“Yol fazlasıyla uzun. Gidiş dönüş de değil bence. Sürekli gidiş, nereye varacağını bilmeden çıkılan tuhaf bir yol. Kendine inanmaktan başka seni güdüleyen pek bir şey yok, yolda heybene attığın canlar var, sırtını sıvazlayan, yanında olan. Çırılçıplak bir yoldasın, üzerinde bir örtü var fermuarı takılıp duran, transparan. Bu yolda kalmayı dert etmeyeceksin. Üşüyeceksin, fermuar zırt pırt diş kapacak ve takılacak. Az sakin ol, elinle bir müdahale kurtar onu yola devam. İlk yazdığın her şeyi şahane metinler sanacaksın. Değil. Yazar olmanın en önemli hâli kabul. Kötü yazdığını ve iyi yapmadığını kabul edeceksin ki daha iyisini yazabilesin. Saklanmayacaksın. Bir Tanrı değilsin ama yaratabiliyorsun.”
Sevgili Melike Pehlivan İşler ile ilk kitabı Leke üzerine söyleştik. Yazma heveslerimizin bizi buluşturduğu yolculukta bir arkadaşımla kitabını ve yazma deneyimini konuşmak çok heyecan vericiydi. Sevgili Melike Pehlivan İşler’e sohbeti için teşekkür ederiz.
Duygu Harmancı Karagülle: Sevgili Melike, öykülerinin doğumuna tanıklık etmiş bir arkadaşımla ilk kitap sohbeti yapmak benim için de çok heyecan verici bir deneyim. Benim tanıdığım, artık okurların da tanımaya başladığı bir Melike Pehlivan İşler var ama Melike bize, özellikle yazar Melike’yi nasıl tanımlar?
O heyecan o kadar sahici bir yerde yaşıyor ki benim yüreğimde de… Seninle birlikte yazdığım, seni dinlediğim o şahane anları özlüyorum içten içe diyebilirim. Yazar Melike benim en çok sevdiğim ve en fazla hoş gördüğüm tarafım. O istediği zaman, o kafaya taktığı zaman bende akan sular duruyor. Biraz fazlaca bencil aslında. Hayatta kalmasını bir miktar bencil olmasına borçlu olabilir çünkü hayat sürekli talepkâr Melike’den. Yetişmesi gereken çok fazla yer, yetiştirmesi gereken çok şey ve insan var. Bu tantananın içinde biraz fazlasıyla kendini düşünen biri yazar Melike. Bu dünyadan kopup da başka evrenlerde yiyip içen, oralarda yatıp kalkan bir rutini bile var onun. Benim vücudumda her gün yer değiştirerek yaşamaya gayret ediyor. Kimi zaman kalbimde, kimi zaman zihnimde, bilinçaltımda konuşlanıyor oradan sesleniyor bana. Hiç seslenmediği oluyor mu? Nadiren de olsa olabiliyor. Benim gidip onu oralarda rahatsız ettiğim zamanlar o anlar, pek içine kapanık değil yazar olan da diğerleri gibi. Kalabalık insanları var onun, sıra sıra dizilmiş kapısında yazılmayı bekleyen. Diğer Melike gibi akşam ne pişireceğini düşünmediğinden çok bahtiyar yazar Melike. Uyumayı sevmiyor, o anlarda neler yazardım diye hayıflanıyor sürekli. Bu sıralar alarm durumunda, dünyayı durdurası ve sadece yazası var. İnziva deriz ya, herhalde ona doğru gidiyor gibi.
Nasıl olacak hiçbir fikri yok ama, kovalanmadığı bir süre ona çok iyi gelir bence…
Bu soruyla yazar Melike’ye yabancılaştığıma ve ondan üçüncü tekil şahısta bahsedebildiğime hem sevindim hem rahatladım. Yazdığında çok mutlu yazar Melike. Kalbi büyüyor, böyle anlatılmaz bir huzur doluyor yüreği yazıyla hemhal olduğu anlarda.
