Bana yalan söyle. İzin veriyorum. Bu özgürlüğü hak ediyorsun. Beni atlatma, kandırma çabanı görüyorum. Gençliğine saygım sonsuz.
Anne olmayı bilmiyorum. Ne sen kişisel gelişim kitaplarındaki çocuklara benziyorsun ne de ben oradaki anneler gibiyim. Çabuk öğrenemeyen bir kadınla karşı karşıyasın. Bir yanlışın on doğruyu götürdüğü tekinsiz, acımasız bir dünya burası.
Camdan süzülen ışık saçlarını öpüyor, dudaklarında parmak izlerin var. Başın istemsizce sağa sola kıvrılıyor, göz bebeklerin ayaklarının üstüne düşüyor. İçine kaçan, tanımadığım bir ses konuşuyor benimle. Sükunetimi koruyarak yalancı ruhunun bedenine hükmedişini izliyorum.
Vücudumun en sevmediğim organından çıkıp hayatımın ortasına oturdun sen. “Tanrıya inan, dedin. Ben mucizeyim, kutsal kitaplarda arama, sorgulama artık. Buradayım. Önce içinde, şimdi kucağında. Kucakla, bırakma.”19 yıldır tutuyorum sımsıkı. Fazla mı sıktım, nefesini mi tuttun yanımda? Ben annesine bakıp böyle olmamalıyım diyen biriyim. Ters modelleme. Kendi yanlışlarıma düşmek istedim belki de. Hatalar da günahlar da müstakil.
Kendini sevilmeye değer bulmuyormuşsun. Sinir bozucu sakinlikte konuşan psikolog öyle söyledi geçen hafta. Ne tesadüf, ben de öyle. Büyüdükçe sevgiyi satın almaya çalışanlardan oldum. Hep faturası olmalı en güzel duyguların. Mutluluk için bedel ödenmeli. Ailemi hep öyle elimde tuttuğumu, bu şekilde onların bir parçası olacağımı düşündüm. İyi davranırsam, maaşımın hepsini onlara harcarsam, sürekli hediye alırsam benden vazgeçmezler. Hesap verir gibi, karşılık öder gibi, hep suçlu ya da borçluymuş gibi. Her sınavdan geçtiği, zamanından önce mezun olduğu halde bir türlü rüştünü ispatlayamamış öğrenci gibi.
Arabanın içindeyiz. Arka koltukta sana bakıp şu ânın canına okuyorum. Toplantıyı açıp gündemin zehirli maddelerini sıralıyorum kendime: “Yanında kal. Hep bu yaralı kuşun kanadından tut. Belki de bu yarayı açan sensindir. Anne olmak senin ne haddine? Ama olmuşsun bir kere. Yürümüşsün bu yolda kör topal. Yarım iyiliğinle birini büyütmek, sana benzeyen yönlerini görmezden gelmek, genetiğe karşı koymak, doğayla ezeli savaşı vermek. Buzlu camları olan bir fanusa hapsetmek. Biliyorum, biliyor, hep bilecek.”
Anne baba ehliyeti diye bir şey olmalı. Çetin ve uzun birkaç sınavdan geçmeli insanlar.
Yolculuk zor ve yol tarifi yok. Yemek kitabı değil ki okuyayım.
Ne çok korku var içimde bilsen. Bu araba daha güvenli hayattan. Kırmızı ışıkta duruyor, yeşil ışıkta geçiyor. Ben ise nerede duracağımı, sana ne zaman sarılacağımı bilmiyorum oysaki. Seviyorsun birini. İsmini cismini bilmediğim, senin özenle sakladığın bu erkek aramıza ördü duvarı. Delip geçemiyorum. Öfken frenli, ruhun sahipli dolaşıyorsun etrafımda. Kapılar örtülüyor yüzüme sık sık. Yan yana olsak da sen başkasının gölgesinde serinliyorsun. Gözyaşında ben ıslanıyorum, senin kalbin kuruyor. Görüyorum ama kör dilenci oluyorum. Derenin karşısında duruyorsun, benim sal yapacak malzemelerim eksik. Dönüşsüz bilet alan gezginlerin macera duygusu kadar gelip geçici bu ruh haline kayıtsız mı kalmak lazım? Bırakmak, ucunu yakalamadan izlemek. Yapılır mı, yapılabilir mi?
“Üzülmem gerek dedin geçen gün durduk yere. Böyle büyüyor insan.”
Bu olgun cümleler sana yakışmıyor. Ortalığı yıkmalısın şımarık sesinle. Diken diken olması gereken saçlarımı örüyorsun itinayla. Merak etme, ben halledeceğim diyen tavrın beni savunmasız bırakıyor. Suç işlemeli, kendine de suç ortağı bulmalısın aslında. O yüzden şimdi yalan söyle bana. Hatta en büyüğü olsun. Öyle bir söyle ki büyüklüğünü ben anlamayayım. Helal olsun diyeyim. Benim kızım söylerse böyle söyler. Kendine söyleme yeter ki. O gerçek bir yalnızlık diyarı, kabarık bir kayıp listesi.
Kirli camdan bakarken dışarıda kaç tane ağaç görüyorsam o kadar sarıp sarmalayasım var seni. Sen bunu bilmiyorsun. Diğer camdan bakıp korkuyorsun sadece. Ürktüğün ne varsa hepsini bastırdıkça kaçıyorsun benden. Mesafeler uzuyor, el sallamam mı lazım? Annem öyle mi yapmıştı? İlk kez onu özlüyorum.