“Tektaşımı alırsan ben dilenci olurum…”
1960 yılında ilk öykü kitabının yayımlanmasıyla yazın hayatına başlayan Leylâ Erbil, bireyin iç dünyasını ele alan eserlerini toplumsal sorunlarla birleştirerek ele almıştır. Kadının toplum hayatındaki yerini sorgular. Umutlarını, korkularını, yalnızlığını işler. Toplumda kadının bunalımlarını, buhranlarını, cinsel dürtülerini ele alır. Tabuları yıkmaya çalışır. Leylâ Erbil, yaşadığı toplumda aykırı bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Bunu eserlerine de yansıtmıştır.
Leylâ Erbil, Sait Faik etkisinde fazlaca kalmış ancak kendine has bir üslup belirlemiştir. Onda Leylâ Kuralları vardır. Bu hem dilinde hem de yazım ve noktalamada kendini gösterir.
İlk ve tek ödül başvurusu Sait Faik Öykü yarışmasıdır. Bu yarışmada ödüle layık görülmeyince bir daha hiçbir yarışmaya katılmaz. Bütün eserlerinin başında -Gecede hariç-“Bu eser hiçbir yarışmaya katılmamıştır.” ibaresi yer alır. Gecede öykü kitabının başında ise “Leylâ Erbil sadece bu kitabı ile 1968 Sait Faik ödülüne katılmış, kazanamamıştır.” notu yer alır.
Kendi hayatından izler taşıyan öyküleri otobiyografik özellik taşır. Bireyin, bilinçaltındaki dürtü ve anılarından hareketle yazdığı eserlerinde psikanalist yaklaşımlar ön plandadır. Hemen her öyküsünde bilinçaltına gizlenmiş duyguları serbest çağrışımlarla okura aktarmaya çalışır.
Ayna öyküsünde yalnızlığın içinde yavaş yavaş yok olan bir kadını anlatır, yaşı ilerlemiş, çocuklarıyla sık sık çatışma yaşayan bir kadının hikâyesidir. Freudçu yaklaşımlarla kadını bir birey olarak ele alır, bilinç akışı ve iç monologlarla okura aktarır yazar.
Öykünün adının Ayna olması yazarımızın Lacancı yaklaşımdan etkilendiğini gösterir. Ayna narsist yaklaşımın belirtisidir. Jacques Lacan’a göre “ayna evresi” adı verilen bir kuram vardır ve bu evreden önce çocuğun her şeyi annedir ve annesi onun tüm ihtiyaçlarını karşılar. Çocuk kendini tanıdıktan sonra yavaş yavaş bağımsızlığına kavuşur, özgürleşir. Annesinden uzaklaşır. Leylâ Erbil de öyküsünün adını ayna evresi kuramından esinlenerek koymuştur.
Öykümüzün başkahramanı olan anne, çocuklarına ciddi bir serzenişle başlar öyküye. Kocasının ölümünden sonra çocukları için bir daha hiç evlenmediğini onları büyütebilmek için her çabayı gösterdiğini belirtir. Bunları dile getirirken bilinç akışı tekniği kullanarak geriye dönüşlerle verir. Bu sırada ailesinin ve eşinin şaşaalı döneminden de bahseder. Dönemin en iyi terzilerinde elbise diktirmesi, Paşalarla dans etmesi bunun en güzel göstergesidir. Kadın kocası öldükten sonra bir dönem zorluk çeker hatta evini alırken altın dişlerini satmak zorunda kalır. “… bu eve dişlerimin yarısını kestirdim temelden girdim bu eve ağzım çöktü…” (s.31). Oğlunun Amerika’ya gidişi kadını üzer. Yaşadığı yer mutsuzluklarla çevrilidir. Çok az bir mutluluk vardır onu da oğlunun mavi havlusundan anlayabiliriz. Başka hiçbir yerde mutluluğun izi dahi yoktur.
Leylâ Erbil cinselliğin korkunç bir şey olduğunu çocuklarına verdiği ceza ile bize gösterir. Küçük çocukların odalarında çıplak vücutlarına bakmasına tahammül edemez ve maşayla çocuklarının cinsel organını yakar. Çocuklarda bu, büyük bir travma yaratır. Her ikisinin de içinde bulunduğu hastalıklı durum bundan kaynaklanmaktadır. İntikamını almak isteyen kızı annesinin karşısında kapıcıyla sevişir.