DHK: Leke ilk öykü kitabın ama öncesinde de çok farklı mecralarda öykülerin yayımlandı. Özellikle bu yolda gönlü olan arkadaşlar için bize yazar olma yolunda neler yaptın ve nelerle karşılaştın, paylaşabilir misin?
Yol fazlasıyla uzun. Gidiş dönüş de değil bence. Sürekli gidiş, nereye varacağını bilmeden çıkılan tuhaf bir yol. Kendine inanmaktan başka seni güdüleyen pek bir şey yok, yolda heybene attığın canlar var, sırtını sıvazlayan, yanında olan. Çırılçıplak bir yoldasın, üzerinde bir örtü var fermuarı takılıp duran, transparan. Bu yolda kalmayı dert etmeyeceksin. Üşüyeceksin, fermuar zırt pırt diş kapacak ve takılacak. Az sakin ol, elinle bir müdahale kurtar onu yola devam. İlk yazdığın her şeyi şahane metinler sanacaksın. Değil. Yazar olmanın en önemli hâli kabul. Kötü yazdığını ve iyi yapmadığını kabul edeceksin ki daha iyisini yazabilesin. Saklanmayacaksın. Bir Tanrı değilsin ama yaratabiliyorsun. Bu çok kıymetlive tehlikeli bir duygu. Yazdıklarının gerçekliğine önce sen inanacaksın, bu dünyadan bir hüznü, bir acıyı, bir mutluluğu, bir sancıyı, bir travmayı açık ettiğini unutmadan bu sorumluluğu lâyıkıyla sırtlanarak devam edeceksin. Yol çok uzun Duygu. Yoruluyor insan, yorulacak ama asla: “Tamam artık benden ötesi yok,” demeyeceksin. Her zaman ötesi var, gidebilirsin oraya. Çırılçıplak kalacaksın, kapın hep kaynaşık olacak bu yalan dünyada. “Okursanız kitap yazdım,” diyerek bu ülkede kendini atıvermek ortalığa çıplak sokaklarda koşmak gibi. Deli diyecekler, hep dediler. Haksız da sayılmazlar!
DHK: Öykülerinde karakterler çok belirgin ve canlı. Bunu sağlamanın bir sırrı var mı? Aslında Melike Pehlivan İşler, nasıl yazar, yazarken vazgeçilmezleri neler?
Vazgeçilmezim olacak bir lüksüm yok sanırım. Kulağımdaki müziği bile Nevra gelip bir şey sorarsa çıkarmak zorunda kalıyorum. O sebepten gececiyim diyebilirim. İlk cümleciyim ben. Üç dört gün gece gündüz zihnimde evirip çeviririm hikâyeyi, alt metinleri, meseleyi. Başlayınca akıtırım. Sonunu bilmem; karakter nereye isterse oraya doğru götürürüm hikâyeyi. Çok direnmem. Kulağımla duymaya çok özen gösteririm. Karakterleri duymam şart, seslerindeki tınıyı bilmeliyim. Yalnızca konuşmalarını değil, iç seslerini, bilinç akışlarını da duymalıyım. O yüzden sanırım çok konuşkan hepsi, konuşacak birileri yoksa dahi kendiyle konuşur neredeyse hepsi. Sinematografik bir kalemim var diyebilirim. Bir film düşkünü olmanın yararlarını çok görüyorum tabii yazarken. Kalemimi yönetmenin kamerası olarak kullandığımda oluyor hâliyle. Günlük duygusu yoğun imgeleri ve filmin beni götürdüğü yerleri, anları, duyguları tetik olarak kullandığım vakidir tabii ki. Diyalog ve bilinç akışı vazgeçilmezlerimden diyebilirim rahatlıkla. Karakterin dili ve zihniyle oynamayı seviyorum. Toplumsal katı gerçekçi bir kalemim var. Gerçekleri öyle pek eğip bükmüyor çokça. Ancak hüznün içindeki latifeyi de aniden çıkarıp getiriveriyor yanı başına. O yüzden sızı ve gülücük hep kol kola olabiliyor kurgularımda. Ölüm de bile…Ölüm en çok işlediğim mevzulardan biri. Onu yaşama dahil bir yere koyduğundan diye düşünüyorum hep. Varış noktası gibi, yarışın bittiği an. Hâliyle hikâyesi biten herkes gibi çok rahat da ölür benim karakterlerim. Güçlü ve herkese dair bir imge ölüm. Belki de bu evrenin en adaletli hâli…
DHK: Kitapta on altı öykü var. Ben biliyorum ki senin heybendekiler çok daha fazla… Bu on altı öykü dosyaya nasıl dahil oldu? Leke, kitaba da adını veren öykün, en özeli o diyebilir miyiz?
