https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Bugün hava çok rüzgârlı. Hani sen hep derdin ya,

“Saçların yine çok uzamış, baksana rüzgârdan karman çorman olacak”

Ben de eve gider gitmez çantamı üstümü bir kenara atıp elime makası aldığım gibi hemen kısacık kesmeye çalışırdım. İşte o günlere inat saçlarım yine çok uzadı. Elimi bile sürmeyeceğim; uzasın gittiği yere kadar, hatta rüzgârda deli deli savrulsun. Hem İstanbul’un rüzgârı en güzel vapurda belli olur. Sen pek sevmezdin vapurda gitmeyi. Hep bir acelen vardı. Kalabalık şehrin kayıp insanları gibi, oradan oraya zevkini yaşamadan koşuşturmak isterdin. Ben de hep sana uyardım. İlk defa bugün, bir elimde simit bir elimde ince belli bardakta, demin tadını alarak çayımı içiyorum. Kız Kulesi’ne bakarak. Hatta sana inat, maraton gibi geçen yıllara nispet simidin önce susamlarını ayıklıyorum. O kadar keyfini çıkarıyorum yani, yavaş yavaş…Sen şimdi yanımda olsan üstümü temizlemeye çalışırdın bir de üstüne pasaklısın derdin.

Bugün gittiğinin kaçıncı günü hiç saymadım. Ne zamandır da saymıyorum. İlk gittiğin zamanlar, hani sen hava alanında kısa bir veda konuşması yapıp bilmem hangi ülkenin bilmem hangi garip şehrine gitmeyi neden çok istediğini anlatmıştın. O saatler seni dinlemiyordum aslında. Ben kendi zincirimi koparmakla uğraşıyordum. Yıllarca bir umut zincirle bağlamış, üstüne bir de anahtarını denize atmışım ki kimse bulamasın. Artık rahatız ne sen kendini bana mecbur et ne de ben. Çok ağlamadım desen yalan olur; hiç abartmıyorum her gün gidişinin ardından hapishane duvarlarına atılan çeltikler gibi ajandama günleri not ettim. Olur ya, belki bunca güzel geçmişin hatırına, sevgisine, sen de bir elvedayı yakıştıramayıp döndüm geldim dersin. Ben hep bekledim, çok bekledim… Aslında sende olmayan sevgiden kırıntı bekleyen karıncalar gibi…Yine bekliyorum ama korkma bu sefer beklenilen sen değilsin. Seninleyken, bana hep platonik bir âşık gibi umutla bakan fakat benim ısrarla görmediğim kayıp zamanımın gelmesini bekliyorum. “Giden yıllar geri gelmez” demişler bence palavra. Öyle bir gelir ki, işte bak mesela daha vapur limana yanaşmadan, elimde senden bana kalan son hatırayı ki akşam çekmecelerimi temizlerken buldum; denizin bol köpüren sularına doğru atacağım. Geri kalan hatıralar ne oldu diye sorarsan hepsini önce kalbimden, sonra zihnimden sonra da şu maddi dünyadan kurtardım. Bir tek bu kalmış onun da vedasını bugün yapıyorum. Hiç üzülme denizden martılar yemek sanıp çıkarır falan diye endişe etme. En az beş parçaya ayırdım. Umarım şu ismini hatırlayamadığım,  gittiğin şehirde halini vaktini yola koymuşsundur. Değilsen üzülürüm çünkü ben şimdi Karaköy’de balık ekmek yiyip Galata’ya çıkacağım. İstanbul’un kızaran akşamüstünün tadı anca böyle çıkar. Elveda