bayılıyorum.
Sizi ilk defa okuyan birisi diyelim ki en çok kurgunuzdan etkilendi. O kişi yeni kitabınızda tekrar olağanüstü kurgu beklentisi içerisinde olacak haliyle. Ama diğer yandan, her yeni kitabınızın sizi ilk defa tanıştıracağı bir okuyucu muhakkak olacak. Dolayısıyla yazım tarzınızı değiştirmeyi düşündünüz mü hiç? İki Fadime Uslu okuyucusu yan yana geldiği zaman kaleminizden bahsederken birbirinden farklı şeylere vurgu yapsın ister miydiniz?
Elbette isterim. Bu yüzden kurguda, dilde arayışlarım hiç bitmiyor. Alışılagelmiş anlatma biçimleri, okura da yazara da belli bir konfor alanı yaratır sonuçta. Bu konfora kapıldığım da oluyor. Ama hemen dışına çıkmaya çalışıyorum.
Yazarlığınızın yanı sıra dergilerde, atölyelerde yazan kişilere yol gösteriyorsunuz. Yani geri planda durup bir yazarı doğru yönlendirme bilgeliği de var sizde. Yazar tılsımı dediğimiz şeyi, bir öykü okur okumaz şıp diye anlar mısınız? Yoksa daha ziyade eğitim ve doğru kılavuzlukla geliştirilen bir beceri midir iyi yazmak?
Yaratıcı dehanın pırıltısını bir cümlede bile görebilirsiniz. Dergilerde, atölyelerde okuduğum öyküler arasında böyle bir pırıltı görmenin heyecanı benim için tarifsiz. Yöntem, geliştirilen beceridir. Yaratıcılık ise insanın içinde hissettiği bir dürtüdür. Buna kimse müdahale edemez. Ama doğru yöntem izlenerek yaratıcılığın kanalları açılabilir. Geliştirilmezse yetenek solar gider. Boşu boşuna harcanmış, tüketilmiş bir yaşam gibi.
Hepimiz yaratıcı özelliklerimizle geliyoruz dünyaya. İnsanın en yaratıcı olduğu dönem, erken çocukluk dönemi. Niçin erken çocukluk döneminden sonra insanın özgünlüğü, içindeki yaratıcı cevheri solmaya başlıyor? Bunu etraflıca düşünmek, yanıta bir de çözüm eklemek hepimizin sorumluluğu bence. Biz yetişkinlerin, çocukların doğal olarak taşıdığı potansiyel yaratıcı dehayı geliştirmek için ortam hazırlamamız gerekiyor. Kendi içimizdekine de eğilmek. Yazma becerisini herkes geliştirmeli. Kendi dilini bulması, bir insanın yaşamındaki en büyük keşif çünkü. Çalışmalarımın kaynağında bu inancım var.
Yeni kitap geliyor mu? İlla ki bir şekilde öykü çıkıyordur karşınıza, çelme takmadan geçip gitmiyordur yanınızdan. Yere düşerken hissettiğiniz şey yazma isteği oluyordur doğru muyum?
Evet, yeni kitaplar üzerine çalışıyorum.
Yazma eylemi hepimiz için bazen bir koltuk değneği, bazen bir çığlık, bazen neşeli bir şarkı olabilir. Ama hikâyenin kurgusu, bir matematik probleminden farksız olduğu için problemi kurmaya ve çözmeye çalışırken hikâye size çelme takabilir, hatta derin bir kuyuya düşürebilir. Sanıyorum, düşmeyi göze almak bu işin mayasında var. Düştüğümde koltuk değneğim yine yazı oluyor. Öykünün kuyusuna düşüyorsam haiku yazıyorum ya da çocuklar için yazdığım kitaba sığınıyorum. Kendi cümlelerimin yanı sıra, atölyemizdeki arkadaşlarımın öykülerine destek olmaya çalışıyorum. Yazının çelmesine takılan, kuyusuna düşen bunun ne demek olduğunu çok iyi bilir. O tıkanma duygusunu birlikte aşmak başka türlü bir şey. Yazmaya gönül veren, kafa yoran arkadaşlarıma yazı yoldaşlığı yapmak bana umut veriyor. Bu da, yazdığım metinleri doğrudan etkiliyor.
Ülkemizde edebiyat dergileri ve yarışmalarında yazar adaylarına yeterince fırsat verildiğini düşünüyor musunuz? İlave olarak parantez açıyorum. Kadınların kendilerini en iyi ifade edebilecekleri bu kulvarda daha fazla ön plana çıkmaları gerekmiyor mu?
Her iki sorunuza da doğrudan yanıtım: Evet.
Fadime Uslu; 10 Mart 1978 yılında Adana’da doğdu ve üniversiteye kadar Adana’da yaşadı. Eğitimi için İzmir’e taşındı. Ege Üniversitesi’nde sanat tarihi okudu. Edebiyat yolculuğu Sözcükler Dergisi’yle başladı. Bu dergiyi kendisi için bir okul olarak gördü. Öyküleri kitaplaşmadan önce Sözcükler Dergisi’nde yayımlandı. İlk kitabından sonra, Gölgede Yaşamak isimli öykü dosyasıyla 2011 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü aldı.
Gölgede Yaşamak’ın yanı sıra, Büyük Kızlar Ağlamaz, Yaz Korkuları, Yüzen Fazlalıklar, Ay Eskir Gün Işırken isimli öykü kitapları ve Sokağın Kuyruğu, Çat Kapı Dayım, Kaçak Kahramanlar adlı çocuk kitapları bulunmaktadır. Editörlük ve yayın yönetmenliği yapmıştır. Ankara’da yaşamakta, yazarlığının yanı sıra atölyelerde öykü üzerine dersler vermektedir.