Dosya oluşturmaya karar verdiğim zaman saydım, nedir ne değildir diye, altmış yedi tane öykü çıkmıştı o zaman için. Sonra bıraktım saymayı. Bu onaltı öykü sadece bende bıraktığı hislerle bir halay bir araya geldi. Sızı. Hepsi içimi sızlattıydı tamamlandığında. On altısının da ana çimentosu bence bu. Ben Leke’nin insanlarını tarif ederken nezaket yoksunu taşlara takılıp düşen, yaralanan ama nihayetinde ayağa kalkmayı başaran ve hadisenin lekesini de kalplerinde hep taşıyacak yaralılar diye anlatıyorum. Görünen görünmeyen, yıkansa da biliyorsan bir bakışta gördüğümüz lekeler yok mu? İşte hepsinde eser miktarda izi var yaşanılanların. Kitaba adını veren en özeli mi? Bu hangi evladını daha çok seviyorsun sorusu gibi Duygucum. Acısı ve lekesi büyük bir öykü. Kardeşliğin ve akıl sağlığının sizi nasıl sınayacağının enteresan bir örneği abla kardeş var satırlarda. O öyküyü yazarken o hastanede, o görüşte yanlarında oturmak bile beni fazlasıyla yormuştu.
DHK: Öykülerinde seninle ilgili kendini ele veren en önemli şey gözlem yeteneğin diye düşünüyorum. Dönüp dönüp okuduğumuzda senin kusursuz gözlem yeteneğinin içinden damıtılıp gelmiş kahramanların var. Bunun yazma sürecindeki önemi tartışmasız çok önemli. Sen bu anlamda kendini nasıl geliştirdin?
En büyük silahım, kulağım. Çok feci bir dinleyiciyim. Kuru kuru dinlemem yüzünün bütününe, çizgilerine kadar titizlikle bakarım. Mesleki olarak çok fazla insan ve hikâyesiyle hemhal olmanın üzerine sinema ile ilgilenmek de bu özelliğimi geliştirmiş olabilir. Karakterin zihninde dolanmayı da çok severim. Ben işte tam da bu noktada iflah olmaz bir empat olmanın bana bu yeteneği bahşettiğine de inanıyorum. “Bunları yaşamadan yazamazsın,” demişti bir okurum. Yazarım, yazıyorum da ama bir bir yaşamadığımı kim söyledi ki?
DHK: Ben senin diyaloglarının gerçekçiliğini çok seviyorum. Bunu yakalamak hiç kolay değil. Diyaloglar, bir metni ayakta da alkışlatabilir, yerin dibine de sokabilir. Diyaloglar konusunda özel bir çalışma şeklin var mı? Bu alanda eğitimler de veriyorsun, biraz bundan da bahsedebilir misin?
