Edebiyat tarihinin en ilgi çekici karakterlerinden birisi, sırf hayatını biraz daha güzelleştirebilmek için iki kız kardeşin canına hem de dehşet verici bir şekilde son verebilen eli kanlı bir katildir. Ne yazık ki son zamanlarda savunmasız canlara; Raskolnikov’dan çok daha acımasızca davranan yaratıkları hepimiz tüm çıplaklığıyla görüyoruz. Belki de uzun zamandır kanıksadığımız bu vahşice eylemleri, nihayetinde görmemiz ve toplum olarak tepki göstermemiz vicdanımızda attığımız ileriye doğru bir adımdır!
Vicdan; ilk nefesimizi aldığımız andan itibaren içimizde midir? Yoksa daha gerçekçi bir yaklaşımla ailemiz ve yetiştirilme koşullarımız vicdan denen kavramın içimizde yer etmesini mi sağlar? İyi ve kötü kavramlarının göreceliğinin yönlendirdiği vicdan kavramı yanlış yaptığımızı düşündüğümüzde hepimizin içini kemiren ıstırabımızdır. Biz insanlarla birlikte aynı gezegeni paylaşan hayvanlar, kutsal dinlerdeki Nuh’un gemisi anlatısıyla kıyameti birlikte atlattığımız canlılardır. Köpekler ise bu canlıların bize en yakınlarından olan sadık dostlarımızdır. Asırlardır; insanlık dünya üzerindeki en bilinçli varlıktır varsayımıyla hareket ediyoruz. Belki de bu sav yüzünden çocukluk zamanlarımızda birçoğumuz o savunmasız canlıları hâkimiyetimiz altına aldık ve onların bizim yaptıklarımızdan nasıl etkilendiğini gözlemledik. İşte tam o sırada içimizde bir sızı hissetti çoğunluğumuz; vicdanımızı bulduk. Juvenalis; “İlk ceza odur ki. Hiçbir suçlu kendi yargıçlığından kurtulamaz.” lakırdısını ederken acaba günümüz canavarlarını düşünmüş müydü? Yaşamak için çabalayan köpekleri yemekle önce mutlu edip sonra öldürmek; Edgar Allen Poe’nun bile kanını donduracak bir vicdansızlık örneğidir. Bir insanın bir canlıyı kürekle acımasızca vurup sonrasında kendisine bütün hüznüyle bakana daha da hiddetli bir kürek darbesi indirip sonrasında çalı çırpıyı süpürüyormuş gibi iteklemesi ise çoğumuzun insanlık kavramından dahi şüphe edecek kadar canını yaktı.
Hesiodos, ceza suçun hemen ardından gelir, sözünü düzeltir: Ceza ile suçun aynı anda birlikte doğduklarını söyler. İşte biz vicdan sahibi olanları düşündüren konu da budur. Bu vicdansız yaratıkların; Raskolnikov’un çektiği ızdırabın binde birini çektiğine inanmıyoruz. Daha da acısı biz vicdan sahipleri bu davranışın bir alışkanlık olduğunu biliyoruz. Asıl kendimize sormaktan çekindiğimiz soru ise içimizde saklıdır. Bizim içimize korkular salan o içsel güç bu insanlarda niye yoktur. Yoksa biz vicdan sahipleri de o vicdansızların yetişme şartlarında büyüseydik içimizdeki o sesi kaybeder miydik?