https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Edebiyatla, öyküyle kesişen yolculuk hikâyenizi öğrenebilir miyiz? Nasıl başladı bu yazma serüveni?

Çocukken tarla ve bağ işlerinden arta kalan zamanlarda kitaplarla daha çok vakit geçiriyordum. Özellikle yaz tatillerinde kendimle bir yarışa giriyordum. Üç ayda kaç kitap okuduğuma bakıyor ve bu kitapların özetlerini çıkarıyordum. Sonra resim yapmayı denedim fakat beceremedim. Lise son sınıftayken de yazma merakım başladı. İlk öykümü lisedeyken yazdım. Zengin bir ailenin düğün yemeğine giden iki yoksul çocuğun öyküsüydü. Yazıyordum ama kimseye de okutmuyordum yazdıklarımı. Kendi kendime bunu iş edinmiştim. Çünkü okuyanların, “olmamış” ya da “bu ne biçim öykü?”vs. demelerinden genç aklımla korkuyor, olumsuz eleştirilerin yazma dürtüme ve heyecanıma engel olacağını düşünüyordum. Hayal gücüne dayanarak oynattığım kalemi asla bırakmak istemedim.

İlk öykü kitabınız “Sessiz”den bahsetmek isterim. Kitapta bulunan öyküler sesini duyuramayan bir şekilde susmuş ya da susturulmuş karakterlere can vermişsiniz ve bunu yaparken de yalın bir dil kullanmışsınız. Kitabın oluşum sürecinden bahseder misiniz?

Sessiz kitabının oluşum sürecinde Yazar-Editör Zeynep Eşin hocamın büyük emeği vardır. Kendisine buradan da teşekkür etmek istiyorum. Düzenli olarak sürdürdüğü Öykü Atölyesi’nde yazdığım öykülerden oluşan bir kitaptır Sessiz. Kurgusundan temasına kadar kılı kırk yarıp, adeta ince eleyip sık dokunulan bir öyküler bütünü olarak okuyucuların beğenisine sunuldu.

Karakterler ile söyleşimize devam edelim isterseniz. Yazar için elbette tüm karakterleri çocuğu gibidir ama bir nebze bile olsa yaratıcısı için öne çıkan bazı karakterler vardır diye düşünüyorum. Sizin öykü karakterleriniz içinde diğerlerinin önüne geçen, öyküyü sonlandırmanıza rağmen sizin için yaşamaya devam eden bir karakteriniz var mı?

Elbette çok doğru bir tespit yaptınız. Yoklama öyküsünün yetim kalmış karakteri Mehmet Bayram, benim için hala yaşamaya devam ediyor. Diğer karakterlerin de önüne geçiyor diyebilirim. Annesine ve kız kardeşine bakmakla yükümlü hisseden, kendi çapında evi geçindirmek için uğraşan ve bu nedenle okuluna gidemeyen masum bir çocuk Mehmet. Kitapta bu öyküden sonra gelen Kalem adlı öyküde Mehmet’in hikâyesini, Zeynep Hanım’ın atölyesinde nesnel anlatım tekniğiyle işledik ve karakterin finalini bir kaleme yazdırdık. İyimser hikâyeleri sevdiğimden dolayı Mehmet Bayram’a kalemin gözünden iyi bir sonla bitirdik. Nereye bakarsak bakalım Mehmet gibi çocukları her yerde görebiliriz.

Öykülerinizin temelinin iyi bir gözleme dayandığını görüyoruz. Gözlemin öyküdeki yeri ve öneminden biraz söz edebilir miyiz? Mustafa Deniz Serter bu gözlem yeteneğini nasıl geliştirdi?

Çok teşekkür ederim. Bana göre insanlara ve çevremize olan bakış açımız, yazacağımız öykü, hikâye ve romanların iskeletini oluşturuyor. İnsanları da birbirinden dünyaya olan bakış açıları ayırıyor. Kimisi umursuyor, kimisi de umursamıyor. Geçtiğimiz yerlerde çevremizde olan bitenlerin farkına bazen varamayız. Çevreme baktım ve onları anlatmaya çalıştım. Yazdıklarım, hayatın kendisi olsun istedim. Yani herhangi bir caddeye, sokağa, yola baktığımda görmek istediklerime bakıyorum. Eskici, ırgat, simitçi, öğrenci, baloncu, işçi, garson, kahveciyi görüyorum. Yaşamın tüm renklerini görmek gerekiyor. İnsanların günlük yaşamlarını olduğu gibi anlatarak, okuyucuyu düşündürmek istiyorum.

Ben yazmak için yazarın bir meselesi olduğuna inanıyorum. Nedir Mustafa Deniz Serter’in meselesi?

Yazmaya başladığım öğrencilik yıllarımda toplumsal içerikli öykülere ağırlık verdim. İnsanların çaresizliğini anlatmak, kendi aralarında oluşan sosyal dengesizlikleri, zengin ile yoksul arasındaki derin farkı kendi çapımda göstermek ve okuyanların da her öyküde kendinden bir parça bulmasını istedim. Hayatın gerçeklerini tüm çıplaklığıyla öykülerimde işlemek benim meselem diyebilirim.