Kadın elindeki değerleri kaybetmek istemez. Burada varlığının ve asaletinin en kıymetli sembolü olarak tek taş pırlanta karşımıza çıkar. Elmas zenginliğin, ihtişamın, asaletin simgesidir, gösterişli yaşamından kalan en önemli parçadır. Kadın bunu kaybederse her şeyini kaybedeceğini düşünür. Genç yaşta dul kalmış ve çocukları için tekrar evlilik yapmamış bir anne ancak o fedakârlığının karşılığını çocuklarından alamamıştır. Biri bir örgüte katılıp Güney Amerika’ya kaçar ve orada ölür diğeri ise yavaş yavaş kadını zehirlemeye çalışıp ondan kurtulmaya çalışır. 1960’lı yıllarda Amerika’ya düşmanlık çok fazladır. Emperyalizme karşı büyük bir başkaldırı görülmektedir. Ayna öyküsünde bunun izlerini birkaç yerde görmemiz mümkündür.
Bu öykünün temelini anne-çocuk çatışması oluşturmaktadır. Anne ve çocuklar birbirleriyle sürekli sorun yaşamaktadır. Özellikle anne- kız çatışması fazlaca yer alır öyküde. Kızın, annesinin mirasına tek başına sahip olmak istemesi ve bu yüzden onu gizli gizli zehirlemeye çalışması bu çatışmanın en belirgin noktasıdır. Yaşlı kadın bunun farkındadır ama hiçbir şey söylemez, onu engellemeye çalışmaz. Aynı zamanda kadının gizli bir aşkı vardır, bunu kimsenin bilmesini istemez. Kadının asaletinin simgesi olan tektaşını o çalar oğluna bile vermediği yüzüğünü.
1960’lı yıllarda yaşanan bir toplumsal gerçeği daha görüyoruz öyküde: Almanya’ya işçi alımı. “60 yıl önce gittik biz Almanya’ya… o vakitler dağdan inmeler gidemezdi alamanyaya…” (s.35)
Leylâ Erbil kendine ait kuralları olan bir yazardır. Noktalama ve yazım kuralları onun için, insan beynini sınırlandırdığını söyler ve bu duruma karşı tepkisini koyar. Kendine ait işaretler dizisi oluşturur ve bunu kitaplarının başında belirtir. Virgüllü ünlem, virgüllü soru işareti örnek olarak verilebilir. Erbil nokta ve soru işaretini kurala göre kullandığı yerlerde hayalle gerçeği birbirinden ayırdığı yerlerdir.
Öykünün son bölümünde oğlunun gelmesini ister kadın ama oğlu dönmez. Böylece öldüğünü anlar. Oğlunun ve kocasının yasını tutan kadın iç monologla akli melekelerinin yavaş yavaş yok olduğunu hayalle gerçeği birbirine karıştırdığını yazar okuyucuya gösterir. Öykü kadının toplumdaki yansıması olarak bize aktarılmış, mükemmel bir anlatıma sahiptir.
Son söz olarak şunu belirtmek isterim: Leylâ Erbil, Ahmet Arif’in karşılıksız aşkıyla farklı gruplarda sürekli dillendirilmiştir. Erbil’in bu aşkla anılması Leylâ Erbil’e yapılan en büyük haksızlıktır. Öncelikle onun kalemine saygı duyulması gerekir ve her ne kadar Ahmet Arif için büyük bir aşk olsa da Erbil’in yazın hayatı bu aşkın üstündedir.
Kaynaklar:
Gecede, Leylâ Erbil, İş Bankası Kültür Yayınları 14. Baskı
LEYLÂ ERBİL’İN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ Emre Yolcu (Doktora Tezi) Eskişehir, 2022
LEYLÂ ERBİL’İN ESERLERİNE LACANCI ÖZNE MERKEZLİ BİR YAKLAŞIM
Ayşe ÖZKAN (Doktora Tezi)
Wikipedia