Bir şeyler yazmam gerek. Nasıl şeyler? Düşüneyim. Sıradan ama saldırgan. Gerçekte olmayan ama oldurgan. Bütün gün evde dolanarak ne yazacağımı düşündüm. Yerdeki bardak kırıkları ayağımı kesti. Haylaz’a sövdüm. Kırıkları süpürdüm. Yazmalıyım. Ama ne? Kedim peşimde mırlayıp durdu. Terliklerimi ağzıyla yakalayıp havaya fırlattı. Odaklanamadım. Kuru mama verdim. Yine mırr mırr mırr… Susmak bilmedi. Somurtuk! Heyheyleri üstünde. Bir an önce yazmalıyım. Peki ne? Elimde tırmık izleri, kulağımda zırlama sesleri… Biraz sessizliğe ihtiyacım var. Haylaz’ı tuvalete kapattım. Kulağımı pamukla tıkadım. Zihnimi kurdum, düşümü uçurdum. Kapı kendiliğinden açıldı. Haylaz heyecanla geldi. Ona birtakım özellikler biçtim. Elinin tersiyle itti. Olduğun yerde kal, dedim. Sınırdan çıktı. İnatla beni yeniden kur, dedi. Ondan kurtulmak için iplerini kestim. Bayır aşağı yuvarlandı. Kendi kendine koşmaya başladı. Sen durağan bir yolda usulca ilerlemelisin, dedim. Başlama yine, dedi. Tepeme çıktı. Bıyıkları yüzümü daladı. Siliklik benlik değil, artık baskın olmak istiyorum, dedi. Afalladım.
“Baskın mı? Siparişe göre karakter yazmıyorum, kusura bakma.”
“İzin ver.”
“Neye izin vereyim?”
“Kendi kendimi var edeyim.”
“Nasıl yani?”
“Ben kendimi yazarım, sen çık aradan.”
Haydaa! Kuru mama canavarı iş başında. Kim bilir hangi yaramazlıklar peşinde. Zihnimin içinde bile bana rahat yok. Teklifini reddettim. Yüzümü tırmalayıp intikamını aldı. Peki, dedim. Ne hâlin varsa gör! Her şeyi akışına bıraktım. Öyküye kaldığım yerden devam ettim.
(…) Kalabalık sokaklarda avare avare dolaştı. Süslü mağaza vitrinlerine seyirci gözüyle baktı. Elini cebine attı. Beş kuruş çıkmadı. Yürüdü. Hızla geçen arabalar üstüne çamurlu su sıçrattı. İnsanların üstünden atlaya zıplaya, itiş kakış bir şekilde evine vardı. Kapıda Çiçu onu karşıladı.
“Çiçu mu? Sahiden ismimi Çiçu mu koydun?”
“Araya şimdi girme, dikkatim dağılıyor. Zaten üç gündür doğru dürüst yazamıyorum. Uykusuzum. Zihnimi toparlayamıyorum. Ben sana zamanı gelince fırsat tanıyacağım.”
“Çiçu ne yahu? Islık çalar gibi. Çi çi çi çi çuuuğ. Kapı zili miyim ben?Bu kadar mı değersizim senin için?”
Silik kişilikten sonra bir de isim takıntısı ortaya çıktı. İş yerinde onca kaprise maruz kalıyorum. Evde de öykü kişisinin tribiniçekecek hâlde değilim. Onu geçiştirmeye, ismine anlam yüklemeye çalıştım.
“Çiçu öyle entipüften bir isim değil. Aziz Nesin’in çok sevdiğim oyununda yalnızları avutan sevimli bir manken.”
“O zaman orayı şöyle düzelt de önemli bir şahsiyet olduğumu anlayayım. ‘Biricik dostu Çiçu onu kapıda güler yüzle karşıladı.’Bu cümlenin aynısını yaz.”
“Sözcüklere değil eylemlere odaklan. Biricik miricik demekle önemli olunmaz. Ayrıca kediler gülmez ki.”
“Uzatma. Burada kuralları ben koyarım. Sen dediğimi yap.”
Biricik dostu Çiçu onu kapıda güler yüzle karşıladı. Ayaklarının ucuna dolanıp başını sürttü. Kesik kesik miyavlayarak buzdolabına gitti.
“Ney ney! Miyavlamak mı? Çok klişe. Dostum senin fabldan haberin yok mu? Miyavlamak yerine konuştur beni.”
“Fabl yazmıyorum ben. Her şey mantık kurallarına uygun olmalı. Hayvanlar normalde konuşamadığına göre sen de konuşmamalısın.”
“Hadi oradan! Senin kulağın sağlam işitmiyor demek ki. Konuştur çabuk beni!”
Çiçu, “Karnım çok acıktı. Sen de acıkmışsındır, ben atıştıracak bir şeyler hazırlayayım.” dedi.Makarna yaptı.
“Makarna mı? Yapılması en kolay yemeği mi bana layık gördün?”
“Parası olmadığı için ucuz yemekler düşündüm.”
“Sen orayı ‘Kabak çiçeği dolması yaptı.’ şeklinde değiştir.”
“Olmaz, öykünün gerçekliğini bozar.”
“Gerçeklik bozulalı çok oldu. Başla!”
Çiçu binbir zahmetle kabak çiçeği dolması yaptı. İkisi de parmaklarını yedi. Kendine günlük sıkıntılarını boşaltacak dert ortağı aradı. O sırada Çiçu karşı evin balkonundaki kuşları iştahla dikizlemekle meşguldü.
“Kuşları iştahladikizlemek mi?Sen beni ne sanıyorsun terbiyesiz! Orayı şöyle değiştir hemen. ‘Karşı evin balkonundaki kuşlarla dertleşti.’”
Aklımı oynatmak üzereydim. Her cümleyi yazışımda müdahale ediyordu.Yok şunu değiştir, bu olmadı düzelt, onu çıkar. Sürekli beni baştan yarat, diyordu. Pes ettim. Öyküyü yazmaktan vazgeçtim. Bilgisayarı kapattım.Uzandığım koltukta uyuyakaldım.Acıyla yerimden fırladım. Ya gerçekleri düşlersinya dabeyin loblarını oyarım, dedi. Bu şartlarda yazmam mümkün değil.
“Yaz.” dedi. “Beni baştan yarat. Öyküne önce beni tanıtarakbaşla.” Kalemin sivri ucunu kulağıma batırdı. O anki acının etkisiyle itiraz edemedim. Yazsam ayrı dert, yazmasam ayrı…
“Biricik dostum Çiçu… Her akşam… Kabak çiçeği dolması…”
“Böyle değil! Hepsini büyük harfle yaz.Metin kutusu da ekle.”
Dişlerimi sıka sıka öyküye yeni bir girişbölümü yazdım.
“Şimdi deliksiz bir uykuyu hak ettin.” dedi.