Öyküler dar alanın yüksek çözünürlüklü fotoğrafları olarak düşünülebilir. Yazar diyafram ayarlarını, enstantane hızını, vizörün yüzünü döneceği tarafı seçer. Objektifse mesafeli ve tarafsızdır. Böylece bir öykü kaleme alındıktan sonra okura ait olabilir. Günümüz yazarı öyküsüne bu özgürlüğü sağlamanın yanı sıra hızlı değişen koşullara, bunlara uyumlanan aklın ve çağa özgü toplumsal bilinçaltının taleplerine cevap vermelidir. Türk edebiyatının usta öykücülerinin beşiğinde uyumuş okur kitlesini de hesaba kattığımızda öykü yazarının ne denli yüksek standartlardan oluşan bir beklentiyle karşı karşıya olduğu daha iyi anlaşılır.
Huzurun Tarifi Yok Şeyda Başer Eroğlu’nun on sekiz öyküden oluşan ilk eseri. Epona yayınlarının baskısıyla 2022 Ocak ayında raflarda yerini almış. Kapak tasarımı göz yuvarları saydığım figürlerle öykülerin de okuru izlediği duygusunu veriyor, tam ortasında iki saat kadranı var. Kitabın sayfalarını açınca öykülerin zamanın içinde ve zamanın dışında adlı iki bölümde toplanmış olduğu görülüyor.
Zamanın Dışında
“Zamanın Geri Alınmazlığı” son padişah Sultan Vahdettin’in yabancı bir ülkede haciz edilen tabutunu konu alıyor. Yazar haciz memuru Nevzad Sultan ve mevtanın iç monologlarını biçimlendirirken yer yer çekim planları ve kamera komutları ekleyerek öyküyü bir film çekiminin sahneleri olarak canlandırmış. Kurgu yazarı tarafsız alanda bırakarak gerçekçiliği pekiştiren bir öge ancak araya giren tanrı anlatıcının yorumları bu etkiyi zayıflatıyor. Tarihi hakikatlere dayalı ve sıra dışı olması öykünün güçlü yönlerinden biri. Tabut için verilen mücadele Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Kurtuluş Savaşı için çarpıcı bir metaforik anlatı örneği diye düşünerek öyküden ayrılıyorum.
“Yarım Varoluşlar” sonradan görme engelli olan Ruşendil’in bir çekilişte kazandığı fotoğraf makinasının ardından giriştiği fotoğrafçılık serüvenini konu alıyor. Ruşendil geçmişi ve bu süreçte yaşadıklarıyla tamamlanmış bir karakter olmuş. Öykü içinde birbirini izleyen edebi süslemelerin olduğu bölüm okuru Ruşendil’in heyecanına dahil olduğu duygu-durumdan alıp yazarınkine atmış ve metni yavaşlatmış diye düşünüyorum.
“Merhaba Dünya” bilginin biyolojik olarak saklanması için uğraşan iki kişinin bilim kurgu öyküsü. Yazar dijital bir dünyada yaşayan Keşşaf Beyle hayatını bitkilerle anlamlandıran Çiçek Kuşkonmaz karakterlerini tutkularını abartarak prototiplere dönüştürmeyi tercih etmiş. Öyküyü nesne ve bitkilerin zengin betimlemeleri, çeşitliliğiyle canlandırmış. Bu yorumum sübjektif olmakla birlikte “de, da, öyle, öyle ki” gibi bağlaçlarla başlayan cümleler kulağıma yabancı geliyor, anlatıcı diline uygunsuz, sık kullanılmış (bu öyküde beş tane) görünüyor.
“Kostina Diye Biri” kahramanın ön planda olduğu bir öykü olması itibarı ile doğru adlandırılmış bir üst kurmaca. Karakterini takip eden yazarın coşkusu da koşulların sertleştirdiği, hayata rasyonel bakan, pragmatik yabancı kadar ustaca anlatılmış. Bu kısacık öykü kelime zenginliği, sinematografik betimlemeleri ve canlı karakterleriyle benim favorilerimden.
“Salon Bitkisi” ‘Almancı’ furyasının trajik mozaiklerinden birisi, erkek çocuk doğurması için evlenilen bir kadın hakkında. Öykünün adı kadının yabancı bir ülkede, üvey annelik etiketi taşıdığı evin kapıları ardında eğretiliğini sembolize ediyor. Kader bir Anadolu mitolojisi, al-karasıyla gerçeküstü formda şekilleniyor. İkinci tekil anlatıcının ustalıkla kullanıldığı bu öyküde kahramanın duyguları efsanenin iktidarına teslim edilerek başarılı bir psikolojik yansıtma sağlanmış.
“Urukça” Şeyda Başer Eroğlu’nun memleketi Aksaray tarihine ait bir aşk hikâyesi. Yerel dilin kullanıldığı, metinlerarasılık, kolaj gibi post modern tekniklere, sembollere yer verilen, geri dönüşlerle tamamlanan bir öykü. Öyküye yazarın siyah mürekkeple yapılmış bir çizimi eşlik ediyor.