Evet. Konuşan Kelimeler adlı yazıda diyalog yönteminin kullanımıyla ilgili uzun soluklu bir eğitimin yürütücüsüyüm. Diyalog kurarken ben yazdığıma değil de karakterlerin gerçekten konuştuğuna inanıyorum. Onlara öyle muamele ediyorum. Sahneyi onlara bırakıyorum, tüm anlatıcıları çıkarıyorum ki lafları kurguyu süzsün. Sanılanın aksine anlatıcı arasına diyalog yazmıyorum. Diyalogların arasına anlatıcı atıyorum. Gerçek hayattaki gibi. Atmosferi, kurguyu, duyguyu hepsini konuşmalarına müsaade ederek onlara bırakabiliyorum. Bundan da gocunmuyorum yazar olarak. Aksine tamamıyla gerçek kılıyorum zihnimde. İyi diyalog konuşulmayanı da size anlatandır. Bu anlama ve tamamlanma hissini yaşasın istiyorum karakterlerin konuşmalarını okuyanlar. Titizlikle üzerinde durduğum ayrıntılar bunlar genel olarak. Ben konuşkan bir insanım, kalemimim insanları da öyle. Bu arada konuşunca devleşen bir dilimiz var aslında, her türlü fikir ve duyguyu şaşılası bir sanatsal üslupla çok da ekonomik anlatabileceğimiz şahane bir dilimiz var.
DHK: Zor bir soru soracağım. Yazarı olmasan bize Leke’yi nasıl anlatırdın? Dönüp baktığında değiştirmek istediğin bir kelime, cümle oldu mu?
Sondan başlayayım. Vallahi hiç olmadı desem… Çünkü son okumayı fazlasıyla yaptım. Üzerine uyudum dosyamın, yani hiç dönüp okumadığım haftalar oldu. Uzak kalmayı seçtim. Sonunda, yeni bir dosya okuyormuş hissiyle tekrar okudum. Leke başka bir yazarın kitabı olsaydı, sanırım, “İyi bir ilk kitap,” derdim öncelikle. “Çalışılmış, kurgular özenli ve sinematografik gözüyle anlatma yeteneği iyi bu yazarın,” diye de eklerdim. Ha bir de “Güzel küfretmiş, helal olsun,” derdim eminim. Steril düşünmediğimize ve aynı incelikte konuşmadığımızı çok iyi biliyorum ve karakterlerimin de dilinin kemiği yok bu minvalde, küfür kimi zaman onların da içine düştükleri hisleri anlatmalarının en kestirme yolu. Gerçek dünya gibi. Gerçekleri kurguladığım için hepsinin dili de fazlasıyla gerçek.
DHK: Melike, biliyorum Leke’nin yolculuğu çok yeni ama dediğim gibi sen üretken bir yazarsın ve ben merak ediyorum: sırada ne var? Bizi bir öykü kitabıyla mı yoksa sürpriz yapıp bir romanla ya da başka bir projeyle mi buluşturacaksın?
Bir romanım var, ilk göz ağrım. Onu çalışıyorum, edit, tekrar yazım ve benzeri işleri var. Bir öykü dosyam daha var, bitti. Son okumalardayım. Bir de şahane bir fikrim var. Kirpiye yavrusu kuzgun gözükürmüş, bence güzel bir novella fikri. Yani beni bekleyen üç dosyam var. İkisi yazıldı, çalışılacak. Biri çok yeni… İşte bunca işi varken Yazar Melike’nin, günlük gailelerle boğuşmak zorunda kalmak ve kimi zaman da onlara karşı havlu atmak yoruyor günün sonunda. Bu aralar Leke’deki öykülerden biri ya da birkaçı için… Hadi kendini beğenmişlik olmasın sadece birisi tiyatro ya da bir sinema filminin senaryosu olarak çalışılsa diye bir hayalim var. Çok severek yazabilirim senaryoyu kanımca. Güzel olmaz mı? Kim bilir belki bir gün! Neden olmasın… Heyecanlanıyorum, hayal etmesi bile muazzam.
“Filmin senaryosu yazar Melike Pehlivan İşler’in Leke isimli ilk kitabındaki …. Öyküsünden uyarlanmıştır.”
Rüyası bile beni büyütür Duygucum. İnan bana!