https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Bu gece otuz beşinci yaş günüm. Ne demiş Cahit Sıtkı Tarancı: “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün.” Geçen bu ömür, kalan diğer ömrümün fragmanıysa ne ala. Gebeliğimin kırkıncı haftasındayım. Doktorum bir haftaya kalmaz doğum gerçekleşir diyor. Bulantılarım eskisi gibi sık gerçekleşmiyor. Bazen tam uykuya dalacakken irkiliyorum. Sanırım eskiden kalma bir alışkanlık. Uykuya dalmak şimdilerde öyle kolay olmuyor. Geceleri kahve içmek uyku kaçırır lafügüzahını kulak arkası edip çok güzel bir kahve ısmarlıyorum kendime gecenin bir köründe. Şekersiz. Acıyı seviyorum çünkü damak tadım böyle. Çekiyorum bir sandalye ve oturuyorum penceremin dibine. Sokak lambasından yağan yağmuru seyrediyorum. Karla karışık. Yeri tutsa diyorum keşke ama nafile. Yağmur karı bastırıyor. Bu gece herkesin eşit şekilde ıslandığından emin değilim. Ne yazık ki bazılarımız daha fazla ıslanıyor. Bunu idrak etmek için evsiz olmaya gerek yok. Bu acı gerçek, gökyüzü maviliği kadar net. Bilhassa bazılarımız da kimilerine haddinden fazla şemsiye.

 

Bu bozuk düzen yağmurla kalsa yine iyi. Sen hiç bardaktan boşanırcasına yağan, soğuk, yağmur dolu bir gecede, tek başına henüz kendin bile çocukken, kardeşine ablalık, annelik, babalık artık buna her ne deniliyorsa… Koruyup, kollayıp, hasta olmaması için uğraş verdin mi? Apansız aydınlıklar bir taraftan, kulakları yırtan şimşekler diğer taraftan. Bunu çoğu kişi bilir. Evsizler daha iyi. Keşke herkes bilse. Bazılarımız ne yazık ki empati duygusundan yoksun. Zenginlere hep bahar.

 

Yağmurlu havalarda başım dönüyor ıslanan çocukları düşünmekten. Kaldırımlar çırılçıplak. Mecbur ıslanacaksın. En az yeşiller kadar. Nedendir bilmem senin şu konuşmanı anımsıyorum: “Kızımız doğunca dünyanın en iyi ebeveynleri olacağız. Elini sıcak sudan soğuk suya koymayacağız. Zorluk görmeyecek, hep refah içinde yaşayıp, büyüteceğiz. En iyi liselerde, en iyi üniversitelerde okutacağız biricik kızımızı.” Evet aynen öyle olacak diyorum kendi kendime. Biricik kızım, benim ve teyzesinin yaşadığı çocukluğu, hayatı yaşamamalı. Hatta kimse yaşamamalı ama maalesef kimse anasını babasını seçemiyor. Annem küçük kardeşimi doğurup ölünce düşmüştük sokaklara. Babam olacak ayyaş baba olamadı bize. Kendine bile bakamayan adamdan ne hayır gelirdi ki zaten. Bir süre sonra o da terk etti bizi. Kaldık Asuman’la bir başımıza sokaklarda. Daha yedi yaşımda atılmıştım bu zorlu hayata. Bakmakla mükellef olduğum ufacık bir kardeşim. Ne yaparım, ne ederim diye düşünmekten kafayı yemek üzereyim. Çareyi kardeşim Asuman’ı yetiştirme yurdunun önüne bırakıp kaçmakta buluyorum. Kendimden nefret ediyorum. Hâlâ neden böyle bir şey yaptığımı anlamış değilim. Kızıyorum kendime. Ama çocukluk. Çocuk aklı işte. İş işten geçti artık. Ne yapıyordur acaba Asuman şu an? On sekiz yaşına girince ayrılmış oradan. Ondan sonra haber alamadım. Bebek yaşta terk ettiğim kardeşim, reşit olunca annem gibi, babam gibi bu kez de o terk etti beni. Kızım öyle olmayacak. Ne annesi ne de babası onu terk etmeyecek. Ölüm olmadığı sürece tabi. Bütün bu tasavvurlarım sessiz sedasız omzuma dokunuşunla son buluyordu.

 

-Aşkım ne yapıyorsun gecenin bu saatinde tek başına? Neden uyumadın?

Yorgunluğumu, üzüntümü anlamış olacak ki ellerimi, ellerinin arasına aldı.

 

-Uyku tutmadı canım, bende yağmuru seyredeyim dedim.

 

-Canın sıkkın gibi, hayırdır bir şey mi oldu?’’

 

-Yo, hayır. İyiyim. Sadece uyku tutmadı. Sen geç yatağa geliyorum ben.

 

Geçirdiğim çocukluktan bi haber olan Cemal, saçlarıma kondurduğu buse ile yatağa giderken bakakaldım arkasından.

 

Gün ağarıyor.

 

Elimi karnıma götürüyor ve küçük Asuman’a sesleniyorum:

 

-Günaydın biricik kızım…