“Kısmetin Gökten Zembillisi” fotoğrafçının tezgâhında uzun süredir bekleyen bir vesikalığın gözünden anlatılmış. Bu akıllı, meraklı, ağzı bozuk fotoğraf bir yandan sağı solu çekiştirirken bir yandan da bulmaca çözmektedir. Son satırdaki bulmacanın çözümü okura bırakılmıştır.
“Detaylandırılmış Hayat Düzenleyicileri” sembolik kahramanların anlatıya hizmet ettiği bir bilim kurgu olarak tasarlanmış. Alışılagelmiş düzenin konforu, düzeni bozan bir doğa olayının algılanmasındaki zorluk ve şaşkınlık üzerine. Değişimi ancak bir çocuğun şartlanmamış zihni fark edebilirdi.
“Yazgının Mirası Mutatis Mutantis” tufanı kritik bir noktadan; Nuh gemiye hiç binmedi, değiştirip yeniden yazan, felsefi, mitolojik, aforizmalar içeren, döngüsel bir öykü. Teması korku ve umudun beslediği varoluşçuluk yahut vahdet-i vücut olarak yorumlanabilir. Kullanılan imgeler öykü zamanı ve ortamı için isabetli seçilmiş. Bu yönüyle Halil Cibran’ı anımsattı bana.
Zamanın dışında öyküleri çoğunlukla sıra dışı konuları ele alan, farklı anlatım biçimlerinin, öykü türlerinin kullanıldığı zengin metinler, bir öykü geçidi olarak karşımıza çıkıyor. Çoğunda metinlerarasılık, kolaj gibi postmodern tekniklere zorlamasız olarak yer verilmiş. Sözcük çeşitliliği ve bu sözcüklerin isabetli kullanımı yazarı daha ilk kitabında özgün bir edebi kimliğe taşımış. Öykülerin gerektirdiği tarihi, felsefi, coğrafi vb. bilginin kapsamlı olarak araştırıldığını öykü yararına abartısız dozda kullanıldığını söylemek mümkün. Yazarın ustalık gösterme çabasının yer yer hissedilmesi, üst üste yapılan söz sanatları ve seyrek de olsa aforizmaların varlığı ise metinlerin zayıf tarafını oluşturuyor.
Zamanın İçinde
“Koç Düğümü” bir çocuğun bilinç akışıyla karışık iç monoloğuyla ölüme atılan bakış olarak tanımlanabilir. Nokta ve virgül dışında noktalama işareti, büyük harf kullanılmamış. Halı desenleri, şekerlemeler gibi geleneğe dair detaylar, mekânlar, sosyal ve kişisel algılar başarıyla aktarılmış. Zihinde kesintisiz bir akış oluşturan dil ustalık örneği oluşturuyor. Bana göre en iyilerden birisi.
“Canımızı Okuyanlar” cinsel istismarın bir başka çirkin yüzünü, 2016 öncesinde geçerli olan hukuki bir düzenlemeyi konu almış. Yazar Figen Mazlum karakterinin iç sesini yüklemsiz bir dil kullanarak kurbanın mevcut sosyal koşullarda seçeneksiz kalışını yahut yasal sonuçların çözüm getirmeyişini eylemsizlikle sembolize etmiş olabilir. Tezer Özlü’nün bazı metinlerinde rastladığımıza benzer, nesneler silsilesinin zihnimizde bıraktığı galat-ı his söylenmemiş sözlerin boşluğu ile tamamlanıyor. Anlatılmak isteneni okuyucunun deneyimlemesinin nadir örneklerinden.
“Bebe Battaniyesinden Kırmızı Pelerin” küçük cesur bir kızın yangın haberini itfaiyeye vermek üzere komşu mahalleye gidişini anlatıyor. Geçmişe ve o an yaşananlara dair iç sesi düşçü imgelerle dolu capcanlı bir cimcime. Eğlenceli bir öykü.
“Raslantının Anlamsızlığı yahut Kimlik Kontrolü” Ferit Edgü’den bir epigrafla başlıyor. Anadolu’da askerlerin koruması ve tüfeklerin gölgesinde seçim sandığı başkanı muallime hanımın mücadelesi. Kadınların oylarına tahakküm etmek isteyen eşler, babalar, evlatlarla, bürokratlar ancak yanlışlıkla patlayan bir silah sesiyle sahneden çekilirken sandıktan tek geçersiz oy çıkmıyor. Arif olan için geleneğe, baskıya, coğrafyaya dair güncel bir kıssa.
“Rana Ridibunda” işsiz olduğu için sevgilisiyle evlenemeyen ve kurbağa toplayıcılığı yapan Hasan’ın öyküsünü aktarıyor. Kahraman ve koşullarına ait bilgiler postmodern tekniklerle verilmiş. İlerleyen kısımda bir gece vakti Hasan’ın iç dünyasıyla bataklıkta aynı zamanda dolanıp, balçığa gömülüyoruz, torbamıza rina ridibundalar (bozkır kurbağası) atıyoruz. Sesler, dokunuşlar, kokular ve eylemlerle çarpıcı bir canlandırma.
“Apartman Kapısı” cinsel tacize uğrayan küçük bir kızın komşu ‘canavardan’ sakınma çabasını konu almış. Bölümlere ayrılmış öyküde her başlık farklı bir anıya geri dönüş olarak kurgulanmış. Trajik bir olayın çocuk gözüyle anlatılması öyküye samimiyet katan, duygu sömürüsünden uzaklaştıran bir espas oluşturuyor.
“İnecek Var” Kocasını terk etmeye karar veren Naciye’nin bir minibüste geçen iki duraklık bilinç akışı. Yazarın bilinç akışını başarıyla kullandığı ikinci örnek. Alışkanlık yoksulluğa, yorgunluğa, umuda galip gelecek mi?
“Kamenica Tepesi” Bosna katliamından sonra yıllar boyu ormanda sivil cesetlere ait kemikleri toplayarak ailelerine ulaştıran Aliya’nın gerçek öyküsü. Kendi kayıplarını da bu şekilde bulan Aliya’nın adanmışlığı öykünün ana temasını oluşturuyor.
Kitaptaki son öykü “Dolunay Böcekleri” zeki, alaycı komiser Sırrı’nın ilginç detaylardan yararlanarak çözdüğü bir cinayet vakası. Karakterler, kurgu ve dil eğlenceli, tam tefrikalık bir polisiye. Başka maceralarla devam etse keşke.
Zamanın İçinde öyküleri kullanılan Türkçe’nin sadeliği ve zenginliğinin bir arada bulunması, zaman kiplerinin hissedilmeyen geçişleri, metinlerin akıcılığı ve verdiği bütünlük hissiyle yazarın kendi üslubunu yakaladığını gösteriyor. Olay örgüleri, tema, kahramanlar, zaman ve mekân farklı öykülerde öne çıkıyor. Konu, üslup ve anlatının tümden değiştiği bir öyküden diğerine ani geçişler -zıplama da diyebiliriz- okurun yeni öyküye adaptasyonunda bazen zorluk ve şaşkınlık yaratıyor, bazen keyif veriyor.
Şeyda Başer Eroğlu’nun ilk eseri Huzurun Tarifi Yok konu yahut konunun ele alınışı itibarı ile özgün öykülerden oluşuyor. Kadının toplumsal konumu, kendini algılayışı ve tarihi trajik olaylar tekrarlanan temalar arasında. Bu öykülerde yazar karamsar bir tablo çizmek yerine tarafsız kalıp haksızlığın durum tespitini yapmayı tercih etmiş. Cinsel istismarı konu alan yazılarında duygu sömürüsüne sığınmamış. Öyküler genellikle olay etrafında şekillendirilmiş izlenimi veriyor (1., 3., 4., 5., 7., 11., 12., 14., 17., 18. öyküler için bu söylenebilir). Olay örgüleri dikkatle kurgulanmış, tutarlı, aksamaya rastlanmıyor.
Anlatı açısından değerlendirdiğimizde pek çok öyküde geçişler olduğunu gözlemliyoruz. İç monolog, birinci tekil anlatıcı seslerinden tanrı anlatıcıya, klasik öykü formundan gerçeküstücülüğe ve kolajlara geçişler zenginlik katsa da aynı dilin süregeldiği öykülerin daha akıcı olduğu söylenebilir. Diğer ortak özellik öykülerin eylem ve anlatı ağırlıklı oluşu. Diyaloglar az ama karakterlere özgü kullanılmış. Diyaloglar, iç monologlar ve bilinç akışında sözcüklerin konuşma diline ve kahramanın kültürel alt yapısına uygun olarak seçildiği izleniyor. Tebelleş, köftehor, çaçaron gibi sözcükler okuru kıskıvrak yakalıyor.
Bu yazarı ve kitabı özgün kılan özelliklere bakacak olursak ilk göze çarpan noktalama işaretleri kullanımında kısıtlamaya gidilmiş olması. Yazar ünlem, soru işareti, üç nokta kullanmaktan kaçınıp duygu seçimini okura bırakmakta ısrarcı olmuş diye düşünüyorum. İkinci önemli özellik sözcük zenginliği ile tamamlanan başarılı duyusal imgeler. Çizimi Şeyda Başer Eroğlu’na ait siyah beyaz resimler ise ipuçları oluşturmaktan çok belirsizliği besleyen formlardan oluşuyor.
Huzurun Tarif Yok tematik olarak kitabın içeriğine uygun bir isim seçimi olmuş çünkü bu öyküler toplumsal olarak tedirgin eden, çoğu kez nasıl değişebileceği bilinmeyen gerçekleri ve kaygıları kapsıyor. Ancak öykü adları için aynı yorumu yapmakta zorlanıyorum. Bazı adlar fazlaca anlatma telaşı, bazıları sıradanlık, bazıları ise öykü içeriği ile bağlantısızlık hissi veriyor.
Sanat içinde estetik ve yenilik anlamlarını barındıran bir kavramsa Şeyda Başer Eroğlu hem form hem içerik açısından bu ikisini yakalamış ve günümüz insanın vazgeçilmez özgürlük alanını okuruna sunmayı başarmış.
Yararlanılan Kaynaklar= Şeyda Başer Eroğlu/ İstanbul, Epona Yayınları, Ocak 2022